KARDELEN KIYAMETLERİ
Sanki varlığımı, yokluktan bulmuşum! Öylesine bırakmak istiyorum her şeyi. Mezelerin birkaç hayatın ezilmişlikleriyle karıştırıldığı masalardan gönlüm kırık kalkmışım. Adım atarken ruhumu teslim etmişim. Yarınki günlere bakınca geçmişten konuşuyormuşuz gibi bütün muhabbetler, bir önceki akşama bakınca hiç yaşamamışım gibi ıstırap dolu geceler… Hayır, biliyorum hep böyle olmayacağını! Bir gün bütün şafak vakitlerinin, ben henüz gözümü açmadan bana tebessümler edeceğini, biliyorum.
Şimdi, öyle çabuk ve amansız bırakıp gitsem bendekileri… Yani; gazoz kapaklarımı, boyadığım çantalarımı, çizemediğim mutlulukların doldurduğu resim defterlerimi, kargacık burgacık yazılarımdaki okumak istemediğim cümlelerimi, söylemekten korktuğum şarkılarımın sitemlerini ve yıkık dökük harabelerimi…
Kirpiklerimin arasındaki çığlıkların omuzları düşük zerrelerini, avuçlarımdan kayıp giden temiz kalpleri ama en çok aynalarımı, en çok aynalarımı bıraksam… Ve kırık birkaç parçanın üstünde gördüğüm yaşlı gözlere gülümsesem, hiç kalbim yokmuşçasına ezip de geçsem… Vefasızlığımın adını çaresiz bir aşk koysam, geçmişimdeki felaketlerin üstünü hafif bir nefesle örtsem… Kimmiş bu gönlümdeki duvarların sahibi?
Mecruh’un sırtını dönüp kaybolduğu köşelerden de uzatmamışım ellerimi, geriye hiçbir yere ait olamayacak bir ben kalmış. Adım nedir bilmezmişim, kim diye sormazmışım sokaklarında yürüdüğüm anılara. En çok ben unuturum derken en çok ben unutulmuşum. Oysa göklere kadar uzanıyormuş kumaş parçalarımı bağladığım ağaçlar. Ben bulutlara bakamazmışım sırtımı dayadığım topraklardan; fakat yağmur damlalarını severmişim yanaklarıma düştüğünde.
Üstünden atlar geçen zihnimdeki çukurları kapatmakla uğraşmam. Ben akşam yürüyüşlerimi severmişim, yalnızlığımın adı öksüzlüğümü özledikçe. Hiç hatırlanmazmışım, bir kez olsun aranmazmışım günün güzel saatlerinde. Ağladığım vakitleri kendime haram bilmekten başka sadece günlüğümün satırlarında heveslerimi paylaşırmışım. Çocukluklarımda siz yok saydıkça ben de hiç olmamışçasına yaşamışım. Ben, sanki varımı yokluktan bulmuşum, öyle bir gün gelmiş ki sanki hiç doğmamışım.
Boş hediye paketlerim varmış kırık kapımın önünde. Yıkık köprülerin öteki ucunda, çatısız bir evim varmış benim. İçinde belki birkaç kardelen, henüz kış gelmeden açıvermiş. Hayretle bakacak kadar güzelmiş o güneşler. Benim kardelenlerim mevsimlere değil de sıcacık tebessümlere gebeymiş. Siz çiçek toplamak nedir bilir misiniz? İlkbahar ancak yüreğinizde filizlenirmiş.
KUMRAL HANIM
Her şiirin sonu pencereme dokunuyor,
Uzaklar, pencereme çarpa çarpa düşüyor omuzlarıma,
Ve zaman hızlı bir trene dönüşüyor göz bebeklerimde,
Kime dokunsam kokusu nefesimde kalıyor,
Kime dokunsam ellerim üşüyor.
Unutmak demişti kollarımdan tutan dostlar,
Oysa unutmak bir intihardır!
Bir şiiri yakmak gibidir,
Bir kadının elleridir çünkü şiir,
Uzaklarda cebinde taşıdığı üşüyen elleri…
Bak, yine telaşlı bir yağmur başladı göğsümde!
Yine uzaklara dalıp gitti gözlerim,
Sarhoş bir kadının sesini özledim yine,
Bana bir şeyler anlatmasını…
Benim bütün pencerelerim ayrılık kokar,
Üç ayaklı bir masanın eksik ayağıyım ben,
Ve kalbim yalnız bir pencere önü çiçeğidir,
İşte o pencereden sesleneceğim sana Kumral Hanım;
Beni duy olur mu?