Sanat ve Sanatçı Nedir? Bahadır Baruter Üzerine Düşünceler
“Yaratım, merkezden ne kadar uzaksa o kadar bağlıdır; merkeze yaklaştıkça özgürleşir.”
Birey, etkilendiğini düşündüğü nesnenin dışında var olduğunu düşünür. Aksine bu zihinsel bir süreçtir. Birey; fiziksel harfler, görüntüler ve vurgular aracılığıyla kimliksiz fikirlerini örtüştürür. Kısacası henüz kimliğe bürünmemiş içsel sürecimiz, adlandıramadığımız fikirlerimiz dışarıdan bir dayanağa yaslanır.
Tinsel özgürlük, olmayı amaçladığı şeyin biçimini; kimi zaman sözel göstergelerden kimi zaman sembolizmden; yani referans nesnesi her ne ise ondan yola çıkarak belirginleştirir. Bu belirginlik etrafına yarattığı etki ile niteliğini her defasında günceller. Kısacası bir his ürünü alıcının bilinci ile pekiştirildiğinde alıcının görüşü, ürünü izlenimsel olarak yeniden tasarlar. His ürünleri verilerini izlenimden, izlenim ise verilerini his ürünlerinden alır. Bu noktada araç ise duyularımız olur.
Duyularımızın işlediği tüm veriler aygıtımızda [beynimizde] belleklenir. Bellek ise en dinamik hale gelmiş düşüncelerini ürüne uyarlayan bir bilinç deposudur. Fakat buradaki tek belirleyici etken dinamiğin kendisi olduğunu düşünmek yanlıştır. Beynimiz bulunduğumuz an ve konum itibariyle de bütünsel bir seçilim yaşar. Örnek verecek olursak ben şu an bunu yazıyorken yalnızca okuyup öğrendiklerimden değil, bulunduğum ortamdaki nesne ve içeriklerin bilinçaltımda yarattıkları etki ve birikim ile bulunduğum zaman-uzay konumunda zihinsel olarak evrimleştiğim nokta ve bulunduğum ortamın koşulları ile şekillenmiş vaziyetimden referanslarla yola çıkarak yazıyorum. Beynimde gerçekleşen bu olay örgüsünü ise yaşamım boyu karşılaştığım ve belirli bir ölçüde beynimin “gnostik” alanında sindirebildiğim kadarıyla metaforlar, terimler ve sözsel betimlemeler ile biçimlendiriyorum. Tinin özgürlüğünü alıyor, soyut imajineler ile tarif etmeye çalışıyorum da diyebiliriz. O halde bir var-olma durumunun içerikler ve biçimler ile imgesel bir boyut kazanması, içerisinde bulunduğumuz dünyanın kendi kadrajımızda modellenmesinin bir parçasıdır. Madde, titreşimin en zayıf frekansta olduğu halidir. Somut nesne, enerjinin en zayıf halinin maddesel göstergesi, somut nesneye yüklediğimiz anlamlar ise daha yüksek enerjideki “subtil” formların soyut imgelenişidir. Yani diyebiliriz ki maddenin aklımızdaki imgesi ve onun altında yatan kuvveti; tözsel, asli bir gerçekliğin yalnızca dıştan görünümü, tezahürüdür. Maddenin izlenimine yüzeysel olarak baktığımızda onun içsel donanımının kendi gözlerimizde, dışsal bir yanılsamada birikip kodlanmış bir modelleme yani bütün oluşturduğunu söyleyebiliriz. Bunun ötesine de geçebiliriz.
Modele dayalı gerçeklikteki görme sürecinde beynimiz optik sinirlerden bir dizi sinyal alır. Optik sinirin retinaya bağlandığı yerde kör bir nokta vardır ve görmenin gerçekleştiği yer ortasında delik bulunan bulanık bir resme benzer. Neyse ki beynimiz [aygıtımız] iki gözden geleni birleştirerek dış etkenlerden [çevreden] edindikleri izlenimi içsel varsayımı ile iki boyutlu verilerden üç boyutlu bir uzay-zaman izlenimi yaratır. Bu izlenimin iç yüzünü fark edemeyip görsel kadrajımızın tekil bir var oluşu olduğunu düşünmek hakikat ile çelişkilidir. Hakikat ise sonsuzdur, bir döngüye benzer, dairenin içine sıkıştırılmış her doğru, ihtimaller dizesindeki raslantısal ve kesişimsel sonuçlar ile yukarıda bahsettiğim gibi matematiksel yani analitik bir düzlemde zaman illüzyonunu doğurur. İhtimallerin yatkınlığı ise bu matematiksel seçilimler göre belirlenir.
