Yakından takip ettiğim ve severek sayfalarını çevirdiğim bir derginin kapağında “Güçlü bir hafıza en ağır cezadır” başlığı dikkatimi çekmişti. Bu cümle uzun bir süre zihnimi meşgul etti. Belleğimizin en derin kuyularına hapsettiğimiz geçmiş zaman hikayeleri hakikatte ceza mıydı, yoksa üzerinden mevsimler geçtikten sonra kavuşacağımız en büyük ödül müydü? Üzerini kar öbekleriyle kapattığımız, soğuk iklimlerin kucağında gün ışığı görmeden sabırla bekleyen adı hafıza olan anılar ya yüce dağlardan çığ olup düşer üzerimize ya da gökkuşağının tüm renklerini savurur griye bulanmış gökyüzüne. Önemli olan hangisini tercih ettiğimizdir. Tek şansımız vardır ve iki seçenek vardır önümüzde.
Şayet tercihimiz hatırlamak istemediğimiz geçmiş zaman öyküleri üzerine ise, her doğan ve batan günde yavaş yavaş çıkar kömür siyahı taşlarla örülü dipsiz kuyulardan hafızamızın karanlık gölgeleri. Ne bir ışık hüzmesi vardır o karanlıkta, ne de bir hayat emaresi. Kuzey iklimlerinin en kara kışlarında, donmuş çam ormanlarının ortasında kalmış yönünü kaybetmiş serçe gibi zoraki kanat çırparsın bu defa. İşte o zaman eline aldığın fırça her defasında siyah boyaya uzanır. İlk önce ak apak tuvale kara kalemle çizikler atarsın. Beğenmezsin, silersin; tekrar karalamaya başlarsın beyazını, aydınlığını. Olmadı mı bu defa tuvalin rengi yağmur yüklü bulut gibi karşına çıktıysa, işte o zaman açık yaranın üstüne bez bağlamak gibi beyaz bir astar çekerek kapatmaya çalışırsın kara kalem izlerini. Tükenmez kalem değildir hiçbir zaman kurşun kalemin bıraktığı izler. Tükenmez kalemle silmek istediğin her bir şeyi karalar atarsın. Ya diğeri öyle mi? Ne kadar çabalarsan çabala, kat kat beyaza boyamak en derinlerde izler bırakır daima. Zihnimizin bir köşesine hapsettiğimiz, karanlık dehlizlere sürgün ettiğimiz, pas tutmuş kilitlerle zincire vurduğumuz hafızamızı. Sokak lambalarından mahrum olmuş ıssız bir caddesindir şimdi. Yolunu kaybettiğin meçhul bir yolcusundur taş sokaklarda. Ne zaman keskin bir viraj çıkar karşına, yağmur yağmaya başlar sicim sicim karanlığa kesmiş bulutlar boşaltır içini o zaman beyaz bir yaprak düşer ayaklarının dibine. Esiri olduğun hafızanın sisleri dağılır bir çırpıda.
Nihayet baharı karşılama vakti gelmiştir. Sabır işidir erguvan mevsimini beklemek. Öyle kolay da göstermez yüzünü geç kalmış bahar. Buz tutmuş dağların karı erir gökkuşağının renkleri altında. Çığ olup akar yamaçlardan aşağılara. Keskin bir viraj olmuştur artık zaman. Umudu o döndüğün yolda yakalarsın. Bir tekrar daha yapmak zamanı gelmiştir bilinmeyen yollarda. Tek tek gökkuşağı renklerini sıralarsın masaya. Siyahı var olmamış sayarsın zaten hiç olmamış gibi. Yakın dağları en uzağa yerleştirirsin, lavanta tohumları ekersin diyardan diyara. Hayat ağacını da yerleştirirsin tuvalin tam ortasına.