ARİF’İN GÜL AYŞE’Sİ
Arif henüz yirmili yaşlarındaydı. Babası, Arif okusun istemişti ama o, çocukluğundan itibaren babasının fırıncı dükkanında çalışarak ona yoldaş olmayı tercih etmişti.Bir gün, babası işleri büyütmek için yüklü bir döviz borcuna girdi. Ancak kısa bir süre sonra Türkiye’de devalüasyon olunca döviz kurları hızla artmış ve bu durum borçlanmış olan babasını, borcunu ödeyemeyecek hale getirip finansal sıkıntı içine sokmuştu. Sonrasıysa bir sürü ödenmeyen borç ve iflas süreci…
Tam da o günlerde, Arif’in arkadaşı Recai, Almanya’nın işçi aldığını duymuş ve hemen yurtdışında iş bulan kuruma başvurmuş ve bu başvurusu kısa bir sürede olumlu şekilde sonuçlanmıştı. Recai; “Hadi gel sen de başvur gardaş. İkimiz beraber gider, paramızı biriktirip sonra yine beraber yurda döneriz.” dedi Arif’e. Olur mu olmaz mı derken Arif de, Recai’ye iş bulan kuruma başvuruda bulunurken buldu kendini. Bir ay sonra, onun da başvurusu olumlu sonuçlandı.
Arif bir taraftan çok sevinmişti ama diğer taraftan da sevdiklerinden ayrılmak zor geliyordu. Kendini gitmeye mecbur hissediyordu. Babasının bir elinde sigara, düşünceli düşünceli uzaklara bakan gözlerindeki o kederli haller hiç geçmeyecekti yoksa. Bir de döviz borçlarından dolayı eve ya haciz de gelirse! Ne yaparlardı?
Babası gururlu bir adamdı. “Haciz gelirse ya çok daha fazla üzülüp kalp krizi filan geçirir ya da bunalıma düşüp kendine zarar verirse ben ne yaparım?” diye de düşünmekten kendini alamıyordu Arif. Bu düşünceler onu boğduğu için hemen kesin kararını verdi; Almanya’ya gidecekti.
Gurbet türkülerini sevdiren, memleket hasretiyle yanıp tutuşturan Almanya’ya, ya da gurbetçilerin söyleyişiyle “Alamanya’ya” gitmekten başka çaresi de yoktu zaten onun. Gurbetliği, gurbetçi olmayı ancak yaşayan bilirdi. Arif çok duymuştu gurbet türkülerini, gurbet hikayelerini ve işte şimdi de ona gurbet yolu gözükmüştü.
Eve girdi. Ailesine durumu anlattı. Herkes üzgündü ama başka çareleri de yoktu.
Arif, eşyalarını topladı. Özleyecekti ailesini, dostlarını… Almanya’dayken doya doya bakıp özlem giderebilmek için sevdiklerinin resimlerini de bavula yerleştirdi. Ya sevgilisi Gül Ayşe? Ona hediye ettiği Edip Cansever’in “Yerçekimli Karanfil” kitabını eline aldı. İçinden sevdiğinin resmini aldı öptü ve sonra da ceketinin sol cebine yerleştirdi.
Kitabın açık sayfasına ilişti gözü;
“İçinde uçtuğum gözlerin,
Yolların gidişine,
Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Gülümsedi sanki içindeki durumun tam da özeti buydu. Kitabı da özenle bavuluna yerleştirdi. Artık bavulu da hazırdı. Dışarıya çıkarak soluğu Gül Ayşe’nin kapısının önünde aldı. Uzun uzadıya ıslık çaldı. Nihayet ıslığı duyup tanıyan Gül Ayşe’si pencerenin perdesinin kenarından gözüktü. Bir süre işaretleştiler. Bakkala gitme bahanesi ile evden dışarı çıkınca öbür sokağın kuytu bir köşesinde buluştular. Arif keyifsiz bir şekilde başladı konuşmaya; “Gül Ayşe, sana bir şey söylemek zorundayım. Hani sana, Almanya’ya gitmek için iş başvurusunda bulundum diye bahsetmiştim ya, işte o başvurum kabul edildi.
Bana Almanya yolu, gurbet gözüktü Gül Ayşe. Lütfen bana sık sık mektup yaz. Gurbet ellerde senin mektubunla güç bulacağım. Bakkal Seyfullah’a da söyledim sana yazdığım mektupları onun adresine yollayacağım, o da sana ulaştıracak. Hiç gitmek istemiyorum ama babamın şu borçları bitsin sonra da senin başlık paranı biriktireyim geri döneceğim Gül Ayşe. Bekle beni sevgilim.”
