Mustafa Kemal Atatürk’üm;
Deniz gözlerini kapattığın andan beri, karşı devrim hamlesi önce küçük sonra büyük adımlarla yol almaya başladı. İftira ve yalanlarını, sözde tarihçilerle besleyerek topluma ezberletmeye çalıştılar.
Bunlardan en önemlilerinden birisi de Kurtuluş Savaşı’nı senin başlatmadığın yalanıydı.
Emperyalistler ve hilafetçi işbirlikçileri kurduğun Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak için yüzyıldır siyaset, para ve tarihi yalanlarla en başta laiklik olmak üzere kalelerimizi topa tutuyorlar.
Kurtuluş savaşındaki rolünü küçültmeye çalışarak halkın gözünde değersiz hale getirmek peşindeler.
Ancak dehanın karşısında kurdukları tuzaklara çoğu yerde kendileri düşüyorlar.
Oysa sen “cebren ve hile ile” yapılabileceklerini ayrıntılarıyla anlatıp yaklaşık yüzyıl önce yürekleri hep genç kalacak Atatürkçülere Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet ettin.
Daha 1907 yılında, Ali Fuat Cebesoy’a “Anadolu merkezli bir Ulus Devleti” kurma fikrinden söz etmiştin.
Enver Paşa, Almanya’nın da desteğiyle Turan İmparatorluğu hayalleri peşinde koşup yüz binlerce Türk askerinin şehit olmasına, esir olmasına neden olurken sen Anadolu’yu nasıl kurtarırım gerçeğiyle kurtuluş planları yapıyordun. Bir görüşmende Almanya’nın Türkiye sefirine “Enver’in batırdığı ülkeyi kurtarmaya Allah beni memur etti.” demiştin.
Genelkurmaya gönderdiğin raporunu, “Memleket dışında bir tek Türk askeri kalmamalıdır.” diye bitiriyordun. Askerlerimiz sadece Anadolu’yu korumak için savaşmalıydı. (20 Eylül 1917)
Mondros Ateşkes Antlaşması için “Bu mütareke reddedilsin!” diyen tek komutan sendin. (30 Ekim 1918)
Antlaşmaya göre, İtilaf Devletleri, gerekli gördüklerinde herhangi bir stratejik bölgeyi, Doğu’daki altı ilde karışıklık çıkarsa oraları da işgal edilebilecekti. Osmanlı’nın orduları dağıtılacak, ağır silahlarına el konulacak, telgraf hatları, demir yolları, tersaneleri, tünelleri, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri İtilaf Devletleri’nin kontrolüne bırakılacaktı. Gereğinde İstanbul’u da işgal edilebileceklerdi. Bir kere daha haklı çıktın. Anlaşma imzalanır imzalanmaz ilk işgaller başladı. İngilizlere güvenenler yüzünden Anadolu paylaşılmaya başlandı.
İngilizler Filistin’deki Türk cephesine yoğun saldırıya geçtiklerinde (1 Eylül 1918), dağılan diğer Yıldırım Ordularına rağmen, kontrolündeki 7.Ordu’yu Suriye’nin kuzey sınırına çekerek “Anadolu’yu savunma” fikrinin ilk işaretlerini vermiştin. Hatay’ı da içine alan bir savunma hattı kurdun. Bu sırada Yıldırım Orduları komutanı Liman Von Sanders genel karargâhı Adana’ya almıştı. Kurduğun savunma hattı ileride Misak-ı Milli’nin güney sınırı olacaktı, daha işgal başlamadan Anadolu’yu savunmanın adımlarını atıyordun.
Sonra Yıldırım Orduları komutanlığını aldın (31 Ekim 1918). Devralırken yaptığın konuşmada, Alman komutanın “bizim için her şey bitti” cümlesine yanıt olarak “bizim İstiklal Savaşımız şimdi başlıyor” diyerek direniş düşünceni net olarak belirttin. Ordumuzun süngüleriyle çizdiği hattı Mondros Mütarekesi’ne dayanarak geçmek isteyen İngilizlere ateşle, İskenderun Körfezi’ne yaklaşmak isteyen donanmaya da top ateşiyle karşılık verdin. Anadolu’yu düşmana vermemeye kararlıydın.