Evren, matematik diliyle yazılmış bir şiir kitabıdır sözü ise burada tam yerine oturuyor. Elbette ki biz insanlar bir öngörüde bulunabilmek için insan bedenindeki katrilyonlarca molekülün her birinin başlangıç koşullarını anlayarak denklemlerini çözemeyiz; fakat gerçekliğimizi farklı bir nesneye yineleyerek yansımasını tekrardan yaratabiliriz. Aydın kişi ise bu göz formunun kendi yazgısını yapısöküm ile bozup simgesel olarak benzetme ve metaforlar yoluyla şiirsel betimlemeye benzeyen imgeler ile temsil ettiğinde hakikatin dış evrenini kendi prizmasından geçirerek yansıtabilen kişidir.
Esere benim gözümden bakarsanız göreceksiniz; organizmanın histerik semptomları, fobileri, saplantıları ve sanrılarının yaratılmasından sorumlu olan ruhsal süreç, imgeleri yoğunlaştırarak işlevsel hale getirmesinden sonra yeni yüzeyler yaratabilecek hale getiriyor ve bir iç dağılma sonucu düşsel bir yineleme oluşturmuş oluyor.
.Esere gözlerim ile kenetlendiğimde ise aklımda özgür tinin veyahut hakikatin, bilinçdışını sömürüp Baruter’in mürekkebine tükürdüğü bir an canlanıyor.
Sanatçının eserde yarattığı “tek çıkış yolu, içeriye girmektir” paradoksunun illuzyonatik bir portal yaratması, alıcıya fiziki bir materyalin verebileceğinden fazla suptil bir his veriyor. Zaten fikrimce ifade, röprodüksiyondan ne kadar uzaklaşırsa o kadar ilahi bir yükseklikte frekansa sahip olacaktır. En azından bu işin zihinsel kısmı. Peki bunun arka sahnesine çok kökten ve geniş bir çerçeveden bakacak olursak ne ile karşılaşırız?
Bedenimizdeki her molekülden tek tek haberimiz olmasa da tek bir şeyi biliyoruz ki bir insan başlangıcı olarak DNA’mızda geçmiş primatlar ve organizmaların evrimsel süreçlerini (atavizmini) barındırıyoruz. Birden böyle bir konuya değinmem ilginç karşılanabilir fakat sanatçının içsel doğasını ele alabilmek için gerekli olduğunu düşünüyorum.
Başlangıçtan bu yana süregelen soyoluşsal dizilimimizin yüksek bilinç ve katmanlı sonuçlarının ağında bulunan son sürümdeki primatlarız. En derindeki katmanlarda bulunan alt (hayvani) benliğimizde içgüdüye düşen rolü, egomuzda algılarımız oynamaktadır. Bu tür varoluşsal ihtiyaçlarımızı özdeşleştirmeler sayesinde egoya alan libido “ikincil narsisizmimizi” meydana getirmektedir.
Bu çok katmanlı işleyişin yüzeyinde alt benliğimizin deposu olan “libidomuzu” ve bizlere var olduğumuz algısını aşılayan “ego”muzu doyurmak üzere nesne seçimlerimiz ve onların yarattığı karakteristik algıların; hatta dış izlenimler ile uyarlanmış olan profillerimiz yatıyor diyebiliriz. Hatta sosyal etkileşimimizi de aslında bu profillerden alabildiğimiz kriterlerimiz ölçüsünde sağlıyoruz fakat bu ayrı bir konu. Daha da açık olursak doğduğumuzda gözlerimizi yeni bir dünyaya açmanın şokunu, ilk gördüğümüz cinsiyet figürlerinin rollerinden yola çıkarak bir benimseyiş yolu ile belirli uzuvlarımız ile gerçekliğe temas etmeye çalışıyoruz. Bu temas girişimleri seçtiği nesneler ile kendi varlığını yineliyor. ( Örneğin: bir partner, metalaşmış bir nesne veya bir ideal ürünü gibi.) Temasın yarattığı erotik kaşınma, eğer belirli koşullar ile aşınmaya başlarsa büyük bir algı duyarlılığı yetisi ile kendisini organik [doğal] işlevler yerine psişik [ruhsal] işlevlerde yerini alacaktır. Bu olasılık dizesine denk gelmiş birey ise ruhsal ve zihinsel olarak çok değer vermeye yol açabilecek nesne izlenimi ile karşılaştığında fiziksel ve tensellik içgüdüsel olarak uyarılmaz, erotik açıdan kamçılamayan bir hayranlık ile benimseme ve yansımaya girer. Bunu deneyimleyen birey, kendi aygıtının mekanizmasını öznel bir bilinç yolu ile aşabilirse bu yansıtma işlemini, kendi ruhsal dokusunu başka şeylere dizerek açıklayabilecektir. Bunu başarabilen kişi sanatçıdır.