KAPADOKYA GEZİSİ
PART 1
Kapadokya bilindiği üzere, milyonlarca yıl önce Erciyes, Hasan Dağı ve Göllü Dağı’nın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların aşınması ile ortaya çıkan, başında şapkası olan, konik biçimli kayaların yoğun olduğu, çok otantik bir doğa harikasıdır.
Peri bacalarının şekillerinin nasıl bu kadar komik göründüğü konusu bilim insanları tarafından hala araştırılmaktadır. Milyonlarca yıldır orada duran bu fedakar kayaları benim ilerlemiş yaşıma rağmen henüz görmemiş olmam bir eksiklik. Terki diyar ettiğimde melekler sorsa bana:
‘’ Kapadokya’yı gördün mü bre fani?‘’
Utanırım bu durumdan! O kadar emek vermişler. Bizim için peri bacalarını yapmışlar. Demezler mi, hiç mi merak etmedin kardeşim?
PART 2
Oğlum üç günlük tur gezisine tek başıma katılmam konusunda biraz endişelendi. Düşer bir yerimi kırarsam kemiklerimin kaynaşması zor olur diye. Hatta tembih etti bana. ‘’ Anne, otobüse biner binmez bir genç kızı gözüne kestir, ona yapış, çocuğu üç gün tura katıldığına pişman et.’’ dedi.
Nitekim aynen öyle oldu.
Bahar günlerinden biriydi, hangisi olduğunu unuttum. Gece vakti Kocaeli’nden otobüse bindim. Karanlıkta baktım bir genç kızın yanı boş kalmış. Sessizce ilişiverdim yanına. Kız başına gelecekleri önceden deneyimlemiş olacak ki uyuma taklidine geçti hemen. Gözümden kaçmadı.
İlk vukuatım cep telefonumun şarjını doldurma eyleminde, şarj kablosu yerine adaptörü prize sokmak için ısrarım sonucu oluştu. Tam adaptörün fiş girişleri kırılacakken kız kibarca müdahale etti. Ben de utanma belası ‘’ Karanlıktan göremedim çocuğum.’’ diyerek durumu idare etmeye çalıştım. Hem de bir zamanlar mühendis olduğumu araya sıkıştırdım ki hakkımda hatalı bir malumat oluşmasın diye.
PART 3
Sabah oldu. Oğluma merak etmemesi için çektiğim mesajları yanlışlıkla tur rehberinin ‘whatsapp’ hesabına yollamak dışında şimdilik bir vukuatım yok gözüküyor. Allah’tan tur hizmetleri ve rehber hakkında olumsuz bir lakırdı etmemişim.
İlk gezi mahalli Melendiz Kanyonu. Bir rivayete göre iniş-çıkış toplam üç yüz doksan dört merdiven var Ihlara Vadisi’ne inebilmek için. Ben de otobüste birkaç kişinin genç gösterdiğim övgülerine kanarak bu zorlu parkuru deneyimlemeyi göze aldım. Üstüne bir de durmadım, vadide ne kadar kaya kilisesi ve ören yeri varsa uzunlamasına da epey yol kat ederek onları da tavaf falan derken çıkışta bayağı zorlandım. Merdivenlerin yarısına gelmeden burnumdan kan geldiğini söylediler çevremdekiler. Bu sayede popülerliğim artmadı değil hani. İyi ki burnum kanamış, yoksa gidebilirdim de tahtalı köye. Tur parasını henüz çıkaramadan yazık olurdu hem de…
Bu arada, otobüste yanına oturduğum kız çocuğu ile arkadaş olduk. Çocuk dediğime bakmayın siz. Aklı başında, yetkin ve bilinçli bir genç kadın. Sevdi beni sanırım. Diğer zamane kızları gibi resim çekmeye düşkün haliyle. ‘’ Abla, sen ikimizin resimlerini çeker misin? ‘’ dedi. ‘’ Memnuniyetle yavrum, ne demek… Elbette… ‘’ dedim. Sonradan anlaşıldı ki telefonun uzaktan kumanda çubuğunun girişini yapmamışım. Çok utandım ama bu duygumu belli etmek istemedim. O’na farkında değilmişim gibi yaptım mecburen.
PART ( Bu partın sayısı kaçtı? Karıştırdım bak şimdi. :)) )
İlk gece kaldığımız otelde başıma oldukça eğlenceli bir durum geldi. Onu da yazayım. Kapı ve oda ışığı kartla açılıyor biliyorsunuz. Yorgun argın geldim. Kartı antredeki hazneye yerleştirdim. Işık yandı haliyle. Tam tuvalete yöneldim ki o da ne? Birden sönüverdi. Tam on beş hamlede bu eylem tekrarlandı. Ben de ne yapayım, hızlı çekim metodu ile nasıl yatağıma yattıysam artık… Sabah resepsiyondan aranınca gözümü zor açtım.
PART ( Sayı vermekten vazgeçtim şu an itibarı ile. Ya da tüm part durumlarını kaldırayım iyisi mi. Güya okurun ilgisini çeker de sonuna kadar okur diye düşünmüştüm.)
