BİR DÜŞ KIRIKLIĞI HİKAYESİ
Evleneli henüz sekiz ay olmuştu; ama ‘evim’ dediği bu yer ona hapishane olalı sanki yıllar geçmiş gibiydi. Öyle pişman olmuştu ki evlendiğine. Annesi ve babasının tekne kazıntısıydı. Küçücük köyünden, belli ki iyi bir evlilik yapması için onu İstanbul’a, abisinin yanına göndermişti. Yengesi, daha ilk günden ona ‘geçici bir misafir’ olduğunu belirtmiş, her fırsatta da bunu ona hatırlatmıştı. Küçücük evlerinde, iki çocuğunun rızkına bir de bu kızı dahil etmek istemiyordu. Onu hemen evlendirmek için kolları sıvamıştı. Perşembe günleri gittiği mukabelelere onu da götürmeye başladı. Mukabelelerin çoğuna katılan, Sevim Hanım diye, hali vakti yerinde, dini bütün, haza bir hanımefendi vardı. Bahar, bu kadının dikkatini çekmeyi başarabilirse hem iyi bir evlilik yapacak hem de karı koca bu kızın sorumluluğundan ve masrafından kurtulacaklardı. ‘Şansı varsa bugün Sevim Hanım yine gelir inşallah’ dedi kendi kendine. Sevim Hanım’ın dikkati geçen hafta gördüğü bu güzel ve terbiyeli kızın üzerindeydi zaten. Bu hafta bir yolunu bulup kızın yengesiyle konuşmaya karar vermişti. Kocasına da bu durumu çıtlatmıştı. Kızın yengesini bir kenara çekip kocasının yanında yıllardır çalışan, ailesini küçükken kaybetmiş, İstanbul’a çocuk yaşında gelip türlü işlerde çalıştıktan sonra kocasının yanında işe başlamış, oğlu yerine koydukları, artık bir yuva kurmasını istedikleri, kocasının baskısıyla evini ve arabasını dahi aldırdıkları bu genç ile Bahar’ı, Allah’ın izniyle istemeye gelip gelemeyeceklerini sordu. Yengesi eşiyle konuşup kendisine haber vereceğini söyledi. Sevim Hanım sevinmişti. Böyle hanım hanımcık, güzel bir kız kaçırılmazdı.
Yengesi ise hem Sevim Hanım’dan hem de kısmetinin çıktığını öğrenen Bahar’dan daha çok sevindi. Çatık kaşları düzelmiş, kıza çeyiz bile vermişti kendi sandığından. Bahar ise buradan belki de onu sonsuza dek kurtarabilecek olan Hasan’ı çok merak etmişti. Geldiğinden beri burada hiç rahat değildi. Köye, annesi ve babasının yanına da dönemiyordu. Abisi o hafta sonu için gelebileceklerini söyledi. Sevim Hanım, eşi ve Hasan; kocaman, şık bir çikolata paketi ve birbirinden güzel çiçeklerle geldiler. Hasan oldukça yakışıklı bir gençti. Bahar onu hemen beğenmişti. Hasan da kızı tahmin ettiğinden çok daha güzel bulmuştu. Bahar’ın abisi, kardeşinin kendisine emanet olarak gönderildiğini, nişanlansalar bile el alemin dedikodu yapıp can sıkacağını, mümkün olduğunca en hızlı şekilde evlenmeleri gerektiğini söyledi. Hem karısının baskılarından hem de evlenme çağındaki kardeşine sahip çıkmanın zorluğundan istiyordu bunu. O gece hemen söz kesildi ve nişanlı sayıldılar. Bir ay içinde nikah işlemleri, ev yerleştirme gibi işler tamamlandı. Hasan ve Bahar evlendiler.
Başlarda Hasan’a değişik ve güzel görünen bu evcilik oyunu bir süre sonra onu sıkmaya başladı. Karısı çok güzel, hanım hanımcık, ev işlerini ve yemekleri gayet güzel yapan birisiydi; ama eğlenceli biri değildi. Gece gezmelerini sevmiyordu. İçkiyle de arası hiç yoktu. Ara sıra yemekten sonra sahilde çay bahçesine gitmeleri ona yetiyordu. Hasan gitgide bu evlilikten sıkıldı. Evlenmeden önce oturdukları bu mahallede birlikte olduğu dul veya hiç evlenmemiş kadınlarla günü birlik ilişkiler yaşıyordu. Onlarla eğlenmeye gidiyor, birlikte oluyor, sabahlara kadar içiyor ve iki saatlik uykuyla bile işe gitse gençliğin verdiği tükenmeyen enerjisiyle gününü gün etmeyi çok seviyordu. O günleri ve geceleri çok özlemişti. Evlendiğinden beri artık gizli ve çok az kullandığı alkolü de sürekli düşünür olmuş, dayanamaz noktaya gelmişti. Geceleri eve gelinceye kadar kendisini bekleyen karısından illallah gelmeye başlamıştı.
