Dupduru güzellikler getirmezdi hayat her zaman. Bu sebepten ki hayatın yüzün gibi olmaktan çok uzaktı. Bu da hayatın bir başka yüzsüzlüğüydü. Saçların gerçek manada hiç okşanmamıştı. Ellerin sıcak bir bedene henüz tutunmamış… Gülüşlerin gerçek bir gülümsemeye değmemiş. Herkes atlıkarıncaya binerken sen alabora olmuşsun. Birileri düğmeye basmıs, çocuk sevinçlerini susturmuşlar. Gün gelip kendi lunaparkına sığınmışsın. Kimse duymamış.
Elleri ceplerinde gezen şu yorgun savaşçıyı tanıyor musun? O da bizim gibiydi bir zamanlar. Gözleri uzak diyarların rüyalarına dalıp gitmekle meşgul şimdi. Çocukluğuna bir bilet istiyor ama zaman makinesi henüz icat edilmedi. Düşlerine astral seyahatler düzenliyor. Şimdilik elinden gelen bu kadarı, daha fazlasını luzüm değil zulüm olarak görüyorlar. Oysa kendi ışığına güvenenlerin dünyasında bir başkasının parlamasından rahatsızlık duyulmazdı. En azından o böyle anımsıyordu.
Yağmur yavaş yavaş çiseliyor, gözlüklerinin buğulu camları dışarıya farklı bir kadrajda yansıyordu. Gözlerini kapattı ve şu an dünyanın herhangi bir yerinde olduğunu hayal etti. Ülkeler, sokaklar ve caddeler ne kadar kalabalık olsa da o hep kendi ile baş başaydı. Ne karşı kaldırımda yürüyen, kendi halinde yakışıklı ve çekici olan adam, ne de ıslanmaktan korunmak için ağacın altına saklanan kedi kendisini fark etmemişti. Bazı kediler yağmurda ıslanmalı, bazı adamlar onu tanımalıydı diye geçirdi içinden. Kalp şeklindeki henüz ıslanmış kolyesine götürdü elini istemsiz. Kendi kalbi de oralarda bir yerlerde olmalıydı. Sahi ne kadar zaman olmuştu bir kalbe dokunmayalı ?