BİR GARİP ADAM ARİF
Elinde eski bir torba ile sokak sokak dolaşıyordu biraz hırpani garip kılıklı adamın biri..! “Demedim mi sana ben, demedim mi, insandan kaç demedim mi?” diyerek. Saçı başı karmakarışık ve kirliydi. Üzerinde eski püskü kıyafetler ile kendine birkaç numara büyük pantolonu vardı. Onun da belini bir iple bağlamış öylece etrafta dolanıyordu bu garip adam. Belli ki bu mahalleye yeni gelmişti. Onu daha önce görmüş olsam muhakkak ki hatırlardım. “Bu garip adam da kimlerdendir” diye düşünürken yanıma gelerek para istedi benden;
“Üç lira var mı sende?”
“Var dedim cebimden çıkarıp eline saydığım üç lirayı alıp giderken bana;
– “İnsana rast gelesin” dedi ve gitti.
Arkasından öyle bakakalmışken mahallemizde bulunan fırına girdi, akşamdan kalmış ekmekleri alıp torbasına koyduktan sonra yanındaki bakkaldan da süt alıp köşede bir yere oturdu. Sonra tekrar ayağa kalkarak yolun kenarına atılmış beş kiloluk boş su şişesinin altını cebinden çıkardığı çakısı ile kesti, içine de süt doldurup etrafta dolaşıp miyavlayan minik kedi yavrularına verdi. Kedi yavruları sütlerini keyifle içerken o da onları bir köşede keyifle izliyordu. Sonra torbasından plastik bir kap çıkardı, içerisine kalan sütü döktü. Tabağın içine ekmek bandırıp yerken içim burkuldu, adamın bu haline dayanamadım. Lokantadan bir çorba söyledim, çekinir diye de tembihledim, parasını benim ödediğimi söylemesinler diye . Ürkek ve mahçup bakışlarla aldı çorbayı, başladı keyifle içmeye. Sonra da yoluna gidip kayboldu sokağın tenhalarında. O gittikten sonra mahalle fırınının kapısından içeri girerek sordum.
“Abi bu adamın hali hal değil, tanır mısın onu?”
“O mu, adı Arif, kimi zaman şu aşağıdaki kimsesizler evinde kalıyor, orada yer bulamadığı zaman da parktaki bankta yatıyor işte. Parası yok ki garibin bir ev tutsun ya da pansiyon gibi bir yerde kalsın.”
“İzmir’in Alsancak mı neresi işte orada oturuyormuş bir zamanlar. İki de çocuğu varmış. Karısı onu ve çocuklarını bırakıp bir başka adama gidince kahretmiş, vurmuş kendini sokaklara.” Oradan da buralara kadar gelmiş işte!
Geçenlerde sordum Arif’e;
“Arif neden kalmadın İzmir’de? Bak buralarda sürünüyorsun.” diye
“Abi, oralarda kalamazdım. Çok seviyordum karımı sonra onu görünce hazmedemez canıma kıyardım. Ya da onun canına… Ben de öylece çıktım evden, vurdum kendimi yollara. “dedi.
“Peki abi, ne yapabiliriz Arif için? Yazık, iki de çocuğu varmış, onlara da yazık!”
“Bilmiyorum ki bacım ben anca ekmek verebiliyorum , biz küçük esnafız işte biliyorsun, kendi hanemize zor bakıyoruz.”
“Haklısın abi ama yine de bir şey yapmak lazım”.dedim
Önce mahalledeki erkek berberle konuştum. Berber ben “saçlarının tıraşını ücretsiz yaparım bundan sonra gelsin yanıma ” dedi. Sonra sağdan soldan da birkaç kıyafet bulduk, topladık Arif için. Sonraki gün yine geldi Arif bu sefer elinde su şişesi sokaktaki ağaçları suluyordu. Gittik yanına.
“Selamün aleyküm, kolay gelsin, n’aparsın öyle?”
“N’apalım, insana insandan fayda yok, bak bu sessiz kullara en azından suladın mı, güzel baktın mı yemiş veriyor, o da yoksa gölgesi ferahlatıyor işte.” dedi..
“Haklısın, haklısın abi, peki abi bu saç sakalın hali ne?”
Bir kestirsen dedik.
“Boşver kardeş böyle iyi hem param yok ki… ” dedi.
“Gel sen dert etme parayı. Bak, bizim berber gelsin, para almam ben. ” dedi.
“Gel, bu yaz gününde kes, hem rahatlarsın.
“Yok kir olur şimdi oralar, sonra berber kızar bana.” dedi..
“Yok merak etme kızmaz, biz onunla konuştuk, gelsin dedi.”
Berber Arif’i bir güzel tıraş etti. Yüzü gözü açılırken o güzel gözleri ortaya çıktı. Aynaya uzun uzun baktı “unutmuştum kendimi” dedi.
“Ee çoluk çocuk neredeler?’ dedik.
“Anam bakıyor bir yıldır arayamadım onları da, bir gün parkta uyurken telefonumu çalmışlardı. Zaten olsa da kontör yoktu arayamazdım ya… ” dedi.
“Gel, buradan ara,” dedik “bak tıraş da oldun, istersen şu kıyafetleri de giyin, görüntülü arayalım ananı.”.
Yeni giydiği kıyafetlerle aynada kendine baktı. Yüzündeki sevinç hepimizin yüreğine değmisti. Çevirdik numarayı, açtı anası telefonu. “Oğlummmmm” dedi gerisi ağlama hıçkırık…
“Ah sen benim oğlum musun neredesin, ne hale gelmişsin sen çok zayıflamışsın oğlum.” dedi anası.
“İyiyim, ana iyiyim şimdi daha da iyiyim, ellerinin tersiyle sildiği gözyaşları ile… Sonra arkada iki çocuk göründü babaannelerinin ardından.
“Babaanne, babamlam mı konuşuyorsun sen?”
“Evet yavrularım, babanız aradı sonunda” Sonra uzun bir sessizlik…
Duyulan sadece hıçkırık sesleriydi! Çocuklar ile baba uzun uzun ağladılar.
Çocukların en küçüğü:
“Baba gel artık, anasız babasız kaldık bir yıldır, gel, artık dön. Bize de anan baban yok senin, demesinler artık baba herkese seni göstereceğiz, bak babamız geldi diyeceğiz.” dedi.
Büyük olan çocuk ise daha suskun, içine içine ağlıyordu. Onlar ağlıyor, biz ağlıyorduk bu garip adamın hikayesine. Sonra biraz para toplayıp koyduk Arif’in cebine, bir de yol bileti aldık.
“Bak Arif, iyi insanlarda var. Sen de insana rast geldin, dediğin gibi. Sen sakın küsme hayata, bırakma çocuklarını orada boynu bükük” deyip İzmir’e el birliğiyle yolculadık Arif’i. Aradan altı ay geçti Arif’ten bir mektup geldi bize, içi teşekkürlerle dolu. Mektubun içine de çocukları ve annesi ile birlikte gülerken çekilmiş resmini koymuş bir de. Yine bilindik ama etkili dua ile noktalamış mektubunu.
“İnsana rast gelesiniz, rast gelsin işleriniz Allah razı olsun” diye.
Senin de Arif senin de, hep iyi insanlara çıksın yolun bundan sonra her daim!
Hayat işte, kime dokunsan ayrı bir hikaye ayrı bir imtihan ve o hikayede kendine çıkaracağın hep bir paye var iste!
Alabilenlere selam olsun…
Hepimizin yolları hep iyilere iyiliklere çıksın her daim.