Öte yandan Bahar da kocasıyla oynadığı bu evcilik oyununda, son zamanlarda kendisini artık iyice yalnız hissetmeye başlamıştı. Gecelerce beklediği kocası, zil zurna sarhoş eve dönüyor ve arkasını dönüp sızıp kalıyordu. Büyük ümitlerle evlenip yuva kurduğu bu ev, artık iyiden iyiye hapishaneye dönüşmüş, o da camın önünde oturup özgürlüğünü bekleyen bir mahkuma dönüşmüştü. Hasan’ın onu hiçbir yere bırakmaması, özellikle mahalledeki kadınlarla ahbaplık etmesini istememesi, Bahar’ı iyice bezdirmeye başladı. Hasan, sonunda bu dört duvar arasındaki, hapishane gibi evinden dışarı çıkmasına izin vermediği karısına tek bir yere gitme izni verdi. ‘Anne’ diye hitap ettiği Zeliha, geçmişinde hayat kadınlığı yapmış, sonra ona aşık olan bir adamla evlenmiş; ama zavallı adama verdiği sözlerin hiçbirini tutmayıp onu defalarca boynuzlamış, kalp krizi geçirip ölmesine sebep olan bu hayasız kadın; Hasan’ın oturduğu binanın giriş katına taşınmış, mahalledeki orta halli insanların aksine yakışıklı, cebi para dolu, bonkör, gezmeyi ve gezdirmeyi seven, bu saf genci yaşından dolayı kafesleyemese de eski aleminden tanıdığı komşularına peşkeş çeken bir kadındı. Bunun karşılığını da Hasan’ı maddi olarak sömürerek alıyordu. Bu Bahar denilen kız tüm planlarını alt üst etmişti.
Hasan bir müddet Bahar’ı sürekli bu ‘anne’ dediği kadına emanet ederek kafasını dinledi. Yine gece alemlerine başlamıştı. Sabaha doğru geliyor, Bahar’a gitmek zorunda olduğu ortamlar olduğunu, patronunun artık yaşlı olduğundan dolayı işleri artık iyiden iyiye ona bırakıp emekli hayatına çekildiğini, bu yüzden kendisinin katılması gerektiğini, o ortam da herkesin içtiğini, kendisinin de mecburen onlara iştirak ettiği yalanını uydurmaya başladı. Bahar ise, bir dediğini iki etmeyen, eli açık, belli ki kendisini çok sevdiği için kıskanç olan kocasının, kendisi ve yarın öbür gün doğacak çocukları için çok çalıştığına ve sabırlı olması gerektiğine inanıyor, İşini gücünü bitirip kocasından dolayı bu ‘anne’ dediği şeytanın neler çevirdiğinden habersiz onunla yarenlik ediyordu.
Hasan’ın Bahar’ı diğer kadınlarla görüştürmediği için heves ettiği kıyametin henüz kopmamış olması Zeliha’nın hiç işine gelmiyordu. Ortalığı karıştırıp Allah’tan korkan biri gibi kenara çekilip izlemek istiyordu. Tıpkı düşmanını öldürmek için saldıran ve başaramadığında hastaneye onu ziyarete ilk giden kahpeler gibiydi. Gündüzleri evine çay-kahve içme bahanesiyle kadınları toplamaya karar verdi. Artık bu, kocasının verdiği paraları çıkıp gezemediğinden harcayamayan, kocasıyla dışarı çıktığında da her isteği alınan kıza iyice gıcık kapmaya başlamıştı. Biraz canını acıtmak, göz dağı vermek istiyordu.