Yeri gelmişken gençlerin tarihe geçmek konusunda azimlerine hayran kaldım bu gezide. Her buldukları kaya mağarasına ya da kiliseye çakı ile ‘’ Bursa’lı Osman Acar buradaydı – Ahmet Ayşe’yi çok sevdi ‘’ tarzında duvar yazısı döşemişler. Akılları sıra on binlerce yıl sonrasının Muazzez İlmiye Çığ’ının bu duvar yazılarını zamane dili ne ise artık, ona dönüştüreceğini düşünüyorlar. Halbuki yazım hataları ile dolu, karga burga yazıları kadıncağız nasıl tercüme etsin. Üstelik -de-da eklerini de ayrı yazmamışlar. Havuç kadar akıl yok bu çocuklarda.
Ertesi gün şarap yapım imalathanesine ve satış yerine götürdüler. Maksat satış olsun, yerel esnaf turizmden para kazansın. Ben içki içmem üzerinize afiyet… Ama bizim komşu kadın çok içiyor. Her şeyin çoğu zarar değil mi? Tezgahlarda şov için tadımlık kuru yemiş-peynir falan sergilemişlerdi. Bedava diye onlardan bol bol yedim. Hatta cebime de doldurdum. Artık turizmi de öbür turistler kalkındırsın. Benden bu kadar! Tura katılmam yetmez mi?
İnsan Ihlara Vadisi’ne gider de balonla göğe yükselip sabahın şafağında, o otantik ve büyülü havayı solumadan geri döner mi? Döner…Döner… Buz gibi döner! Fiyatlar çok astronomik. Bu para da yerli turistin zengininde ve yabancı turistte var haliyle. Hele yabancı turist için cennet bu ülke. Milli paramız pul olduğundan onlar bozdurup bozdurup harcasınlar. Oh, ne güzel dünya!
Nitekim, ben de sadece sabah ATV turuna çıkabildim. Benim kızla ATV de dengemizi ayarlayamadığımızdan, yana devrilme tehlikesi geçirdiysek de salimen geri dönmeyi başardık. Konvoyu çeken delikanlı çok sertti. İkide bir hepimize ‘’ Madem süremeyecektiniz, neden bindiniz ATV ye? ‘’ diye bağırdı. Balon müşterisine de bağırsın da göreyim onu. Bizi ezikledi tabii. Paramızla rezil olduk anlayacağınız.
Bizim rehber tanıtımlarda karşılıklı soru-cevap üslubu ile anlatıyordu bilgileri. Hani herkesin ilgisini sıcak tutmak amacı ile. Yanlış bir taktik diyemem ama Hacı Bektaş Müzesi’nde o kadar çok soru sordu ki ben de acaba eksik bilgilerini tazelemek için mi böyle yapıyor diye merak uyandı doğrusu. Genellikle göz göze gelmemek için havaya bakarak durumu idare ettim. Öğrencilik yıllarından kalma bir taktik bu bendeki. Allah’tan aramızda bir tarih öğretmeni varmış da yüzümüz kara çıkmadı ekip olarak.
Bu arada belki başka rehberler değişik bilgiler de veriyorlardır diye sanki onların gruptanmış gibi yanaşıp kulak kabartmadım değil. Bir grupta yaşlıca sakallı bir amca ( Amca dedim ama belki de benden küçüktür. Bana ne… O da sakal bırakmasaydı… ) dikkatimi çekti. Her peri bacasında hayret ve hayranlıkla ellerini havaya kaldırıp ‘’ Allah neler yaratıyor’’ deyip dua ediyordu. Bacaların fallusu andıran görüntülerini düşününce içimden Allah’ın bir bildiği vardı ‘zaar’ diye geçirdim. Ülkem halkının çoğunluk nüfusunun bu fan fin fon işlerine takıklığının da yaratılışın kökenine inen anlamı bu olsa gerek. Karşı mı gelelim bu ilahi emre!
Demek ki yani…
Hepimizin adına da faydası olmuştur bu duaların umarım. Bize de geri dönüşü olsun diye dedim. Sonuçta ben de tura katıldım. Emek verdim. Para da verdim üstelik! Amin…
Sevgili arkadaşlar…
Daha devam edip katıldığım Türk gecesi eğlencesini, Derinkuyu Yer Altı Şehri’ni ( Bu arada insanlar çok eski zamanlarda saldırılara karşı bu yer altı meskenlerini yapmışlar fakat şimdiden söyleyeyim; ebeveyn banyosu yok.) yazmaya niyetim vardı. Ama tahminen çok uzadığı için bu kısımları bile okumadınız. Okumadıysak niye yazına devam ediyorsun derseniz de siz de haklısınız. Bu okuma işini de fazla dilime dolamamın nedeni de şu: Laf aramızda ben de çok uzun yazıları tam okumadan beğendi koyuyorum. Bir keresinde facebook arkadaşım uzun bir öykü paylaşmış. Ben görür görmez bastım beğendi imini. Ne bileyim on saniye önce paylaştığını. Rezil olduk o ayrı. Siz siz olun biraz okuma payı zamanı bırakın. Benden söylemesi.
Seviyorum memleketimi. Hepimizi birlikte seviyorum.
Dostluk ve eşitlik duygusu ile kalın!