NEVİN AKTEKİN GÜLFIRAT/BİR GARİP ADAM ARİF

BİR GARİP ADAM ARİF

Elinde  eski bir torba  ile  sokak sokak dolaşıyordu biraz hırpani garip kılıklı adamın biri..! “Demedim mi sana ben, demedim mi, insandan kaç demedim mi?” diyerek. Saçı başı karmakarışık ve kirliydi. Üzerinde eski püskü kıyafetler ile kendine birkaç numara büyük pantolonu vardı. Onun da belini bir iple bağlamış öylece etrafta  dolanıyordu bu garip adam. Belli ki bu mahalleye yeni gelmişti.  Onu  daha önce görmüş olsam muhakkak ki hatırlardım. “Bu garip adam da  kimlerdendir” diye düşünürken yanıma  gelerek para istedi benden;

 “Üç lira  var mı sende?”

“Var dedim  cebimden çıkarıp eline saydığım üç lirayı alıp  giderken bana;

– “İnsana rast gelesin” dedi ve gitti.

Arkasından öyle bakakalmışken mahallemizde bulunan fırına girdi, akşamdan kalmış  ekmekleri alıp  torbasına koyduktan sonra  yanındaki   bakkaldan da süt alıp  köşede bir yere oturdu. Sonra  tekrar ayağa kalkarak yolun kenarına atılmış  beş kiloluk boş  su şişesinin altını cebinden çıkardığı çakısı ile kesti,  içine de  süt doldurup etrafta dolaşıp miyavlayan minik kedi yavrularına  verdi. Kedi yavruları sütlerini  keyifle içerken o da onları bir köşede keyifle izliyordu.   Sonra torbasından  plastik bir  kap çıkardı, içerisine kalan sütü  döktü. Tabağın içine ekmek bandırıp  yerken içim burkuldu, adamın  bu haline dayanamadım. Lokantadan  bir çorba söyledim, çekinir diye de tembihledim,  parasını benim ödediğimi söylemesinler diye . Ürkek ve mahçup bakışlarla aldı çorbayı, başladı keyifle içmeye. Sonra da  yoluna gidip kayboldu sokağın tenhalarında. O gittikten sonra mahalle fırınının kapısından içeri girerek sordum.

“Abi bu adamın hali hal değil, tanır mısın onu?”

“O mu, adı Arif, kimi zaman  şu aşağıdaki kimsesizler evinde kalıyor, orada yer bulamadığı zaman da parktaki bankta yatıyor işte. Parası yok ki garibin  bir ev tutsun ya da pansiyon gibi bir yerde kalsın.”

“İzmir’in Alsancak mı neresi işte orada oturuyormuş bir zamanlar. İki de çocuğu varmış. Karısı onu ve çocuklarını bırakıp  bir başka adama gidince kahretmiş, vurmuş kendini sokaklara.” Oradan da buralara kadar gelmiş işte!

Geçenlerde sordum Arif’e; 

“Arif neden kalmadın İzmir’de? Bak buralarda sürünüyorsun.”  diye

“Abi, oralarda kalamazdım. Çok seviyordum karımı sonra onu görünce hazmedemez canıma kıyardım. Ya da onun canına… Ben de öylece çıktım evden, vurdum kendimi yollara. “dedi.

“Peki abi, ne yapabiliriz Arif için? Yazık, iki de çocuğu varmış, onlara da yazık!”

“Bilmiyorum ki bacım  ben anca ekmek verebiliyorum , biz küçük esnafız işte biliyorsun, kendi hanemize zor bakıyoruz.”

“Haklısın abi ama yine de bir şey yapmak lazım”.dedim

Önce mahalledeki erkek berberle konuştum. Berber  ben “saçlarının tıraşını ücretsiz  yaparım bundan sonra gelsin yanıma ” dedi. Sonra sağdan soldan da birkaç kıyafet bulduk, topladık Arif için. Sonraki gün yine geldi Arif bu sefer elinde su şişesi sokaktaki ağaçları suluyordu. Gittik yanına. 

