Güz Cücüğü
Güz söktü, geçti; aniden kış bastırdı. Gece çıplak, yıldızlar tek tek sayılıyordu. Serçe Mimi, gece boyunca heyecan ve sabırsızlıkla havanın aydınlanmasını bekledi. İçinde tarifsiz bir heves ve sınırsız bir heyecan… Uyku dolu gözlerle sağa sola bakınıp kanatlarını açıp gerdi. Merhametsiz bir dürtü ve nereden geldiği belli olmayan tuhaf bir cesaretle azıcık kanat çırptı. Hava henüz aydınlanmamış, semt pazarında kimsecikler yoktu. İleride tünemiş anne ve babası hâlâ uyuyordu. Soğuk, paslı demirler üzerinde sekerek ilerledi. Mahyanın tam ucuna geldi, ürkek ve yan gözle aşağıya şöyle bir baktı. Karanlık ve yüksek… Aşağıda ara ara ışık vurdukça belli belirsiz gölgeler kımıldıyordu. Gözleri büyüdü. Geri döndü. Estetik ve mimarisini kaybetmiş, artık bir çöp yığınını andıran darmadağınık yuvasına sekerek ilerledi. Vakit yaklaştı, uçmalı… Artık ihtiyacı olan tek şey bir zafer.
Pazarcıların ekmek kavgası alacakaranlıkta başladı. Mahmur gözlerde uyku… Halden alınan sebze meyveler kamyon ve kamyonetlerden indirildi. Kim bilir ne zaman yıkanmış önlükle silinip tek tek parlatıldı. Çürükler arkaya, iyileri müşteri tarafına titizlikle dizildi. Tezgâhların etrafında ince telden gergiler, üstünde kırmızı renkli tenteler… Boş kasalar bir köşeye dağ gibi yığıldı. Bir bağırış bir gürültü ve pazarcıların gün yüzü görmemiş küfürlü şakaları ortalığa yayıldı.
Serçe Mimi, bir kez daha aşağı baktı, tezgâhta lezzetli bakliyat taneleri… Kör karanlıkta eski püskü araçlarla pazara gelip yere çöreklenmişti, başı yazmalı ayağı lastikli köylüler. Annesinin anlattığına göre çok merhametliydiler. Mimi, kolaylıkla yiyecek bulabilsin diye köylülere yakın, bakliyat tezgâhının üstündeki çatı demirine yuva yapmıştı anne ve babası. Baharda, gençlik hevesi ile şehrin ana caddesinde akasya ağacına özensizce yapılan yuva, kırkikindi yağmurlarıyla darmadağın olmuş, Mimi’nin henüz yumurtadaki iki kardeşi yere düşüp pusuda bekleyen açgözlü canavar kargalarca gagalanmıştı. Vasat bir mimariyle yapılmış evlerin çevrelediği semt pazarının çatı demirleri ikinci yuva için iyi bir tercih, ancak yavru çıkarma mevsimi için epey geç sayılırdı. Mimi, güzün yumurtadan çıktığında akranlarına göre zayıf ve hayli çelimsizdi.
Gün henüz ışıyor, ufukta ince ince hâleler… Demirler üzerinde seken Mimi, arzu ve heyecanla kanat çırptı. Uçmayı henüz öğrenmiş arkadaşları cıvıldaşıp neşeyle yandaki demire kondular. Gözlerde Mimi’ye kinayeli bakış… Amaçları, onun ilk uçuşuyla alay edip eğlenmek.
Bir kanadını yelpaze gibi açarak arkaya uzatıp gerdi, bütün vücudunu esnetti. Ardından birkaç kanat çırpıp içlerine umut doldurdu. Yüzünde garip bir güven. Yürüdü mahyanın ucuna, heyecanı arttı. Çaktırmadan aşağıya ürkek bir bakış fırlattı. Yüksekti. Soğuk, sevimsiz bir esinti yüzünü yaladı. Umutsuz gözleri karardı. Aşağısı fluydu, bakamadı. Yan demirde sekilenmiş arkadaşları da ona flu gözüktü. Sekerek geriye çekildi. Korku dolu yüzü ekşidi. Cıvıldaştı diğer serçeler. Biri, azımsanmayacak derecede maharetle Mimi’nin uçma taklidini yapıp alay etti, diğerlerini gülmekten kırıp geçirdi. Serçeler hep birlikte sevinçle havalandılar. Neşeyle uçup öteki demire kondular. Kendi aralarında cıvıldaşıp Mimi’ye bakıp güldüler. Konuşulanlara merak sardı çelimsiz Mimi. Sekerek yanaşıp kulak kabarttı.
