KORKAĞIN BİRİYİM BEN
Kim ne derse desin korkağın biriyim ben. Tüm yaşamımı terk edilme korkusuyla geçirdim. Sanırım terk edilmek için yaratılmışım. Ne acı deneyimler yaşattılar bana. En acısı da kan bağı taşıdığım, bir yığın insana zamanında elveda demeyerek, korkaklığımın tutsağı oldum. Kalbim, iyi niyetle doluydu. Yolların kesiştiği her yerde sevgiyi arıyordum; iyi niyetin arkasına saklanan bütün korkaklar gibi.
Yaşadığım sürece bana düş kırıklığı ve aşağılanma duygusunu en derinden tatdıran bu topraklar için hâlâ mücadele ettiğime, başkalarının yara izlerine kaygılandığıma, benim dışımda herkes şaşırıyor. Acıların, nasıl da zalim olduğunu, bekletilip demlendiğinde, bir gardiyana dönüştüğünü, hoyratça hırpaladığını, evrenin sessizliğine boyun eğdiğimde daha iyi anlıyorum.
İnsanlardan korkuyorum. Tüm yaşamım boyunca da korkmuştum. Yaşamın dışına atabilirdim kendimi. Karanlığın en dibine. Karanlığın ne olduğunu bilirim; apansız gelir, rahatça yerleşir, yoğunlaşır, çoğalır, sonra birden patlar ve kaplar her yeri.
Kalbimi dinleseydim, sözün ucunu kolayca kaybetmeyecektim. Şu tepemde yorulmaksızın fışkıran maviliği görecektim. Bir köpek gibi hep yere bakıyorum. Onun gibi korkuyorum. Nice zamandır dönüp duruyorum, kuyruğumu yakalamaya çalışıyorum. Keskin soluklarla soluyorum. Bağlı olduğum yerden zincirimi çözebilsem, her şeyi yapabileceğimi biliyorum.
Gök damlıyor, yağmur damlaları toprağı dövüyor. Birazdan şafak patladı patlayacak. Ama ben bir örümcek gibi kendi ağımdan kurtulamıyorum. Korku konusunda uzmanlaştım. Önce kaybediyorum, panikliyorum, sonra peşinden deli gibi koşuyorum. Hem de eşeleyip, deşeleyerek koşuyorum. Dünya’da değilim sanki. Geçmişimi besleyen ve yansıtan bu korku, beni hiçbir koşulda terk etmiyor.
Korkularım, ateş almaya hazır bir çalılık gibi. Ondan kurtulmak için beynimin kıvrımlarında oluşturduğum çavlanı kesinlikle kullanmıyorum. Belki de benim için yaşam bu, bu nedenle; bıkmadan, usanmadan bezemek için didinip duruyorum.
Hep yitik zamanların içinde dolaşıyorum. Başımı, pencerenin pervazına dayamış, yüzümü, yağmurun bıraktığı göğün grisine yaslamıştım. Şafağın sessizliğini yırtan ıslığımın sesi, sel gibi aksa da devamlı olarak içine hapsolduğu korkuyla yankılanıyordu. Yüzümü korkuyla yumuş, yıkamış, dünyanın hiç tükenmeyen korkusuyla birleşmiş, bütünleşmiştim.
Korku, her sokak başında, elinde süpürgesiyle beni bekliyordu. Umudun, koskoca bir yalan, yok edici bir hile olduğunu, aklımı süpürerek haykırıyordu. Korkuyorken daha da çok korkmam gerektiğini öğütlüyor, derine, daha derine, gömülmemi istiyordu.
Korkumu sever olmuştum. Korkumu severek, yolculuk yapıyordum. Korkumun gölgesine basmadan yürüyemiyordum. Burnu havalarda bir fâhişe gibi yanımda dolaşıyor, bir pezevengin haysiyetsizliğiyle gülüyordu. Hata, çoğu zaman utanç içinde tarihte yol alsa da yüzü kızarmayan bir ülkeye benziyordu. Korkularım bana ve yaşadığım yere benzer bir yüzle doğmuştu. O yüz, hiç değişmiyordu. O yüzü değiştirmek için edebiyat mezarlığını yeniden kazmam, satırlardan fışkıran sözcükleri yakalamayı denemeliydim; başka türlü zihinimi nasıl arındırabilirdim?..
Çocukken, gördüklerimi olduğu gibi söylerdim. Sonra sürünerek korku geldi, ayağa kalktı, dikildi karşıma, çıldırmış gibiydi. Bulanık ve tehditkârdı. İşte bütün ızdırabım o zaman başladı. Huninin dibine düşmüştüm ve çıkamıyordum. Bumerang örneği, hep geri dönüyordum. Zorladıkça zorladı, sınırlarımın sonuna dek getirdi beni.
Bir bakıma ölümün gölgesi altında yürümek gibiydi. Üstüme yıkılıyordu bütün duvarlar; altında eziliyordum, o duvarların. Ta ki savunma hattına dayanana kadar. Zamanı ve uzamı olmayan bütün bir ışık gibi bitimsiz ve düzgündü. Ömrümden ve tenimden parçalar koparıyor, düşüncelerimin resmini çiziyordu. Hiçbir usta göz, bu resimdeki çatlağı göremiyordu.
Islık çalıp kovmaya çalışsam da yine de korkuyordum. Geçmişten gelen ve bugünü teslim alan zorba bir rüzgârla, beynimin bütün kıvrımlarına üfürülen düşüncelerden korktuğum gibi.
Güneşin her gün yeniden yeniden batacağını kabul etmeli miyim?.. Belki… Evetle hayır arasına kaç belki, kaç korku sığıyor?.. Zamanın elinden korku kırbacı alınıncaya değin, duru tümceler kuramayacağım ve kalbim, korkunun ülkesi olmaya devam edecek. Zavallı bir korkak olarak, hep korkunun peşinde koşacacağım.
Korku, ezdikçe eziyor beni, başkaları nasıl görüyorsa, öyle görüyorum kendimi. Ne acı, ne zavallı bir duygu bu… Solmuş, eprimiş bir paçavrayım ve tüm tavizlerin karışımıyım.
Daha ötesinin neresi olduğunu anlamaya çalışıyorum. Anlamaya çalıştıkca, anımsıyorum. Dünyayı, yiyip bitiren benim… O benim… Böylece zamanın dışına sıçrıyorum. Sol yanım yürek, sağ yanım akıl. İkisinin de içinde kalamıyorum, bocalayıp duruyorum.