ŞAİR KİM?
Hükümdar ipekli kıyafeti, başındaki hükümdarlık alameti tacı ve gururlu bakışlarıyla tahtında otururken din adamları hemen yanında peyda oluverdiler. Kendi yerlerinden çok emindiler. Halka tepeden bakıp hükümdarı göstererek bu adamın önünde eğilmedikçe kabul görmeyeceklerini beyan ediyorlardı. Askerler tam arkalarında elleri silah kabzasında tetikte beklerken sert ve kızgın bakışları halkın üstünde dolanıyordu. Halk toplandı. Hepsi hükümdara, hemen yanındaki din adamlarına ve arkasındaki askerlere baş eğdi, diz çöktü. Çok da sorgusunu yapmadılar bu kurulu düzenin. Bir kişi aralarından ayrıldı ve bir kenara çekildi. Hükümdara baş eğmedi.
Kimi deli dedi kimi budala
Ne çare katlandı gönül her hala
Tutuben yakamdan verdi tellala
Aldı sattı seyran etti aşk beni
(Aşık Ali İzzeti)
Bu garip, perişan görünümlü adam öyle sözler söyledi ki herkes dondu kaldı. Belki de her şeyin gerektiği gibi olduğunu düşündüklerinden kimsenin aklına dahi gelmeyecek sözlerdi bunlar. Herkesten önce din adamları kendilerini öne atıp bu garip adamın sözlerine “Bu ne cüret, bu ne cüret…” diyerek söylendiler. Onlar hükümdardan işaret gelmedikçe pek hareket etmeyeceğinden söylendikten sonra geri çekildiler. Askerler silahlarını kabzalarından çıkardı homurdanarak. Hükümdar ise özenle bakışlarını bu garip adamdan çekti rahatsız olduğunu belli ederek. Halk, baş eğdikleri insanların rahatsız olduklarını görünce paniğe kapıldılar. Sadakatlerini ispat için bu garip görünümlü ve boyundan büyük sözler söyleyen adamı kovdular. Aslında çok da önemsemediler. Deli dediler, divane dediler, budala dediler!
Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapum bad-ı sabadan gayrı
(Fuzuli)
Yalnızlığını yanına aldı, kırık sazını eline düştü yollara yollara. Kimse anlamadı onu, kimseler dinlemedi. Yapayalnız, tek başına… Başındaki sevda yelleri ile sığınacak bir yer aradı yeryüzünde. Diyardan diyara gezdi belki bulurum halden anlayan biri diye. Bildiğinden şaşmadı, hakikati haykırdı her yerde. Korkmadı kimselerden: ne beyden ne şahtan ne padişahtan… Söyledi sözlerini dağlara, taşlara. Şiirleri birbiri ardınca gökyüzünde yankılandı ve nihayet işitildi yeryüzünde avazı. Gitmediği yerlere gitti gür sesi, bilmediği insanlar tekrar etti sözlerini. Nesilden nesile, çağdan çağa, diyardan diyara…
Beni bende demen ben bende değilim
Bir ben var bende benden içeri
(Yunus Emre)
Anladı ki halk bu kişide başka bir hal var. Kimselere benzemez, sözün esirgemez ve kimse onu yolundan döndüremez. Herkes toplandı şairin başında ve dediler ki ona: Bu sözleri sen mi söylersin? Kimden öğrendin bunları ve niçin söylersin? Şair halka baktı ve onlara dedi ki:
“BİR DERDİM VAR BİN DERMANA DEĞİŞMEM”
(Şah Hatayi)
Şairin adı dillerde kaldı. Kimseler yok edemedi onun yankılanan sesini. Zalimler unutuldu zaman içinde. Krallar, padişahlar hepsi tarih oldu birer birer. Onun sözleri ise türkü oldu, şarkı oldu. Aşıklar fısıldadı onun mısralarını sevgililerine. Mazlumlar haykırdı onun dizelerini zalimin yüzüne. Umudu onunla anlattılar hasreti de. Avaz avaz yeryüzünde ses oldu, söz oldu, dolaştı dilden dile. Ve şimdi şair halkının önünde yürüyor.
Eğer göverüben bostan olursam
Şu halkın diline destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan şaha giderim
(Pir Sultan Abdal))