Gül Ayşe gurbete gidecek olan sevgilisine sımsıkı sarıldı kokusunu içine çeke çeke… Arif, Almanya’da kalacağı adresin yazılı olduğu kağıdı verdi önce Gül Ayşe’ye. Sonra cebinden ikiye kırılabilen kalpli bir kolye çıkardı. Kalbi iki parçaya ayırdıktan sonra bir yarısını Gül Ayşe’ye verdi, diğer yarısını kendine aldı ve sevgilisiyle son bir kez daha sarılarak vedalaştı.
Arif, Almanya’da geçirmeye başladığı gurbet günlerinde, tabiri caizse yemedi içmedi gündüz ayrı gece ayrı bir işte çalışarak para biriktirmeye başladı. Gurbetlik zordu. Sevdikleri yanında değildi. Hastalandığında ne bir çorba yapanı vardı ne de nasıl oldun diyeni? Bu zor gurbet günlerinde onu mutlu eden tek şey, Gül Ayşe’sinin gül kokulu mektuplarıydı. Nihayet babasının borcu bitmiş, başlık parasını da biriktirebilmişti Arif. Dönüşü çok yakındı artık ama bir yıl için gittiği Almanya’da tam iki yıl iki ay kalmıştı. Sevdiklerinin özlemi burnunun direklerini sızlatıyordu resmen. En çok Gül Ayşe’nin hasreti yakıyordu içini. İki üç aydır mektupta gelmiyordu sevgilisinden. “Sefo abi ne oldu? Acayip meraktayım. Gül Ayşe’nin mektupları neden gelmiyor?” diyerek mektup yazmıştı bakkal Seyfullah’a.
İşte cevap gelmişti bakkal Seyfullah’tan. “Arif kardeşim. Gül Ayşe artık yok.” diye başlayan mektubun gerisini okuyamadı o an. Olduğu yere yığıldı kaldı. Bir süre sonra kendine geldiğinde, bakkal Seyfullah’ın sesi yankılandı mektup sayfasında; “Gül Ayşe’nin babası, kumar oynadığı bir akşam tüm parasını kaybedip üstüne bir de borca girmişti. ‘Kumar borcu namus borcu.’ deyip borcunu kızının başlık parasına sayarak, Gül Ayşe’ye de hiçbir şey sormadan kumarda kaybettiği adama vermiş Gül Ayşe’yi. Daha doğrusu satmış kendi öz kızını. Babası yaşında olan ve tanımadığı bu adam ile evlenmek istemeyen Gül Ayşe’ye ‘Rızan var mı bu evliliğe?’ diye soran bile olmamış. Ama yine de Gül Ayşe tüm cesaretini toplayarak babasına; ‘Gurbet elde bir sevdiğim var benim. Baba ne olur beni sevmediğim birine verme. Benim kalbim başkasında. Hem bu yaşlı adam neredeyse senin yaşında!’ dediğinde sert bir tokat inmiş suratına ve babası Gül Ayşe’yi düğün gününe kadar evde bir odaya kilitlemiş. Ancak, Gül Ayşe düğün gecesi vurmuş kendini. Yere cansız bedeni yığıldığında da, elinden yarım kalpli kolye düşmüş.” Bizim deli Yakup’u bilirsin. Bu olay köyde duyulunca, almış sazı eline ve
“Yazık oldu
Gözyaşı sel oldu
Üç kuruş kumara
Satıldı Gül Ayşe
Namlu ucunda keder
Bu nasıl kader
Olmaz olsun böyle baba
Yazık oldu sana Gül Ayşe”
diye başlayan Gül Ayşe türküsünü yazmış.
Dilden dile söyleniyor birkaç aydır senin Gül Ayşe’nin türküsü…”“Gül Ayşemmmm!” diye hıçkıra hıçkıra ağladı saatlerce, yorgunluktan sızıncaya kadar. Kendine gelip gözlerini açtığındaysa kara saçları olmuş ak. Köylerine dönmeye hazırlanan arkadaşı Recai’nin tüm ısrarlarına rağmen, Arif ne köyüne ne de Türkiye’ye bir daha dönmemiş. oynundaki yarım kalp gibi aşkı da, kendisi de hep yarım kalmış. Tek tesellisi dinlediği yanık türküler olmuş. Türkülerde bulmuş, türkülerde yaşamış Gül Ayşe’sini.. Memleket hasretini…Arif’in tek bir vasiyeti olmuş;
“Gül Ayşe’nin Arif’i yazın mezar taşıma, ve üzerine de bu yarım kalpli kolyeyi asın.”