Hasan’ın takıldığı kadınları Bahar’la tanıştırmak için eve davet etti. Zavallı Bahar dünyadan habersiz, kocasının birlikte olduğu bu kadınlara, ikramda bulunmak ve yardım etmek için büyük bir hevesle Zeliha’ya gitti. Belki aralarında arkadaşlık edebileceği birilerini bulur, zamanla kocasına kabul ettirebilirdi. Zeliha ise mutfakla salon arasında küçük camdaki perdenin ardından onları gözetleyip dinliyor, sözüm ona çay yapıyor, içeri de mevzu çıksın, ortalık birbirine girsin diye oyalanıyordu. Kırmızı ruju ve ojeleri parıl parıl parlayan, jale isimli bir kadın yarım saattir çıtlatarak çiğnediği sakızı çıkarıp kahve tabağının kenarına yapıştırdı ve Bahar’a ‘ Hasan nasıl şekerim? Evlenince duruldu diyorlardı; ama geçen gece alemlere akmış yine’ dedi. Kadınların kimi öksürür gibi yaptı, kimini ateş bastı. Jale Hasan’la takılıyordu zaten. Karısına ne demeye çalışıyordu ki? Zeliha perdenin arkasından sırıtarak baktı ve ‘çaylar da oldu, Bahar gel kızım servis yapıver’ dedi. Bahar ise ancak Türk filmlerinde bu kadar makyajlısını gördüğü bu kadının niye böyle imalı laflar söylediğine bir anlam verememişti. Bir bahane bulup çayları dağıttıktan sonra evine kaçtı. Zeliha ise meraklı bakışlarla kendisini bekleyen bu kadınlara her zamanki gibi ‘ben Allah’tan korkarım’ dedi. En klasik cümlesiydi bu onun. Her şeyi karıştırır, didikler, öğrenir; ama asla yorum yapmaz, bir şey söylemesi gerekiyorsa da her durumda hayatını kurtaran bu sihirli cümleyi kullanırdı. Çaktırmadan kaşlarını kaldırıp jale’yi uyarır gibi yapsa da çok hoşuna gitmişti bu densiz sözler. Kızın arkasından dedikodu kazanı kaynamaya başladı. Jale ‘Oh olsun valla. İçimde kalacağına onun boğazını sıksın sözlerim. Öyle yağma yok. Dağdan gelip bağdakini kovacaksın he? Adamın parasını sana yedirtir miyim lan ben?’ derken diğeri söze karıştı ‘ Zeliha abla öve öve bitiremiyor Bahar’cığını valla. Yok şöyle elbiseler almış kocası, yok böyle çantalar almış. Şuralara gidip gezmişler, buralarda tozmuşlar. Ayol abla mahsus mu yapıyorsun Allah aşkına? Bu kızın nesini seviyorsun sen? Zeliha zafer kazanmış edasıyla ‘ben Allah’tan korkarım’ diye onları susturmaya çalışsa da içinden kahkahalar atıyordu. Keriman hissetmiş gibi, ‘Valla numara yapıyorsun kız abla. İçin için seviniyorsun; ama dışardan yok ben Allah’tan korkarım diye tutturmuşun. Güya dedikodu sevmiyomuş gibi. Korkulur senden kız’ demişti.
Bahar’sa evde kocasını bekliyor, dışarı çıkmadan önce duyduklarını karşılaştırarak ifadesini almak için sabırsızlanıyordu.
Hasan alışkanlık haline getirdiği yemekten sonra kaçma işi için hazırlanmaya içeri giderken Bahar jale’nin sorduklarını isim vermeden ‘nereye gidiyorsun sen böyle her akşam’ dedi. Hasan gündüzden hazırlamıştı repliğini. ‘Akşam iş yemeği var. Bir firmanın işlerini alacağız da onun için katılmam lazım. Bu iş bize çok kazandıracak inşallah’ dedi. Bahar yalanın çirkinliğini gözlerinde gördü ilk defa. Bakamadı yüzüne daha fazla. ‘ Yalan söylüyorsun’ dedi kısık bir sesle. Sonrasında Hasan rakibinin olay çıkarmasını fırsat bilen biri gibi, ‘Eee yeter ama be’ diye masayı dağıtmış, tokat atmış ve yere itmişti onu. Bahar kafasını sehpaya vurmuştu. Canı çok yanıyordu. Onu bu halde bırakıp gitmişti Hasan. Kapı çaldı, kalkamadı. Bir daha, bir daha çaldı. Neden sonra açabildi. Karşısında Zeliha duruyordu. Kızın durumuna bakıp anlamaya çalışan Zeliha, yalandan kızın başını okşadı. Bahar ağlaya ağlaya dizlerine yattı ‘anne’ dediği bu şeytanın. Şeytansa, içinde bir gram merhamet bulunmadığından sahte bir şekilde kızın saçını okşarken zaferini kutlayan bir yılandan farksızdı.
