SEVDA AKYOL BAŞTIMAR/GÖNÜLLÜLÜK ÜZERİNE

GÖNÜLLÜLÜK ÜZERİNE

Tatlı bir esinti var bu sabah dışarıda. Akşamdan kalma yorgunluğumu demli bir çayla üzerimden bir çırpıda atmanın gönencini duyumsuyorum, gövdemi yavaşça bıraktığım yıllanmış ördek yeşili koltuğumda. Odama çayın kokusu sinmiş. Işıklığımdan içeriye girmek için uğraşan bir kelebek takılıyor gözüme. Renkleri nasıl da uyumlu. Işıldıyor kanatları olabildiğince.

Bu sabah belgeliğimi karıştırırken bir yazı taslağımı buldum. Başlayıp yarıda bıraktığım; gönüllülük, gönüllü çalışmak, yaşamdan kopmayı bekleyen sayrılara gönüllü yoldaşlık etmek konulu bir yazım.  Sonsuzluk yolculuğunda bireye yoldaşlık eden, alın terini beklentisiz sevgi seliyle döken gönüllü çalışanlar bu gibi durumlarda nasıl davranmalıdır? Bu konulara değindiğim bir çalışma. Tüm içtenliğimle yazmışım, yıllar önce.

Gönüllülük konusu üzerine bana sorulan onlarca soru var. Ancak aralarında öyle sorular var ki onları yanıtlamaya okuntular yetmez, yazdıkça yazmak ister yazaç. Yazmasına yazmak ister de yanıtların uzun oluşu çoğu kişinin gözünü korkutur; okumaz, sıkılır insanoğlu. Bu davranış biçimi beni oldum olası kaygılandırmıştır. Oysa okumak, bilgilenmek ne güzel bir duygudur, öyle değil mi?

     – Yaşamdan kopmak üzere olan bir insanla ne konuşulabilir, ona bu yolda nasıl yoldaş olunur?

Dil, duygu ve düşüncelerimizi başkalarına aktarmayı sağlayan bir anlaşma aracıdır, evet. Ancak kim demiş “insanlar yalnızca konuşarak anlaşır” diye.  Kimileyin öyle durumlar yaşanır ki sözcüklere gereksinim duyulmadan gerçekte dilin kuramadığı o tinsel bağı, bir bakış ya da bir dokunuşla yakalamak olasıdır insan için. Sözcüklerin anlamını yitirdiği bu derinliğe bir bakışla nasıl inildiğine, yüreklere nasıl dokunulduğuna gözlemlediğim onlarca olayda tanık olmuşluğum vardır benim. Bu incelikleri duyumsayan, konusunda eğitim almış gönüllü/uzman kişiler, sınırlı bir yaşam beklentisi olan sayrılara nerede ve nasıl davranacağını çok iyi bilen kişilerdir, kuşkusuz.

     Örnekleyim.

Geçen gün gönüllü çalıştığım geçici bakım merkezinde (palyatif bakım) yaşamın kıyısında; ancak bilinci daha açık olan yaşlı bir kadının odasına girdim. Yaklaşık üç saatlik bir zaman diliminde yalnızca bir tümce kurdu.

     – Sarıl bana, ne olur!

Yaşlı kadının, başımı göğsüne yaslayarak titreyen nasırlı elleriyle saçlarımı parmaklarına dolayıp iç çekişlerine, sesli çığlıklarına yüreğim o gün tanıklık etti. Ona, ardı ardına tümceler kurup etkin olmak yerine beden diline yönelmek, aramızda kısa bir zaman içinde kurduğumuz tinsel bağın, bu bağlamda yaşlı kadına nasıl iyi geldiğini gözlemlemek, soluğundaki o hafifliği duyumsamak benim için zor olmadı, kuşkusuz. Yoldaşlık etmek böyle bir şeydir. Nerede, nasıl davranılması gerektiğini abartısız bir biçimde karşındakine sunma sanatıdır, diyebiliriz.

     Sevgili dostlarım

     Bilişsel yaşamında sorun yaşamazken ölümcül sayrılığa yakalanan her birey, bu savaşıma kesinkes yenik düşeceğini öğrendiği an yıkılır. Sevdiklerini bir daha göremeyeceği korkusu, ölüm ötesi ya da doğaüstü bir güce olan belirsizlik, evrenden kopacağı gerçeği, yerini kimileyin düş kırıklığına kimileyin de kızgınlığa bırakır. Kişi, kırıcı olur. Karşısındakini diliyle üzer. Böyle durumlarda dingin bir davranış sergilemek en doğru yoldur.

     Neden ben, soruları kişinin belleğinin içini kemirir de kemirir.

     Tinsel anlamda sancılı bir çöküş süreci başlar. Bu süreçte ölümcül kişi, yansız duruşuyla kendisine güven veren, içindeki kasırgaları tüm çıplaklığı ile anlatabileceği, omzunu yaslayabileceği bir yoldaş arar. Gönüllü çalışan kişiler bu görevi seve seve üstlenir, gereksinimi olan herkese bu yolda bilinçli bir duruşla yardım eli uzatırlar.

     Evrenden göçeceğini öğrenen her bireyin gerçekte bir dileği olduğunun kanısındayım. Birey, beyninin içini alt üst eden içsel konuşmaları, benliğinin dışına kaydırıp yoldaşlık eden kişiyle üleşmek gereksinimi duyar. Sorularına yanıtlar arar. Bireyin duygularıyla içselleştirdiği bu duruma, “yaşanmışlıklarla yüzleşme zamanı” diyebiliriz.

     İnsanın usuna, “ölüm” denince her şeyin bitişi geliyor, istemsizce. Ölüm yatağında yatan kişinin bu durumda ne düşündüğü, ne duyumsadığı anlamsızlaşıyor. Yapayalnız ölümün kucağına itiliyor. Yaşamdan kopmakta olana nasıl bir yardım eli uzatabilirim, sorusundan çok ne acıdır ki kendi ölümünü düşünerek korkuya kapılan çok insan gördüm yaşamımda, kaygılandım diyebilirim.

     Şunu en içten duygularımla söylemeliyim ki hiçbir ölümcül sizden ne yanına oturup ağlamanızı ne de acısına ağıtlar yakmanızı ister. O, bunun tersine sonsuzluğa yolculuğunda yukarıda sıraladığım düşünce ve görüşlerle kendisine sevgiyle yaklaşılmasından yanadır. Son soluğunda olan sayrı  karşısındaki kişiden aldatısız bir konuşma diler. Bu çok önemlidir.

     Ölmekte olan insana, ‘iyileşeceksin’ demenin ne denli yanlış olduğunu biliriz, öyle değil mi? Bilisiz olmamalı insan. Ayrıca yaşamdan yavaş yavaş kopmakta olan kişinin yanında yüksek sesle konuşmamak, bu konuda da duyarlı, bilinçli davranmak zorunda olduğumuzu anımsatmak isterim.

     – Gönüllü çalışan kişilerin akçasal kazancı ne kadardır?

      Bu soruyu ne zaman duysam yüreğime bir ateş düşer, üşür gövdem. Yüreği iyilik ve güzellikten yana çarpan, gönüllü çalışan kişi ve kişiler, ölümcüllere bu bağlamda yoldaşlık ederken özdekselliği asla düşünmez, düşünemezler. Onların en büyük varsıllığı tinsel değerleridir. Sunulan yürek işidir.

     İyilik kavramının insancı bir değer olduğunu, parayla elde edilemeyeceğini çoğu zaman unutan, yürek işine bedel biçen insanlara ne desek boş…