Yıldırım Orduları Komutanlığı yaparken (1-8 Kasım 1918) Adana’dan Sadrazam İzzet Paşa’ya yolladığın telgraflarda İngilizlerin isteklerine karşı çıkılmazsa, ordular dağıtılırsa ülkenin elden gideceğini anlatmaya çalıştın. İngilizlere ateşle karşı koymaktan söz ettin. Ancak kendilerini kurtarmayı düşünenler önerilerine kulak asmadı. Ve Yıldırım Orduları’nı lağvettiler. Bu görevin sırasında daha önceden yaptığın hazırlıkları devreye soktun, top ve silahları, Torosların üst taraflarına, İç Anadolu’ya taşıtıp saklattın. Güney Cephesi’nde başlayacak direniş için altyapı hazırlıklarını yaptın. Antep ve Maraş gibi yerlere silah dağıtımını sağladın. Emrindeki komutanlara İç ve Güney Anadolu’da halkı gizlice örgütlemeleri için gerekli direktifleri verdin. Halkla da sıkı bağlar kurarak onlara direniş düşüncesini aşıladın. Ve onlara silah temin edeceğine dair güvence verdin. Böylece Adana’da mili mücadelenin ilk adımlarını atmış oldun. İlk direniş yuvaları Adana’da kuruldu. Anlaşmada belli oranda jandarmaya izin verildiği için subay ve erlerin jandarma yapılmasını emrettin. Lord Kinross kitabında Atatürk’ün güvendiği subaylara çete savaşları için hazırlanın emrini verdiğini yazar. Stanford Shaw’da kitabında işgalin ilk günlerinde Klikya’da direnişi başlattığını yazar. Seni bizim bazı tarihçilerimizden(!) daha iyi tanımaktadırlar.
Silah arkadaşın Ali Fuat Paşa’ya iç ve güney cephelerinde direnişe hazırlanmalarını söyledin (4 Kasım 1918).Karakol cemiyeti komutanı ile ayrıca Yahya Kaptan’la görüşüp Gebze-Kocaeli yolunu açık tutmaları talimatını verdin (13 Kasım 1918).Silahların pek çoğu bu yol üzerinden Anadolu’ya ulaştırıldı. “Mim Mim Grubu”yla bağlantını arttırıp korunmanı ve istihbarat görevlerinde bulunmalarını sağladın. Ancak karakol cemiyetinin milli mücadeleyi ittihatçı hareket haline sokmaya çalışması üzerine 9 Ağustos 1919’da bu cemiyetle bir ilişkinin olmadığını belirten telgrafı gerekli yerlere gönderdin.
Öngördüğün gibi İstanbul, İtilaf Devletleri’nce işgal edildi (13 Kasım 1918). Aynı gün öğlen saatlerinde İstanbul’a geldiğinde Haydarpaşa’dan bindiğin Kartal istimbotuyla Galata’ya doğru geçerken Yaverin Cevat Abbas boğaza giriş yapmakta olan düşman zırhlılarını göstererek “geliyorlar” dediğinde bu gemilerin buraya gelmemesi için Çanakkale’de verilen savaşları, yitirilen canlarımızı hatırlayarak öfkeyle “geldikleri gibi giderler” diyerek İstanbul’a boşuna gelmediğinin ilk işaretini verdin.
Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan hemen sonra Türk Halkı onur ve şerefini, ailelerini korumak için işgalcilere karşı birbirinden bağımsız çete savaşları başlatmıştı. Bu Kuva-yi Milliye (milli kuvvetler) ruhuydu. Aynı zamanda müdafaa-i hukuk cemiyetleri de kurulmuştu. Bu cemiyetler Yunanlı, Rum ve Ermenilerle mücadeleyi amaçlıyordu. İtilaf devletlerine karşı bir savaş vermeyi düşünmüyorlardı. Savaş yorgunu halk, 1919 Mayıs’ına kadar ciddi bir direniş gösterememişti.
Ancak 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılarca işgali bardağı taşırdı. Katliamlara karşı başta İstanbul olmak üzere protesto mitingleri düzenleniyordu. Yunanlıların Balkan Türklerine yaptıkları işkenceler tazeydi. Gerçek Kuva-yi Milliye Hareketi 15 Mayıs 1919’da Hasan Tahsin’in ilk kurşunu Kordonboyu’nda sıkmasıyla başlamıştı.
Şişli’de sabaha kadar ışıklarının sönmediği evinde altı ay boyunca çok sayıda örgüt yöneticileriyle görüşmeler yapmış ve “Kurtuluş Savaşı” öncesi hazırlıklarını tamamlamıştın. Bu arada Osmanlı yönetimiyle de görüşmüş ve Harbiye Bakanı olmak için uğraşmış ama padişahtan onay alamamıştın. Eğer bu düşüncen gerçekleşse çok daha hızlı yol alabilecektin.
