DİDEM KEREMOĞLU İLE RESSAM RÂNÂ SİRKECİOĞLU SÖYLEŞİSİ

Ş. Didem Keremoğlu, Ressam Rânâ Sirkecioğlu ile Söyleşisi

. Hoş geldiniz Rânâ Sirkecioğlu. Resimdeki yolculuğunuzun nasıl başladığını ve bugün geldiğiniz noktayı, söyleşinin devamında elbette konuşacağız. Ancak ilk sorum biraz farklı olacak. Çoğunlukla dışavurumcu bir anlatımla soyut çalışıyorsunuz. Soyut resmi anlatmak, anlaşılır kılmak ve kitlelere açmak için adeta bir misyoner kararlılığında hareket ediyorsunuz. Anadolu’daki çalıştaylarda yer alıyor, kasaba kasaba, köy köy dolaşıp insanlara, özellikle de çocuklara soyutu anlatıyorsunuz. Bu çabanızın sebebi nedir?

R. Sirkecioğlu: Hoş buldum. Öncelikle bu nitelikli dergi ile beni buluşturduğunuz için teşekkür ederim. Benim için soyut çalışma özgürlüktür, özgür ve farklı düşünmenin yansımasıdır. Çocuklarımızın soyut kavramını bilen, kendilerini özgürce ifade edebilen bireyler olmalarına katkıda bulunmak istiyorum. Tek bir çocuğa bile resim sevgisini verebilmek, onu sanatın içine çekebilmek… Hayatları sanatla daha anlamlı olsun istiyorum. Bunun için çabalıyorum.

.  Soyut resmi anlamak için entelektüel bir birikim gerektiği görüşüne katılıyor musunuz?

R. Sirkecioğlu: Evet! Soyut sanat mutlaka entelektüel birikim gerektirir. Soyut resim, resim tekniklerinin son aşaması olarak kabul edilir. Soyut sanatla bir yapıt ortaya koyabilmek için felsefe ve sanat tarihini mümkün olduğunca kavrayıp özümsemek gerekir. Soyut resim, içsel-doğal enerji ile bilgi birikimi ve sanatçı duyarlılığının dışavurumudur. Ressamın çağının kültürel yapısıyla ilgili bilgi sahibi olması da eserlerine büyük ölçüde etki eder. Topluma bir ayna tutmakla kalmaz, toplumun bakış açısından beslenen farklı dürtüler de yaratabilir.

. Bir isim var ki tüm söyleşilerinizde o isme yer vermişsiniz. Ressam Nevin Çokay’dan söz ediyorum. Bedri Rahmi Atölyesi’nden yetişmiş, Akademi’de öğrenciyken “Onlar Grubu” ile adını duyurmuş bu ressamın hayatınızdaki yerinden bize de söz eder misiniz?

R. Sirkecioğlu: Nevin Çokay, hem çok değerli bir ressam hem de resim eğitimime büyük katkısı olan biridir. Ortaokul ve liseden resim öğretmenimdir. Resim yapmaya tutkulu bir çocuktan, resmi hayatının merkezine alan bir bireye dönüşmemi sağlayandır. Bana kattıkları ve öğrettikleri sayesinde Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin giriş sınavlarını hiçbir resim kursuna gitmeden kazandım. Nevin Çokay öğretmenimi sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum.

. “Bir çocuğun başına gelebilecek en büyük mucize, iyi bir öğretmene rastlamaktır.” diyor Buket Uzuner. Çok inandığım bir söylemdir ve doğruluğu, yukarıdaki cevabınızla bir kez daha kanıtlandı. Belli bir süre resme ara veriyorsunuz, uzun bir süre. 2005 itibariyle dönüş var. Seramik de çalışmaya başlıyorsunuz. Bu ara niye verildi?

R. Sirkecioğlu: Aslında resme ara vermiş sayılmam. Akademi’nin ilk senesinde temel sanat atölyesi dersleri alırken daha önce duymadığım “Grafik Tasarım” ilgimi çekti. İş imkânı açısından da geleceği olduğunu düşündüğüm, resmin de çok etkin çalışıldığı bir bölümdü. Bu nedenle grafik tasarımı seçtim. Akademi sonrası tasarımcı olarak çalıştım, resme de devam ettim. Evliliğim ve ardı ardına gelen iki çocuk beni iş hayatımdan kopardı. Kendimi “çocukların iyi yetişmesi için bu fedakârlık şart” diye teselli ettiğim yıllar geçirdim. Resim yapma tutkum ise büyüyerek devam etti. Suluboya ve karakalem çalışıyordum. Üç boyutlu çalışmanın resmime katkısı olacağını düşünerek seramiğe başladım. Resmin ritmini daha kuvvetli duyumsamamı sağlayacağını öngörerek darbuka dersi aldım. Değişik malzeme ve teknik arayışlarım hâlâ sürmekte.

