“Makro sosyolojideki mikro benliğim üzerine“
Düşüncelerin sağladığı algısal (kurgusal) gerçeklik belirlemelerinden dışsal olan ebedi mutlaklık; yani numen algısının içindeki öz ve bu hakikatten yoksun olarak düşüncelerinin içselleştirilmiş ve kanıksanmış olduğu bilinç ögeleri tezatlardır. Bu tezatlık doğrultusunda seçtiğimiz tarafa göre sosyal ilişkilerde topluma karşılık olarak içsel göç yaşanır ya da toplumdaki sürünün bir parçası olunur. Yüzeysel algıların gerçekliğin aygıtı olarak görüldüğü sürünün zihinsel yapısında sürüye karşı yabancılaşan unsur her zaman tehdit olarak görülür. (çünkü); Kavramların içsel temelindeki nedenselliği düşünmeksizin dış görünümleri ile saptama ve adlandırma yolu görüngüsel nesnelerin soyuta kavramsallaşması sonucu görüngüselliğin salt benliğinden dışına çıktığı inancını doğurur. Bu inanca sığınmaktan başka çaresi olamayan sürü, kavramların içsel doğasını çözümleyen ve araklayan yabancı unsura karşı kendisini savunmaktan başka çare göremez. Yabancı unsur ötekileşmek zorunda kalır.
Sürünün (makro-toplumun) düşünce bulaşımının gerçekleştiği kültürel kopyalamalar ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan memler, düzen bilincini uyandırmayı hedefleyen ve bunu zihni kodlamalar ile gerçekleştiren bir çeşit psikolojik baskı aracıdır. Sürü dahilindeki kişi farkında olmadan bu zincirin bir parçası haline gelir ve soyut düşünümsel işlevlerde elleri kolları bağlı vaziyette kalır.
Konformist medya çağı günümüzdeki en önemli örneklerden birisidir. Pratik sistemde bilgi edinimini zihinsel kopyalama aracılığı ile yapan ve fikrin üzerindeki etiketin içsel gelişimini göremeyen çağ, sahte gerçekliğe ilintili olmaya mecburdur. Kişinin sağduyusu; gerçeklik algısıyla ilgili dar, yüzeysel ve öznel olan ilişkisidir. Bu öznel ilişkiler mikro düzeyde içselleştirilir, makro düzeyde ise genelleştirilirler. (Sosyal Habitus*)Bourdieu sosyolojisinin temel kavramlardan biri olan habitus, toplumsal faillerin algılama, hissetme, düşünme ve davranma şemaları olarak içselleştirdikleri toplumsallık anlamına gelir.
Kendime gelecek olursak; elimde olmayan sebeplerden dolayı bir an bile özsel olarak sürüye uyum sağlayamadım.
Çocukluk nevrozu doğrultusunda gerçekleşen kriz halindeki benlik algısı, çok yönlü enerjisel geçişler, psikomotor aşırı duyarlılık, zihinsel ve duyusal aşırı duyarlılık, sosyo-duyusal ve soyut-düşünsel aşırı analiz, en basit olguların bile kompulsif olarak sorgulandığı saplantı biçimi, ağır ve absürt espri anlayışı, idealist düşünceler, yoğun imgeleme.
Salise başı yeni düşünce, analiz veya adlandırma girişimi doğrultusunda yeni bilginin baskılanmış bilinç ögesi ile harmanlanma esnasında yorumlama açısından kriz geçirme ve döngüsellik… Bütün bu geçişleri sindirdikten sonra etrafıma baktığımda her şey çoktan yaşanmıştır ve gözümün önünden gitmiş olur. Çevreden kopma anım ilk buradan başlar.
Adlandırılmış öge, hiç bir zaman öz nedenselliğinde sabit ve tekil bir varoluşa hizmet eden bir anlam barındıramaz. Hakiki fikir devinimseldir. Sabit olduğu varsayılan devinimsel fikir dilime pürüzlü bir tat verir. Çevreden kopma anından sonra ise burası uzaklaşmamı sağlayan kısımdır.
Sonrasında adapte olmak için etrafımdaki insanların düzlemlerini daha çok içselleştirir, onların içsel idrak etme ve özneli normlaştırma algı ve sınırlarına yönelik bir kopyalama sistemi oluştururum. Bu doğrultuda karşımdaki kişinin, bilişsel empati aracılığıyla zihinsel ve duygusal dinamiklerini ve nedenselliklerini çözümlerim. Herkesin ifade yollarını kodlayarak uyum sağlamış olurum.
Hayatta kalma içgüdüm her şeyi anlamak ve çözmek üzerine olduğundan her şeyi inanılmaz ciddiye alırım. Ad ve iddia edilen “şey”in içine girerim, her yeri araklarım, her şeye karşı her türlü eylemi yaptığımdan adlandırılmış kalıpsızlara hiçbir zaman uğrayamam. “Şey”i her perspektiften inceledikten sonra insanların yanına uğrarım. Beklenti ve gereksinim atmosferinde düşünsel kimliğimi kişinin algı dünyasının boyutuna göre kodlarım. Kimi zaman kodlamakta sakarlığım tutar, insanların içselleştirdiği yüzeysel düzenin içini oyar kendime yeni bir bağdaşım sistemi kurarım. Bununla karşı karşıya kalan insan ya tehdit olarak algılar, ya da güler.
“İzahı olmayan şeylerin mizahı olur.”