HÜSEYİN BOĞURCU/KELİMELERİN FELSEFESİ

Kelimelerin Felsefesi: Sözcüklerin Ardındaki Evrensel Mânâ

Kelimeler; insanın zihninden ve dilinden kopan, insanı dönüştüren, bir daha aynı kişi

olamayacak derecede etki eden, insan oğlunun muhteşem icadı olan dilin ağır

taşları…Varlıkları ile anlamın dile geldiği, muhteşem dünyaların, saklı bahçelerinin renkli

anahtarları… İnsanı diğer bütün canlılardan ayıran, düşünme yetisinin çatlamaz kırılmaz

aynasıdır kelimeler. Ayna karşısında konuşmaz insan, seyre dalar kelimelerin linguistik

ahengine. İnsanın aynaya yansıyan  görüntüsünün her zerresinde yıllanmış sözcükler barındırır,

çünkü insanı yaşatan, yaşama tutunmasını sağlayan ve dış dünya ile bağlantı kurmasına olanak veren

kelimelerdir. Bir mum nasıl karanlığın içinde nesneleri aydınlatıyorsa kelimeler de insan

zihninin karanlık labirentlerini açığa çıkarır. Tanrı, ‘söz’ demişti tüm kutsal metinlerinde.

Yuhanna İncili şu sözle başlar: Başlangıçta ‘Söz’ vardı. Söz, Tanrı’yla birlikteydi ve Söz

Tanrı’ydı. Kuran-ı Kerim’in inen ilk ayeti: Yaratan Rabbinin adıyla oku! Çok eskilerden beri

kutsi bir değer olarak kabul görülen söz ve kelimeler tanrısal boyutta değerini var eden tılsımlı

seslerdir. Gün, bir kelime ile başlar günaydın diye. Günün aydınlatan ışıkları gücünü güneşten

alıyorsa insanlar neden birbirine günaydın der. Kelimelerin görünmeyen fakat karşı tarafın

yüreğine düştüğünde aydınlatan tesiri vardır. ‘’Ağızdan çıkan söz yaydan çıkan ok gibidir.’’

der Mevlana. Çıkan hangi ok geri dönmüştür. Yüreğimize değdiğinde yaralayan veya bir gül

bahçesine dönüştüren kelimelerin şefkatine muhtaç değil miyiz? Daha bankalar, senet ve kefil

yokken insan söz senettir derdi. Sözle teslim ederdi birbirlerine varlığın mahrem kimliğini.

Bir mahkemenin sonunda, bir insanı ölüme götüren bir dar ağacının son anında insana

sorulur, son sözün nedir diye. O son sözle, ölüm gelip çatmasına rağmen insan ölümsüz olur.

Nitekim Karl Marx, ölüm gelip çattığında şu sözleri söyler: ‘’Hadi oradan! Son sözler

yeterince doğru söz söylememiş aptallar içindir.’’ Marx, son sözünde bile ölümden önce

söylenen son sözlerin felsefi çıkarımını kelimelerin derin tesiri ile bizlere miras olarak

bırakır.

İnsanlar farklı dillerle iletişim kurabilir. Farklı ses ve öğe dizilimleri ile cümleler kurabilir.

Fakat dilin ve kelimelerin özünde salt evrensel bir derinlik var. Bana sorabilirsiniz, ben

Türkçede ‘aşk’ derken bir İngiliz ‘love’ diyor. Nerede evrensellik? Dilimiz de farklı ırkımız da.

Bir Türk’ün de bir İngiliz’in de sahip olduğu aşk duygusu aynıdır. İlk insandan

günümüze kadar insanın ömrüne kattığı aşk, sevgi, öfke, özlem ve benzeri duygular ortaktır.

Bir siyahın yüreğinden kopan duygu beyaz değildir. Bir beyazın yüreğinden kopan duygu da

siyah değildir. Farklı kelime ve seslerle bu ortak duyguları ifade eden bir dilin evrensel

boyutunu sevgili Noam Chomsky’den dinleyelim: “İnsanın zihninde doğuştan sahip olduğu

dil yetisi vardır. Bu insanın zihinsel yapısının sahip olduğu özel ve evrensel bir beceridir.

Buna her insanın bulunduğu çevrenin etkisiyle sahip olduğu ana dilinin bilgisini de özel

edinim olarak nitelendirmektedir.” Noam Chomsky kulağımıza fısıldar ortak yaradılışımızın

ortak sesini. Yaradılış bir yeti, ses ise kelimelerdir. Kelimeleri zihinlerin aynası olarak görür

ve o kadar ileriye gider ki zihnimiz kelimeleri dönüştürmez. Düşünce yapımızı etkileyen ve

dönüştüren kullandığımız kelimelerdir.

Bir kelime özgürleşirse ve belirli anlam katmanlarında boyut değiştirirse evrenselliğini

keşfeder. Fuzûlî, Türkçe metninde eli kırılsın ifadesi yerine ‘eli kalem olsun’ demiştir. Kalem

olsun deyiminin anlamı da kırılsın, donsun, tutmaz olsun şeklindedir. Bu şiirsel dil kalem

kelimesini özgürleştirmiştir. Bazen bir terzi oluyoruz çünkü kullandığımız kelimeler eşyaya

giydirdiğimiz elbiseler gibidir. Hiçbir dilde çıplak kelimeler göremezsiniz .Her biri bir

duygunun bir nesnenin kölesi olmuştur. Onu korur kollar ve sahiplenir. Kelimeler birer

matematik fonksiyonu gibi beden dili, jest ve mimiklerle tam anlamı ile iletişimi kurdurur.