. İlk kişisel serginiz 2012’de gerçekleşiyor. 2005 ile 2010 yılları arasında soyut çalışmıyorsunuz. Nasıl oldu da soyut resim hayatınıza girdi? Neden soyut?

R. Sirkecioğlu: “Ruh özgürleştikçe resim soyutlaşır.” der Chagall. Ben ise bunun tersi bir tanımla, “Resim soyutlaştıkça ruh özgürleşir.” diyorum. İki söylem böylece birbirini tanımlıyor. Soyut, var olanı farklı görmek ve yorumlamaktır. Cesarettir. Her türlü malzemeyi kullanmayı içerir. Hayatı akışta yaşamaktır. Soyut resme başladığım için mi özgürleştim? Yoksa özgürleştikçe mi soyut çalıştım? Galiba ikincisi. Sonuç olarak soyut çalışma, içsel yolculuğuma katkı sağladı. Soyutla kendimi daha özgür ve cesur ifade ettim.

. Üniversitede grafik tasarım ve fotoğrafçılık eğitimi almış olmanız yaratımınıza neler kattı?

R. Sirkecioğlu: Grafik tasarım ve fotoğraf eğitiminin, şu andaki resimlerimin altyapısının oluşmasında büyük katkısı oldu. Yaratma bilincinin devreye girmesiyle ki bu aldığım öğretiler sayesinde oluyor, resmimin son dokunuşlarını gerçekleştiriyorum.

.  Portre alanında da yapıt veriyorsunuz. Portrelerinizin hikâyelerini yazıya döküp sergilerinizde paylaşıyorsunuz. “Kahlo”dan “Nazım Hikmet”e, “İnci Küpeli Kız”dan “Da Vinci”ye, “Mihri Müşfik Hanım”dan otoportrenize kadar ilgi büyük! Canlı modelle de çalışıyorsunuz. Portre ressamlığına nasıl başladınız?

R. Sirkecioğlu: İlkokul 3. sınıfta okurken resim yeteneğimi fark eden okul müdürümüz bana poz vermişti ve onu masada oturur halde çizdiğimi hatırlıyorum. Daha sonraları, “100 Ünlü Türk” adlı kitaptan hayatlarını incelediğim isimlerin portrelerini yapmıştım. Lisede ise çok sevdiğim bir sınıf arkadaşımın okul başkanlığı seçimlerinde kullanması için büyük boy bir portresini yapmış, okulun koridorlarına bu dev portreyi asmıştık. Bu portre, sergilenen ilk portrem ve afiş çalışmam oldu da diyebilirim. Portrelerimde yüz ve gözlerin anlamını yansıtmak isterim. Üstünde en çok durduğum konu budur.

. Edebiyata olan ilginizi biliyorum. İçlerinde Ahmet Telli’nin de olduğu bazı şairlerin şiirini tuvalinize taşıdınız, ortak çalışmalar yaptınız. Sanatın en çok hangi dalı besler resminizi? Şiir midir ya da genelinde edebiyat mıdır bu?

R. Sirkecioğlu: Şanslı bir çocukluğum oldu. Okumak ve resim için gerekli her şeye ulaşma olanağım vardı. Ailem yetimi destekledi. Daha çok şiir, genellikle edebiyat diyebilirim etkiliyor yaratım sürecimi. Şair Ahmet Telli’nin 70. doğum günü için hazırlanan sergiye seçilen 70 sanatçıdan biri olarak, bir şiirini yorumlamıştım. Simonides’in antik çağlardan günümüze ulaşan şu söylemine demek istediğimdir:

“Resim lâl bir şiirdir.’’

Ben de resim yaparak kendimi var edenlerdenim… Resmimle şiir, resimle öykü yazarım. Soyut çalışmalarımda ise izleyiciyi resimle baş başa bırakarak onların kendi hikâyelerini yazmalarını isterim.

