BENİM SEVDİĞİM ATATÜRK YAŞIYOR HÂLÂ
İlkokulun ilk yıllarında on kasımlarda, okulun kapısının önünde bir Atatürk köşesi olurdu. Atatürk’ün büstü, bayrağımız ve renk renk kasımpatılar… O köşede Atatürk için saygı duruşunda bulunarak nöbet tutmak ne büyük ayrıcalık, ne kadar büyük bir övünme nedeniydi. Yağmur da yağsa, hava çok soğuk bile olsa iki elimiz iki yanımızda, baş önde, hiç kıpırdamadan gerçek bir saygıyla ayakta beklerdik. O yıllarda on kasım günleri, yas günleriydi henüz.
Ama küçüklüğümden beri Atatürk’ü tanıyıp seviyordum ben. Yok olmak üzere olan bir memleketi nasıl yeniden kurduğuna dair o kadar çok şey okumuştum ki… Sonra o zamanlar, sadece milli bayramlarda anmıyorduk biz onu. Eğitimin içinde vardı hep.
Geçen yıl yazdığım yazıdan bir bölüm aktaracağım şimdi:
Ortaokula başladığım yıldı. On kasım yaklaşıyordu ve bize Atatürk ile ilgili bir anı bulup yazma görevi verilmişti. Babam tarih öğretmeniydi. Ona başvurdum ve bilinen anıların dışında bir anı bulmak istediğimi söylediğimde yeşil ciltli bir kitap çıkardı ortaya. General Ali Fuat Cebesoy’un anıları : “Sınıf Arkadaşım Atatürk”
“Mustafa Kemal’i ağlarken gördüm” başlığını bul ve o bölümü oku dedi. Dediğini yaptım. Ödev yapmanın derdindeyken çok etkileyici bir anı bulmuştum.
Ali Fuat Cebesoy ve Atatürk, önce Harp Okulunda arkadaş olmuşlar. Silah arkadaşı olarak sürmüş dostlukları.Anı, Trablusgarp savaşı sırasında yaşanmış:
“Mustafa Kemal’in bu akşam mahzun bir hali vardı. Akıbeti karanlık, anavatandan uzak ve halkı yabancı bir ülkenin müdafaasında karşılaşacağı müşkülleri düşündüğünü sanmıyordum. Mustafa Kemal tam manası ile bir askerdi. Zorluklara, her türlü meşakkate göğüs germesini bilir, adeta bundan zevk alırdı. Herhalde üzüntüsünün başka bir sebebi vardı.
“Sende bir şey var!” dedim. ” Ne oldu?”
“Bir şey yok!” dedi. “Fakat müteessirim. Doğup büyüdüğüm Selanik acaba Türklerin elinde kalacak mı? Ben eğer Trablus’tan dönersem, yine buralara gelebilecek miyim?”
“Ne demek istiyorsun?”
Gözleri nemlendi.
“Korkuyorum Fuat, korkuyorum.”
O gece saatlerce konuştuk. Balkanların durumunu inceliyor, Balkan savaşını yakın ve mukadder görüyor, hükümet edenlerin ilgisizliğini, ittihatçı askerlerin hala politikadan ayrılmamış olmalarını teessürle anlatıyor, Arnavutluk Harekatı sırasında kurmay başkanı olan Mahmut Şevket Paşa’ya tehlikeleri birer birer sayıp döktüğünü söylüyor;
“Paşa, artık cemiyete söz geçiremiyor.” diyordu.
O gece ay Olimpos dağlarının arkasında kaybolurken Mustafa Kemal içini çekerek;
“Ah Selanik, seni bir daha Türk olarak görecek miyim?” dedi.
Baktım, ağlıyordu. O altın sarısı saçlarını okşadım, teselli etmeye çalıştım. Ben Mustafa Kemal’in, bütün müşterek hayatımız boyunca bu derece müteessir olduğunu görmedim.”
Atatürk’ü, insan yanıyla görmek çok etkilemişti beni. Okullarda okuduğumuz genel yaşam özetinin dışında yaşayan, acı çeken, endişe duyan ve ağlayan Atatürk’ü çok sevdim. O günden sonra, onun insan yanını da merak edip araştırır oldum. Gördüğüm, bulduğum her ayrıntıyla onun varlığını daha da çok sevdim. Onu Atatürk yapan özelliklerdi her biri.
Gittiği toplantının niteliğine göre giyimine özen göstermesi, cephede bile öz bakımını ihmal etmemesi, vatandaşlarıyla gerçekten de içtenlikle konuşup onları dinlemesi, gittiği her yerde -hatta denizde yüzerken bile- halkın içinde olmaktan çekinmemesi, üretmeye dayalı gelişime çok önem vermesi, her alanda konularının uzmanı olan kişilerle temasta olması, batılı ülkelere göre gelişmeye ihtiyaç duyulan alanlarda öğretim görecek yetenekli öğrencileri desteklemesi, yabancı bilim ve sanat insanlarını ülkemizde ağırlaması, ilgi alanlarının çokluğu, her alanda okuması, teoriler geliştirmesi, tiyatro ve sinemayı sevmesi, müziğin her türünden keyif alması, dans etmesi, muhteşem zeybek oynaması, dinlediği tango ve şarkıların onu ağlatması, softaların iddialarının aksine içki sofralarını görüş alma mecrasına dönüştürmesi, alçak gönüllülüğü, kendisi ve yakınları adına maddi ve manevi tüm ayrıcalıkları reddetmesi… Bütün bunlardı onu farklı bir lider konumunda tutan.
O bizim şansımızdı bir İngiliz’in dediği gibi… O günlerden bugünleri de öngörmüştü. Öngörü de onun sihirli özelliklerindendi. Ve bütün bunları, 57 yıllık bir yaşama sığdırmış, üstelik, o yaşamın çok büyük bölümünü cephede savaşarak geçirmişken…
Herkesin bir kırmızı çizgisi vardır. Benim en önemli çizgimdir Atatürk. Onun, yoktan yarattığı bir ülkede yaşıyoruz ve insanların bir bölümü saygısızca bütün bu kazanımları küçücük akılları sıra küçümsemeye, sıradanlaştırmaya, yok saymaya, hatta yok etmeye uğraşıyorlar.
Bütün yaşamını bu ülkeye adamış bir lidere saygısızlık eden kim olursa olsun, benim için yok hükmündedir.
Onun devrimlerini, ufuk açan görüşlerini, bulunmamızı istediği ufkun çizgisini, ileriye bakan o güzel gözlerinin derin mavisini unutursam, kalbim kurusun!