Zeliha evine gittikten sonra Bahar birkaç parça eşyasını alıp abisinin evine gitti. Ayrılacaktı Hasan’dan. Ama kapıda onun çantasıyla geldiğini gören yengesi şok geçirdi. Kendi evine bile, bugüne kadar ancak birkaç defa davet etmiş kızın bu saatte ne işi vardı ki? Mahkeme duvarı gibi suratıyla, sözde anlayış göstererek çocukların odasında dinlenmesini söyledi. O arada da Hasan’ı aradı, durumu anlattı. Akşam, abisi de yengesinden çok farklı değildi. Yemek üzeri dul bir kadının yaşayacağı sorunları önüne koyup sıkkın olan içini daha da sıktı. Hasan elinde çiçeklerle çıkageldi, özürler diledi. Getirdiği tatlıları çayın yanında servis eden yengesi yine en tatlı haline bürünmüştü. Burada kalamayacağını anlayan Bahar kocasıyla birlikte tıpış tıpış evinin yolunu tutmak zorunda kaldı. Zeliha’nın kapısının önünde toplaşan kadınlar, onlar arabadan inerken dağıldılar. Zeliha Anne Hasan’ı görünce yaptı hemen sahte şovunu. ‘Hoş geldiniz muhabbet kuşlarım benim. Hasan’ım sen eve çıkıver biz biraz kızımla oturup konuşalım’ dedi. Hasan’ın canına minnetti. Bahar ayaklarını sürüye sürüye girdi yılanın deliğine. Zeliha ‘ Kızım niye yuvanı dağıtmaya kalkıyorsun? Her evlilikte olur böyle şeyler. İki kadın, kız, kocana yarenlik etti diye ev mi terkedilir? Erkeklerin hepsi aynıdır. Rahmetli de benim üstüme az gül koklamadı.’ diye tıslayarak zehrini akıttı. Rahmetli kocası sağ olsa yine kalp krizi geçirirdi bu iftiranın üstüne. ‘Kadın dediğin kocasını idare edecek. Sen etmezsen, elbet edecek birileri bulunur’ diye de tehdidini savurdu. Bahar boş gözlerle ona baktı, nasihatini aldı ve eve çıktı. Hasan içip sızmıştı bile. O gece kara kara düşünmekten uyuyamadı.
Ertesi gün Hasan, Bahar’ın mağduriyetini kullanarak dışarı çıkarken ilk defa doğruyu söyledi. ‘Ben çıkıp arkadaşlarla takılacağım. Gördün işte ağabeyin ve yengeni. Kimse verdiğini geri almak istemez. Dul kadınla ne yapacaklar? Otur işte ne güzel, aç televizyon izle, annenin yanına in sohbet et, keyfine bak’ dedi. Evden çıktığında perdenin arkasından baktı Bahar.
Evinden çıkan Jale, doğru dürüst yürüyemediği topuklularıyla Arnavut kaldırımında koşmaya çalışıyordu. Köşeyi döndü. Kocası da arabaya bindi. Arkasından baktığında arabanın köşeyi dönünce durduğunu gördü. Her şeyi anlamıştı artık. İçinde kocasına karşı duyduğu son kalan duygusu da koptu gitti.
Birkaç gün, üzerinde kırıklık olduğunu, hiçbir şey yapamayacağını, yatıp dinlenmesi gerektiğini söyledi Hasan’a. Hasan’ın işine gelmişti bu hastalık hikayesi. Sözüm ona karısına iş çıkmasın diye evde kahvaltı etmiyor, akşamları yemeğe gelmiyor, gece üçten sonra eve dönüp salonda koltukta yatan karısını gözüyle kontrol edip yatağında sızıp kalıyordu.
Ne yapacağını bilmiyordu Bahar. Günlerdir hastalık bahanesiyle düşünüyordu. Bu evde daha fazla kalmamalıydı. İçkiden, kadınlardan uzak duramayan kocası asla istediği gibi bir eş olamayacaktı. Dahası şiddet uygulamaya başlamıştı. Bunun gerisi muhakkak gelirdi. Ne köyüne dönebilir ne de abisinin evine gidebilirdi. Burada bankada çalışan, tek başına yaşayan bir arkadaşı vardı köyünden. Evlenmeden önce telefonla konuşmuşlar, onaylamadığını belirtmeye çalıştığı; ama asla dile getirmediği bu izdivaçta, eğer işler yolunda gitmezse kendisini aramasından hiç çekinmemesini söylemişti. Onu arayabilirdi. Kendisine sahip çıkmak istemeyen ailesine gitmektense, arkadaşına yüz eğmek daha onurlu bir davranıştı onun için.
Hepi topu tüm eşyası ancak bir çanta eden Bahar toplandı. Hasan’a artık evli kalmak istemediğine, eğer zorluk çıkartırsa mahallede rezalet çıkarmak zorunda kalacağına, kendisinin de zaten evlilikten sıkıldığından dolayı boşanmaya razı gelmesini umduğuna, en yakın zamanda boşanma davası açacağına dair bir mektup bıraktı. Merdivenleri inip Zeliha’nın kapısının önüne geldiğinde içeriden hararetli hararetli konuşan kadınların seslerini, gülüşmelerini duydu. Kapıyı çaldığında sesler kesiliverdi birden. Baskın yemiş Zeliha’nın Baharı görünce ödü patladı; ama yine numaradan içeride bitiremediği sözü Bahar’ın karşısında bitirmeye kalktı. ‘valla ben Allah’tan….cümlesini tam tamamlamak üzereyken Bahar sözünü kesti ve ‘Kes sesini yılan’ diyip suratına tükürdü. Arkasını döndü ve Zeliha’nın şaşkın bakışları karşısında, bu çirkef dolu mahallede son bir kez yürüdü…