Atatürk’üm büyük bir gayret ve dikkatle İstanbul’da gerekli alt yapıyı hazırlamıştın. Artık, 16 Mayıs’ta Bandırma Vapuru’na binip 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkma zamanıydı. Kuva-yi Milliye ruhu uyanan Anadolu seni bekliyordu.
Sivas Kongresi’nde milli ordu kurulması görevini subaylar denetiminde, köy imamı ya da öğretmenlerine verdin. Böylece çeteler, düzenli orduya dönüşmeye başlamıştı.
Düşman mevzilerinin yanı başında Pozantı Kongresi‘ni iki kez topladın(5 Ağustos 1920). Çukurova’nın kurtarılması için en önemli konular görüşülerek, buraya top ve silah yardımı sağlamıştın. İşgal altındaki Adana yerine Pozantı’nın il gibi yönetilmesini ve böylece güneydeki direnişin merkezi olmasını sağladın.
1914 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki gizli toplantıda sivil giysili “Teşkilat-ı Mahsusa Gerilla Örgütü” kurulmuştu. Dış görevlerde başarılı olamamışlar, ancak içerde müthiş bir yeraltı örgütü kurmuşlardı. Osmanlı’nın savaşı kaybedeceğini anlayınca silah ve cephane saklamışlardı. Eski bir ittihatçı olduğun için bu ve bunun gibi örgütlerle her zaman sıkı bir bağlantı içindeydin. Harp Okulu’nda gerilla eğitimi de almıştın. Trablusgarp’ta da İtalyanlara karşı gerilla taktikleri ile savaşıp bu konudaki deneyimlerini de arttırmıştın.
Türk ordusunun silah ve cephane gereksinimlerini, Sovyet Rusya’dan, İstanbul’daki cephaneliklerden kaçırılan silahlardan, İtalya ve Fransa’nın geri çekilmesini sağlayıp, çekilirken geride bıraktığı silahlardan karşılatmıştın.
Havza’da Müdafaa-i Hukuk cemiyetini kurdurarak (28 Mayıs 1919) Kuva-yi Milliye örgütlenmesini güçlendirmiştin.
18 Haziran 1919’da İstanbul Hükümeti, Kuva-yi Milliye Hareketi’ni yasaklamıştı. Aydın’a doğru ilerleyen Yunanlılara karşı 14. Kolordu’nun harekete geçmemesini emretmişti. Haziran 1919’da Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri’nin telgraf hizmetlerinden yararlanmalarını yasaklamıştı. Sen buna uyan telgraf müdürlerini divan-ı harbe vereceğini bildirmiştin. Çünkü telgraf olmasa haberleşebilmenin başka bir yolu yoktu.
Dağınık Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ni birleştirip meclis kurulana kadar Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurmuş ve bütün yazışmalarını bu adla imzalamıştın. Sonuçta cemiyeti TBMM‘ye Batı Cephesi Kuva-yi Milliyesi’nin de düzenli orduya dönüştürülmesini sağlamıştın.
İstanbul’da İngilizlere karşı stratejik hamleler yapmış, bazı İngiliz gazetelerine de ılımlı mesajlar vererek tutuklanmadan yola devam edebilmiştin.
Kurtuluş planlarını yaparken İtilaf Devletleri arasında ölen bir devletin mirasını paylaşma konusunda anlaşmazlıklar çıkacağını biliyordun. Terhisler dolayısıyla orduları gittikçe küçülüyordu. İngilizlerle Fransızlar, müşterek düşmana karşı birleşmişlerdi, yeniden eski düşmanlıklarına döneceklerdi. İtalya iç karışıklık arifesindeydi. Dolayısıyla hepsi kendi derdindeyken mücadelenin tam sırasıydı.( 4 Şubat 1919’da Alemdar gazetesi yazarıyla söyleşi)
Bugün de gizli bir Mondros Antlaşması ile karşı karşıyayız. Ancak o zor günlerde senin her alanda verdiğin savaş kılavuzumuzdur.
Büyük kurtarıcımız, Cumhuriyet Bayramı’nı geride bıraktığımız bu günlerde, kurduğun laik Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün fertleri, seni her gün olduğu gibi 10 Kasım’da da bir kez daha saygıyla, şükranla anıyoruz.