.  Ülkemiz ve dünyada gerek politik gerek sosyal hayatta sancılı günler yaşanıyor. Sanat ne öngörüyor, sanatçı öngörünüz ne söylüyor gelecekle ilgili?

R. Sirkecioğlu: Sanatın birleştirici ve iyileştirici gücü olduğuna inananlardanım. Sanat aynı zamanda muhalif ve başkaldırandır! Değişim, bireyle başlar. Sanat bunun önünü açar. Sırf bu sebeple toplumsal sorunlara değinen projelere katılıyor, çalışmalar yapıyorum. Öngörüme gelince yeni bir dünya tasarımı ile karşı karşıyayız. Makinelerin özgürleşip insanın köleleştiği bir düzenin gelmekte olduğu bir geleceğe doğru yol alıyoruz.

. Bir proje kapsamında, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü” için yaptığınız bir sokak resmi çalışmanız var. Dev bir duvarda. Yelki, İzmir’deki bir evin duvarına saçları buğday başaklarından bir kadın çizdiniz. Arkada göz alabildiğine bir buğday tarlası uzanıyor, kenarda ise mor bir traktör… Mücadelenizin ipuçları mı var bu resimde? Kadının doğa ile olan mücadelesinden kadının var olma mücadelesine bir gönderme mi?

R. Sirkecioğlu: İçimdeki doğa ile dışımdaki doğanın çakışmasını, dengesini, çatışmasını hissederek yaşıyor ve resim yapıyorum. Bu ruhla anlattım kadının ve doğanın buluşmasını; “Başak Saçlı Kadın” portrem ile anlattım kadının ve doğanın var oluş mücadelesini… Var olmayanı var edebilme çabasını, savaşını, kalkışmasını… Kadının ve doğanın besleyiciliğini, üretkenliğini… Traktör ise bir makine, beslenmemize giden yolda bir araç!

. Resme dönmek için verdiğiniz mücadelenizden söz edebilir misiniz biraz bize? Çıkmazdaki birçok kadın için örnek oluşturacak hikâyenizden…

R. Sirkecioğlu: İnsan, yaşamının bir bölümünde hayatını sorgulamaya başlıyor. İçsel düşüncenin gücü ortaya çıkıyor. Resmine yansıyor. O yansımada kendini görüyorsun. Farklı bakış açıları oluşturuyorsun. Yapman gerekenler için ya da yapman gerekenler yüzünden ertelediklerin, tutkun başkaldırıyor. Desteklenmiyor ve sen de tutkundan caymıyorsan mücadelen başlamış oluyor. Tam o dönemdi, bir resmimi ayaklarımı kullanarak yaptım. Boyalara ayaklarımı basıp tuval üzerine dokular yapmaya başladım. Resmime baktığımda tam ortada bir yanına yatmış bir kadın figürü gördüm. Bir iki dokunuşla resmi bitirdim. İlginç olansa ayaklarımla çalıştığım bu resimde kadının ayaklarının olmayışıydı. Ayaklarımın üzerinde durma mücadelesi verdiğim bir dönemdi bu. Sonradan, sorunlarımın üstesinden geldikten sonra yâni fark ettim ki kayrağa, seramiğe, mermere, toprağa, çimene basan ayaklarımı fotoğraflıyorum. Yaşamımı sanata dönüştürmenin yolu ile sanatımı yaşam yolumda geliştirme mücadelemi Paulo Coelho’nun sözleri ne güzel anlatır:

“Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmek için bütün evren senin için iş birliği yapar.”

Evren benim için iş birliği yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Aydın Şimşek’e ait olan “Yol yolcusuna kıymaz.’’ sözü de tam da bu anlatmak istediğimdir.

Didem Keremoğlu: 9. kişisel sergi, 143 karma sergi, pandemi dönemiyle birlikte 9 sanal sergi, ulusal ve uluslararası ve biri de kişisel olmak üzere 18 çalıştayda yer aldınız. Öykü kitaplarımdaki mücadeleci kadın kahramanlarımın kimi sizden esin yazıldı. 6. Sınıftan beri dostuz. Sergilenen ilk portre modeliniz olmaktan duyduğum mutluluk da cabası… Kitap kapaklarımı da resmeden ressam Rana Sirkecioğlu’na bu söyleşi için teşekkür ederim.