FEVZİYE ŞİMDİ/ATATÜRK VE DİL DEVRİMİ

ATATÜRK VE DİL DEVRİMİ

Atatürk’ün gerçekleştirdiği en önemli yeniliklerden biri olan Dil Devrimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel kimliğinin şekillenmesinde büyük bir rol oynamıştır. Bu devrim, yalnızca dilin sadeleştirilmesini değil, aynı zamanda halkın diline ve kültürüne yakınlaşmayı hedefleyen bir hareket olmuştur. Atatürk’ün “Dil Devrimi” olarak bilinen bu girişimi, Türk dilinin yabancı etkilerden arındırılması, sadeleştirilmesi ve millî bir kimliğe kavuşturulması amacıyla yapılmıştır. 1928’de Harf Devrimi ile başlayan bu süreç, Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla daha geniş bir anlam kazanmıştır.

Dilin Önemi ve Atatürk’ün Düşüncesi

Atatürk, dilin bir milletin kimliğini, kültürünü ve bağımsızlığını koruma ve aktarma aracı olduğunu düşünmekteydi. Ona göre dil, bir milletin düşünce dünyasını şekillendiren en önemli unsurlardan biriydi. Dilin sadeleştirilmesi ve halkın anlayabileceği bir hale getirilmesi, toplumsal birliğin sağlanmasında ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin millî kimliğinin oluşturulmasında en önemli faktördü. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kullanılan Arap ve Farsça kelimelerle dolu olan Osmanlıca, halkın büyük bir kesimi tarafından anlaşılamaz durumdaydı. Bu dil, eğitimli bir üst sınıfın dili haline gelmişti ve halkla yönetici sınıf arasında bir iletişim kopukluğu yaratmıştı.

Atatürk, bu uçurumu kapatmanın, halkla devlet arasındaki bağları güçlendirmenin ve eğitimde başarıyı artırmanın ancak Türkçenin sadeleştirilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyordu. O, halkın kendi dilini anlayabilmesinin, millî birliğin güçlenmesi için önemli bir adım olduğunu savunuyordu. Atatürk’ün dil reformuna olan ilgisi ve bu alandaki çalışmaları, Türk milletinin medeniyet seviyesini yükseltme çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Harf Devrimi ve Latin Alfabesi

 Dil Devrimi’nin ilk ve en önemli adımı, 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleştirilen Harf Devrimi’dir. Bu devrimle, Arap alfabesi yerine Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanmış bir versiyonu kabul edildi. Türk alfabesinin içeriği, Latin harflerini yazı sistemlerinde kullanan diğer ülkelerin alfabeleriyle birebir aynı olmayıp, Türk dilinin seslerini karşılamaları amacıyla türetilmiş harfleri bulundurmaktadır (ÇŞĞIİÖÜ).

Atatürk, bu değişikliğin Türk toplumunun modern dünyaya uyum sağlayabilmesi için büyük bir adım olduğunu düşünüyordu. Arap alfabesi, Türkçenin ses yapısına uygun olmadığından, yazım ve okuma konusunda zorluklara neden oluyordu. Özellikle eğitim düzeyi düşük olan halk için öğrenmesi ve kullanması oldukça zordu. Latin alfabesine geçiş, okuma yazma oranını artırmayı hedefleyen bir adımdı ve bu doğrultuda kısa süre içinde başarılı sonuçlar elde edildi.

Harf Devrimi, Türk milletinin Batı ile olan ilişkisini güçlendirme ve modernleşme sürecini hızlandırma olarak görülüyordu. Yeni alfabe ile eğitim seferberliği başlatıldı, okuma yazma oranını artırmak için halka eğitim kursları düzenlendi.

Türk Dil Kurumu’nun Kuruluşu

Dil Devrimi’nin bir diğer önemli adımı, 12 Temmuz 1932’de Türk Dil Kurumu’nun (TDK) kurulmasıdır. Türk Dil Kurumu, Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 12 Temmuz 1932’de Atatürk’ün talimatıyla kurulmuştur. Atatürk, dilin sadeleşmesini ve Türkçenin bilimsel bir temele dayandırılmasını sağlamak amacıyla bu kurumu kurdu. TDK, Türkçenin zenginliğini ortaya çıkarmak, yabancı kelimelerin yerine Türkçe karşılıklar bulmak ve dilin halkın anlayacağı bir seviyeye getirilmesini sağladı. TDK, dilde millî bir bilincin oluşması için önemli çalışmalar yaptı.