“Selamün aleyküm, kolay gelsin, n’aparsın öyle?”

“N’apalım, insana insandan fayda yok, bak bu sessiz kullara en azından suladın mı, güzel baktın mı yemiş veriyor, o da yoksa gölgesi ferahlatıyor işte.” dedi..

“Haklısın, haklısın abi, peki abi bu saç sakalın hali ne?”

Bir kestirsen dedik.

“Boşver kardeş böyle iyi hem  param yok ki… ” dedi.

“Gel sen dert etme parayı. Bak, bizim berber gelsin, para almam ben. ” dedi.

“Gel, bu yaz gününde kes, hem rahatlarsın.

“Yok kir olur şimdi oralar, sonra berber kızar bana.” dedi..

“Yok merak etme kızmaz,  biz onunla konuştuk, gelsin dedi.”

Berber Arif’i bir güzel tıraş etti. Yüzü gözü açılırken o güzel gözleri ortaya çıktı. Aynaya uzun uzun baktı  “unutmuştum kendimi” dedi.

“Ee çoluk çocuk neredeler?’ dedik.

“Anam bakıyor bir yıldır arayamadım onları da, bir gün parkta uyurken   telefonumu çalmışlardı. Zaten olsa da kontör yoktu arayamazdım ya… ”  dedi.

“Gel, buradan ara,” dedik “bak tıraş da oldun, istersen şu kıyafetleri de giyin, görüntülü arayalım ananı.”.

Yeni giydiği kıyafetlerle aynada kendine  baktı.  Yüzündeki sevinç hepimizin yüreğine değmisti. Çevirdik numarayı, açtı anası telefonu. “Oğlummmmm” dedi gerisi ağlama hıçkırık…

“Ah sen benim oğlum musun neredesin, ne hale gelmişsin sen çok zayıflamışsın oğlum.” dedi anası.

“İyiyim, ana iyiyim şimdi daha da iyiyim, ellerinin tersiyle sildiği gözyaşları ile… Sonra arkada iki çocuk göründü babaannelerinin ardından.

“Babaanne, babamlam mı  konuşuyorsun sen?”

“Evet yavrularım, babanız aradı sonunda” Sonra uzun bir sessizlik…

Duyulan sadece hıçkırık sesleriydi! Çocuklar ile baba  uzun uzun ağladılar.

Çocukların en küçüğü:

“Baba gel artık, anasız babasız kaldık bir yıldır, gel, artık dön. Bize de anan  baban yok senin, demesinler artık baba herkese seni göstereceğiz, bak babamız geldi diyeceğiz.” dedi.

Büyük olan çocuk ise daha suskun, içine içine ağlıyordu. Onlar ağlıyor, biz ağlıyorduk bu garip adamın hikayesine. Sonra biraz para toplayıp koyduk Arif’in cebine,  bir  de yol bileti aldık.

“Bak Arif, iyi insanlarda var. Sen de insana rast geldin, dediğin gibi. Sen sakın küsme hayata, bırakma çocuklarını orada boynu bükük” deyip İzmir’e el birliğiyle yolculadık Arif’i. Aradan altı ay geçti Arif’ten  bir mektup geldi bize,  içi teşekkürlerle dolu. Mektubun içine de çocukları ve annesi ile birlikte gülerken  çekilmiş resmini koymuş bir de. Yine bilindik ama etkili dua ile noktalamış mektubunu.

“İnsana rast gelesiniz, rast gelsin işleriniz Allah razı olsun” diye.

Senin de Arif senin de, hep iyi insanlara çıksın yolun bundan sonra  her daim!

Hayat işte, kime dokunsan ayrı bir hikaye  ayrı bir imtihan ve o hikayede kendine çıkaracağın hep  bir paye var iste!

Alabilenlere selam olsun… 

Hepimizin yolları hep   iyilere iyiliklere çıksın her daim.