Perdenin ardından çıkan sesler anlamını eksik bırakır görünen yüzde kendi formunu tamamlar

ve karşı tarafa geçirir heybesindeki anlamı. Kelimesiz konuşabilir miyiz? Gözler ne kadar

anlatabilir? Peki, kelimeler olmadan düşünebildiniz mi hiç? Düşünebiliyorsam o halde varım,

demiş René Descartes. Düşünmenin mutfağında kelimeler birer malzemedir. Ortaya çıkan

yemeğin lezzeti, kişinin kelimelerin sırrına vardığında ortaya çıkar. İnsanın aklı bir fabrika

gibi kelime üretir, üretkenliğinin en özel temsiliyeti bu üretkenliğinde yatar. Hangi dilde

olursa olsun insanın bu muazzam becerisi kendini var eder. Türk denemeci, yazar ve şair olan

Celal Sılay yüreğimize şöyle seslenir: “Ne kadar kelime bulmuş insan aklı sudan, topraktan

doğduğu halde. Ben kime harcayacağım bu kadar kelimeyi şu daralan istikbalde.”

İnsanın kendi varlığını aştığı nokta yarattığı dil ve bu dilin birer mihenk taşı olan ürettiği kelimelerdir.

Peki, bu kadar insanın mevcudiyetini kendi özünde var eden kelime ne demektir? Aslında ‘yara’

demektir. İnsanın çıkardığı sese lafız denir ve bu atmak demektir. Eğer bu lafız bir anlam

taşıyorsa ve karşıdaki kişide bir iz bırakıyorsa buna kelime denir. Kelime; iz bırakmak, çizik

atmak, yaralamaktır. Bu yüzden en ağır yaraları dil açar. Yaralanmak anlamına gelen

‘keleme’ kökünden türemiştir. İnsan yazdıkça, hikayeler anlattıkça yaralarını gösterir

diğerine. İletişimden ötedir kelimeler, insanı ehlileştirir. Kelimeleri olmayan insanlar kavga

ederler. Sözcük hazneleri yetersiz olan insanlar duygularıyla hareket edip tartışmaya başlarlar.

İnsanın edebi kimliği sahip olduğu kelime sandığında gizlidir. Sandığı olmayan insandan uzak

durun.

Dil bir uzlaşıdır. İnsan oğlunun sistemik bir icadıdır. Kelimeler nasıl ortaya çıktı, nereden köken

aldığına dair sorular ilk insandan bu güne kadar süren çıldırtan sorular kümesidir. John locke

bu sorularımızı dert edip bize ışık olacak görüşlerini miras olarak bırakmıştır. John Locke’e

göre sözcükler, maddi olmayan zihin içeriğini maddi hale dönüştüren, zihin içinde kapalı

görüşlerimizi dışa döken araçlarımızdır ve bu bakımdan Locke’un tüm dil felsefesi :

“Sözcükler düşüncelerimizi temsil ederler.” şeklindeki linguistik görüş üzerine ortaya çıkar.

John lock ‘e göre kelimeler, nesneler ile ilgili bilgi verir. İnsan düşüncesi nesnelerin hakikati

ile ne kadar uyumlu olursa, bir bilgi o kadar gerçek olur. Locke’un dile ilişkin düşüncelerinin

en ayırt edici yönü, onun uzlaşımsal temeline yaptığı vurgudur. Bir uzlaşıdan bahseder Locke.

İnsanın zihnindeki düşünce hiçbir zaman net olarak bir nesneye ait sesle ortaya çıkan

kelimede var olmaz, olsa olsa bir anlaşma ile var olur. Tüm dillerin kelimeleri evrensel

boyutta bir uzlaşı ile var olur. Yani iki insanın eline sıcak su döküldüğünde acı hisseder ve bu

iki insan oturup anlaşırlar. Sıcak su acıtır diye. Bu durum insanın sağduyusunu anlaşmaya

olan yatkınlığını da ortaya çıkarır. Onun anlayışında dilin zehrinin de panzehrinin de ortada

olan anlaşma yeteneğidir. Yani iki insan oturup anlaşma ile hakikatle uyumlu kelimeler de

üretebilir. Aynı zamanda yanlış düşüncelerde de anlaşma sağlayıp hakikatle uyumsuz sözcükler

de türetebilir. Ayrıca kelimeler ne kadar evrensel olursa olsun ne kadar derin bir anlaşma

ürünü olursa olsun, kelimelere şüpheli olarak yaklaşmamız gerekir. Dili sıradan bir

uzlaşımın ürünü olarak değil  insanın kendi deneyimlerinin ve iradesinin bir sonucu olarak

ortaya çıkan bir uzlaşımın ürünü olarak değerlendirmek gerekir.

İster Noam Chomsky’nin “kelimeler insanın doğuştan sahip olduğu dil yetisinin içinde

gömülür” görüşü ister John Lock’un “dilin ürünü olan kelimeler birer uzlaşı araçlarıdır” görüşü

zihnimizi kurcalasa da asıl olan, insanın eşsiz varlığının şifreleri kelimelerde

saklı olduğu gerçeğidir. Tüm yaşanılanlar karşısında, en uzak tarihten şimdiye

kadar var olan “İnsan nedir?” sorusunun kökeni, insanın sahip olduğu düşünce yeteneğidir. İnsan

düşünür, var eder ve yok eder. Bir düşüncenin rengini, tadını veya kokusunu alamayız; ama

düşüncenin sesini kelimeler sayesinde alırız. Hangi dilde konuşursak konuşalım!