YARATIK
Onunla bir tavernada tanıştım. Yine her zamanki gibi favori mekanıma gitmiştim. Ahşap zeminin küflenmiş dokusu ve ayyaşların sakallarından süzülen keskin anason kokusu insanın içine işleyen bir atmosfer oluşturuyordu. Bu detaylar, beni çeken ve aynı zamanda bu mekânı benzersiz kılan unsurlardı. O gün, sıradan bir gün olacağını düşünüyordum; tabii ki, orada çıkan kavgalardan kaçınabilirsek. Tavernada genellikle kavgaların ve küfürlerin havada uçuştuğu bir ortam vardı. Gelen konuklar genellikle taşra kesiminden olduğu için, onları sadece birer yabancı olarak değil, birer nesne gibi görmemek için zorlanıyordum. Bu durum, zaman zaman egomun gölgesinde kaybolmama neden oluyordu. Tavernaya adım attığımda, içeriye dolan lanetli bakışlar ve yapmacık güç gösterileri nedeniyle burada geçen zamanımdan şikayetçi oluyordum.
Kavga günlerinde, paralar genellikle barmen kadına verilir, iddialar oynanır ve herkes bir kenara çekilirdi. Barmen kadın, sikkeleri bir keseye koyar ve göğüslerinin arasında saklardı. Sonrasında kavga başlardı ve galip kişiye barmen kadın, bir öpücük eşliğinde ödül olarak bir bira ısmarlar, bu esnada tavernanın içinde gergin bir bekleyiş oluşurdu. Ancak ayyaşlar, barmen kadından sadece iri memeli olması dışında pek memnun değillerdi. Herkes bir anlık haz duygusunu coşturmak adına ona bir bakış atar, kendi ruhlarından bir parça feda ederdi. Bu tiksindirici atmosfer barmen kadında çelişkiler yaratırdı. Hem müşteri çekiyordu hem de yaratılışı nedeniyle kendisinden utanıyordu. Taverna, bu bakış açısından çoğu zaman müşteri kazanıyordu, ancak kadının gözlerine baktığımda yaşadığı derin acıyı görebiliyordum. Ne kadar gizlemeye çalışsa da bu acıyı içinde taşımaktan kaçamıyordu.
Bir gün, tavernayı kapatmadan önce bana bir bira ikram etti. Nedenini henüz öğrenmemiştim. Barmen kadınla oturup sohbet etmeye başladık. Birkaç bardak biradan sonra içini dökmeye başladı artık kadını daha yakından tanımıştım. Sohbetimiz zamanla derinleşiyordu ve neredeyse bir dostu gibi hissettim kendimi. Biralarımızı içerken kadın hayatının ne kadar acı dolu ve zor geçtiğini anlattı. Gözlerine baktığımda bu acıyı hissettiğimi bilirdi, ancak anlatmak ona bir rahatlama sağlıyordu.
Günler geçtikçe, her gece ücretsiz bira içmek hoşuma gitmeye başlamıştı. Kadını daha yakından inceledikçe birkaç detayı fark ettim. Artık bira harici olarak kadının nasıl göründüğü ve nasıl bir kişi olduğu benim için önemsiz hale gelmişti. Bu gerçek, beni içten içe rahatsız etti. Kendisi güzel değildi, aksine çok çirkindi. Sarkmış yüz hatları, yara bere içinde bir ten, stresten beyazlaşmış saçlar, pis kokan bir vücut… O da bunun farkındaydı, ama yapabileceği bir şey yoktu; Tanrı onu böyle yaratmıştı ve benim gözümde, sirklerde köle olarak kullanılan siyahilerden daha beterdi. Her gün kırbaç yemek, elbette can yakabilir, ancak pis düşüncelere maruz kalmak ve insanların gerçek yüzlerine tanıklık etmek fiziksel acıdan daha da kötüydü. Belki de tamamen saçmalıyordum, bilmiyordum. İçtikçe zihnim genellikle biraz garipleşirdi.
Son biramı içtikten sonra kadına teşekkür ettim. Tebessüm ediyordu, fakat dişleri çürümüştü. Onu dinlediğim için bana bir öpücük bahşetmişti. Bu hoşuma gitmişti, ancak onu gördükçe midemi bulandırıyordu. Belki de ruhunun ve kalbinin güzelliğini göremediğim için en aciz yaratık bendim, bu kokuşmuş mekânda. Kadın, boş bira bardaklarını topladı ve bahtiyar bir şekilde bardakları yıkamak için tavernanın arka odasına yöneldi. O sırada masadan kalkıp tavernanın ahşap kapısına doğru yürüdüm. Gece sonlanmak üzereydi; herkes dükkanını kapatmış, kimileri eşlerinin yanına gitmiş, kimileri ise yalnızlığına teslim olmak için evlerine doğru ilerliyordu. Ben ise bu iğrenç insanlardan bile daha beter bir mahluk olduğum gerçeğiyle yüzleşerek, verdiği utançla evimin yolunu tutmuştum.
Gece boyunca düşüncelerim, karanlık ve karmaşık bir labirent gibi içimde dolaşıp durdu. Bir yandan kendi kokuşmuşluğumun farkında olmanın verdiği utançla boğuşurken diğer yandan kadının hikayesinin beynimdeki yankılarıyla baş başa kaldım. Bu içsel çatışma ruhuma baskı yapıyor ve beni uçurumun kenarında gibi hissettiriyordu.