TDK, halkın dilinde yaşayan kelimeleri derleyerek, Türkçenin kelime hazinesini zenginleştirmeyi ve yabancı kelimeleri dilden arındırmayı hedefledi. Bu süreçte, dilin yapısına uygun ve halkın günlük kullanımında yer etmiş olan kelimeler teşvik edildi. TDK, dilin sadeleşmesi ve millî kimliğin dil aracılığıyla pekiştirilmesi için önemli bir çalışma içine girdi.

Türk Dil Kurumu başlangıçtan beri çalışmalarını iki ana eksen üzerinde yürütmüştür:

         1. Türk dili üzerinde araştırmalar yapmak, yaptırmak;

         2. Türk dilinin güncel sorunlarıyla ilgilenerek çözüm yolları bulmak.

 Atatürk’ün kendisi de Türk dili üzerindeki yerli ve yabancı araştırmaları bizzat inceleyerek, dönemindeki bilginleri Türk dili üzerinde araştırmalar yapmaya yönlendirmiştir. Nitekim Türk dilinin en eski anıtları olan Göktürk (Runik) yazılı metinlerin ilk iki cildi onun sağlığında yayımlanmış; 1940’larda yayın hayatına çıkabilen Dîvânu Lügâti’t-Turk, Kutadgu Bilig gibi eserler üzerinde de yine onun sağlığında çalışılmaya başlanmıştır. Daha sonra birçok cilt hâlinde ortaya çıkacak olan Tarama ve Derleme Sözlüğü‘yle ilgili çalışmalar da Atatürk’ün sağlığında başlamıştır.

Öz Türkçe ve Sadeleşme Çabaları

 Dil Devrimi’nin temel hedeflerinden biri, “öz Türkçe”yi bulmak ve kullanımı yaygınlaştırmaktı. Öz Türkçe, Arapça ve Farsça etkilerden arınmış, halkın günlük yaşamında kullandığı sade ve anlaşılır Türkçeydi. Yüzyıllar boyunca Türkçeye yerleşmiş olan yabancı kelimeleri tamamen ortadan kaldırmak kısa vadede mümkün değildi. Bunun yerine, dil bilimciler ve aydınlar, Türkçeye yeni kelimeler kazandırma ve var olan kelimeleri sadeleştirme çalışmalarına odaklandılar.

Bu süreçte, birçok yeni Türkçe kelime üretildi. Özellikle devlet dairelerinde, okullarda ve basında bu yeni kelimelerin kullanımı teşvik edildi. Ancak bu süreç içinde eski kelimelerle halkın alışkanlıkları arasında bir çatışma yaşandı ve bazı kelimeler benimsenirken, bazıları halk tarafından kullanılmadı. Buna rağmen, Dil Devrimi’nin getirdiği bilinç ve millî dil anlayışı, toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul gördü.

Atatürk’ün Dil Devrimi’ne Katkıları

Atatürk, Dil Devrimi’ni sadece bir dil değişikliği olarak görmüyordu. Ona göre dil, bir milletin bağımsızlığı ve özgürlüğüyle yakından ilişkiliydi. Dil Devrimi sayesinde, Türk milleti kendi öz kimliğine sahip çıkmış, dilini daha anlaşılır ve kullanışlı bir hale getirmiştir. Atatürk, bu devrimi Türk milletine armağan ederken, dilin bir milletin kültürünü, tarihini ve değerlerini taşıyan en önemli unsur olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle, Dil Devrimi’ne olan ilgisi ve katkıları, onun “millî bağımsızlık” ve “çağdaşlaşma” anlayışının bir parçası olarak değerlendirilmelidir.

 Türk Dil Kurumu’nun kurulması, dilin millî kimliğin bir unsuru olarak görülmesi ve halkın eğitilmesi konusundaki çabalar, Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün bir göstergesidir.