İlgisiz gibi dursa da ne var ki çokça etkilenmişe benziyordu. Eğilip kuşkulu gözlerle pazar tezgâhlarını inceledi. Köylülerin ayağına giydikleri kara lastikler uzaktan ona kuzgun gibi göründüler, içi ürperdi. Boynunu kıstı, tüylerini kabartıp silkindi, top gibi yusyuvarlak oldu. Mimi, köylü pazarcıları yakından hiç görmemişti, lastik ayakkabıları da… Onları yakından görmek, ufaladıkları ekmek kırıntılarını atıştırmak için aşağıya uçması gerekiyordu. Bu gerçeğin farkındaydı. Eğer hayatında yeni bir şeyler istiyorsa cesaretle hareket etmeli. Değişime direnç, elbette yerinde saymaktı. Değişim olmadan yeni şeyler imkânsız. Sadece şu paslı demirler üzerinde sekerek gezinmek işe yaramıyor. Oysa o bir serçe ve artık uçmalıydı.
Diğer serçe atıldı: “Geçenlerde bakliyat tezgâhının oraya bir hamlede uçtum. Hemen önüne kondum. Bir görseniz tezgâhı, her şey var; bulgur, mercimek, pirinç… En lezzetlisi de firig”
“Firig ne?”
“Sen hiç yemedin mi? Çok lezzetli, önce yere konuyorsun, sonra etrafı gözetleyip bir hamlede tezgâhın üzerine! Bulgurcu görmeden ne istersen yiyebilirsin, her şeyden öbek öbek.”
Mimi, iyice kulak kabarttı. Anlatılan tecrübeleri aklına not ediyordu.
“Demek öyle!”
“Tabii ki!” dedi, beriki. Ama çok dikkatli olmalısın. Bulgurcu görmeden hemen tezgâhın altına saklanmalısın. Orası kuytu ve karanlık, orada seni kimse göremez.”
Öteki: “Ben karanlık kuytuları sevmem. Annem kuytulardan havalanmak zor olur diyor. Bir de kuytularda kedi canavarı olurmuş. Kuyrukları yere değerek, yavaş yavaş sürünüp kıpırdamadan bekler, bir hamlede yakalarmış.”
Kedi lafını duyan Mimi’nin yüreğine bir ürperti yayıldı, iyice kulak kabarttı. Annesinin hep bahsettiği kedi canavarını hiç görmemişti. Dik kulaklı, keskin dişli, siyah, beyaz veya kahverengi… Her neyse işte sonuçta korkunç görünümlü, bıyıklı ve uzun kuyruklu…
Beriki “Ay ne feci! Ben çok korkarım kedi canavarından!”
“Ben de!” dedi, öteki.
Beriki: “Kedi canavarından korkarsan firiği unut o zaman.”
Mimi dayanamadı. Sekerek yaklaşıp çekinerek sordu: “Tadı nasıl?”
Kibirle dudak büktüler serçeler. Birisi, bilgiç tavırla: “Harika! Ama çok tehlikeli, yani sen yapamazsın! Bakliyat tezgâhına kadar uçman gerek! Önce yere konacaksın sonra tezgâhın altına. Sonra yavaş yavaş çıkacaksın. Üç kere sekip bir kere sağı solu kontrol edeceksin. Tekrar uçmak için tetikte olmalısın. Ardından bir hamlede tezgâha çıkıp bulgurcuyu gözetleyeceksin. Öbekleri dağıtırsan kafana süpürgeyi yersin.”
“Ama ben öyle yapmam!” dedi, Mimi cesaretle.
Beriki alaycı tavırla atıldı: “Nasıl yapacaksın o halde!”
“Ben! Ben!” dedi, düşünüp kekeleyerek. Konuşurken kelimeleri evirip çevirse de yüzüne yayılan bariz endişe hemen fark ediliyordu. “Ben gider doğrudan firig öbeğine konar, uçarken de kanatlarımla bir kısmını yere savururum. Sonraki uçuşumda tezgâh altına saklanır, böylelikle dağıttığım öbekten yere dökülenleri tek tek toplarım.”
“Tamam! Sen öyle yap o zaman!” dedi öteki. “Daha aşağı bile uçamıyorsun da!”
Hep bir ağızdan alay ederek cıvıldaştı serçeler: “Uçamıyorsun daha!”
“Gözü de az görüyor bunun!”
“Sen kim, uçmak kim? Hah! Hah! Hah!”
“Sarıağız ne olacak!”
“Güz Cücüğü işte!”
“Firigleri dağıtacakmış! Sen önce kanat çırpmayı öğren!”
“Uçacağım!” diye bağırdı Mimi. “Hepiniz göreceksiniz, uçacağım!”
Güneş, iyiden iyiye yükselirken Mimi’nin sabahtan beri içinde büyüttüğü uçma ümidi kırıldı. Arkadaşlarının insafsız alaylarından bıkıp usanmıştı artık. Hırpalanan ruhu yeterince yorgun düşünce özgürce havada uçup süzülme hevesi de kaçtı. Serçelere isim dağıtılırken Mimi henüz yumurtadan çıkmamıştı. Anne ve babası kalabalık caddelerin kaldırımlarını süsleyen akasya ağacının çatalına yaptıkları yuva, ikindi yağmurlarıyla dağılıp hüsranla sonuçlanınca, ikinci denemelerinde kapalı pazar yerinin çatı aralığını seçmişlerdi. Ancak, mevsimin sonuna doğru yapılan yuvada yumurtadan çıkan Mimi, gelişimini tamamlayamamış, akranlarına göre ufak tefek ve cılız kalmıştı. Yaşıtı serçelerin bedenlerine ve kanatlarına ergenliğin işaretleri yapışırken onun bedenine henüz uğramamıştı bile. Onun bir adı vardı ama arkadaşları onu aşağılamak için gelişmemiş gagası yüzünden “Sarı Ağız” ya da cılız olduğu için “Güz Cücüğü” diyorlardı.
Az sonra birkaç serçe daha geldi. Mimi’nin yakınına kadar sokuldular. Amaçları onu iyice korkutmaktı. “Sadece kedi canavarı değil, annem karga canavarından da uzak durmamızı tembihledi. Bir gaga darbesiyle beynimizi deliyorlarmış!”
Bütün vücudu ürperdi Mimi’nin. Korkudan titremeye başladı. Minicik kalbi gümbürdüyordu. Canavar lafını duyunca hemen yuvasıyla arasındaki mesafesini gözden geçirdi. Kaç adımda sekerek tekrar yuvasına dönebileceğini zihninden hesapladı. En tehlikesiz, en güvenilir yer yuvası. Anlatılanlara göre karga canavarı kedi canavarı gibi sadece yerde değil, havada da onlar için büyük tehlikeydi. Arkadaşlarının anlattığı korkunç tecrübeler onun uçmak için günler öncesinden içinde toplayıp biriktirdiği bütün cesareti söktü aldı. Hayatta en korkunç olanı da tam uçmak üzereyken cesaretin kırılması… Garip bir hüzün yüzünü kaplarken artık yapacağı bir şey kalmadı. Ruhunda özgüven taşımayan bir çift kanat neye yarar ki!
Eşsiz bir ikindinin akşama yakın bölümü… Serçeler uçabilmenin sevinciyle neşeyle cıvıldaşıp genişçe kanat açtı. Cıvıldaşmaları kulak çınlattı. Mimi’nin yanından aşağı, dut ağacına doğru mutlulukla süzüldüler. Yapraksız ağaçta sonsuz sayıda kuş… Dalları kırılacaktı kuşlara gebe ağacın. Ağaçtan pazara doğru uçuşurlarken gözleri bakliyat tezgâhında… Başı yazmalıların yanında neşeyle toplaştılar, kanatların yankısı boynu bükük Mimi’nin kulaklarında… Üzgünce açtı kanatlarını Mimi. Onlarla birlikteymiş gibi taklit edip kanat çırptı. Uçamadı. Pazardaki tek tük kıpırtılar çekilirken hava iyice karardı. Aslında bir iki deneme daha yapacaktı kış karanlığı bu kadar erken bastırmasa. Putreller üzerinde sekti, hüzünlü bir yalnızlıkla yuvasına döndü. Silkindi. Sarı gagasını sokuşturup annesinin tembihlediği kanat aralarını sıkıntıyla temizlemeye koyuldu.
Ertesi gün güneşin eğik kızıllığı yeryüzüne serilirken uyandı. İri gölgesi uzadı. Tüm cesaretini toplayıp aşağıya baktı. Etrafta boş kasalar… Pazarcıların çirkin çığlıkları yükseldi. Şişman, bıyıklı bir pazarcı kırmızı elmaları önlüğüyle silip parlatıyordu. Kısa süren sıkıcı bir kararsızlık… Putrelin tam ucuna geldi, “Aşağı bakmamalıyım!” Ansızın beliren uçma tutkusuna engel olamadı. Kenetli sarı gagası, çatık kaşları, kendinden emin duruşuyla muhteşem bir şahini andırıyordu.
Gözlerini sıkı sıkıya yumdu ve karşı konulmaz bir istekle aniden kendini boşluğa bıraktı. Kanatlarına dolan hava, yüzünde serin bir efilti; sanki sonsuzluğa uçuyordu. Hızla kanat çırptı, galiba oluyor. Bir süre yan yan acemice uçtu. Oluyordu işte, başarıyordu! Kapalı gözlerini tereddütle açtığında önündeki her şey fluydu. Tam da konacağı yeri hesaplarken aniden önünde beliren tentenin gergi teline çarptı. Teli önceden fark edememişti. Kanat çırpma ritmi ve dengesi bozuldu. Ne olduğunu anlayamadan yere kapaklandı. Yerdeki her şey ona çok büyük ve tuhaf göründü. Korkudan çırpınıp havalanmaya çabaladıysa da başaramadı. Anne ve babasının acı çığlığı yeri göğü inletiyordu. Mimi, etrafın büyüsüne kapılmış şaşkın halde beklerken kasaların arasındaki karanlık kuytudan bir çift göz parladı. Onu izleyen canavarın keskin bakışlarını üzerinde hissetti. Minik kalbi korkuyla gümbürderken bir ürperti tüm omurgasına yayıldı. Uzun kuyruklu kocaman, siyah bir kedi tezgâhın altından ok gibi fırladı, onu bir hamlede dişlerinin arasına alıp kıstırdı. Kedinin sert bıyıkları Mimi’nin kafasına değiyordu.