PORTAKAL ÇİÇEĞİ VE ANNESİ
Rüzgârlı Orman’daki ufak tefek endamlı portakal ağacı; birdenbire ışıldamaya başlayan günlere bakarak şaştı, yine bahar geliyordu. Aceleci ve sevimli bir yolcu gibi üstelik!
Asırlık çınarların, yeni yetme gürgenlerin, başları bulutlara değen kavakların, iğne yapraklı çam ağaçlarının, söğütlerin ve palamutların arasında yapayalnızdı. Çevresinde anne babası, kardeşleri ya da akrabaları yoktu.
Nereden gelmişti acaba tohumu? Yoksa biri onu fidanken getirip buraya mı dikmişti?
-Hişt, portakal ağacı, merhaba! Beni duyuyor musun?
Etrafta kimsecikler yoktu. Belki de yanlış duyuyordu. Ağaçların hışırtılarını işitip biri kendisine sesleniyor zannetmiş olabilirdi. Oralı olmadı.
-Hey sen, ne kadar burnu büyük bir ağaçsın! Selamıma karşılık versen ne olur?
-Sesini duyuyorum fakat seni göremiyorum. Ben burnu büyük filan değilim. Yine de merhaba!
Rengârenk bir papağan çam ağacının iğne yapraklarının arasından el, pardon kanat sallıyordu. Portakal onu yanı başına çağırdı. Dallarından herhangi birine konmasını istedi. Papağan içinden ‘keşke bana meyve ikram etse’ diye geçirdi.
Sanki muhatabı, içinden geçeni duymuştu. -Gelsene, hem meyvelerimden birkaç tane yersin.
Rengârenk kanatlı papağan bir çırpıda portakalın alçak dallarından birine kondu. Bir yandan atıştırıyor, diğer yandan konuşuyordu.
-Çevrendekilerden çok farklısın, bu seni şaşırtmıyor mu?
-Şaşırtmaz mı? Fakat kaç kişiye sorduysam bilen çıkmadı. Aniden belirmişim, bir sabah bakmışlar ki ben buradayım.
“Bir sabah bakmışlar ki sen buradasın, çok ilginç!” Papağan dudak bükmüştü, onun dudak büküşünde inanmazlık yahut şaşkınlık değil, senin nereden geldiğini biliyorum havası hâkimdi.
-Buradan çok uzaklarda, bahar günlerinde sokakları portakal çiçeği kokan, denize nazır bir şehir var, Gerçek memleketin orası. Seni buraya ben getirdim ve bu yumuşacık toprağın bağrına atıverdim. Tırnaklarımın arasından usulca bıraktım yere. Bu yüzden hiç kimse fark etmedi. Zamanla filizlenip ağaç olmuşsun. Seni tekrar gördüğüme çok sevindim.
-Annem babam? Onlar hâlâ oradalar mı? Kardeşlerim, akrabalarım!
-Evet, hepsi de oradalar ve seni görmek istiyorlar. İstersen…
“Sakın devam etme!” dedi hüzünlü bir edayla ufak tefek endamlı portakal ağacı.
Ne kadar yalnız olsa da onun memleketi onlarca yıldır Rüzgârlı Orman’dı ve bu güzel ormanda kök saldığı için çok mutluydu. Gözlerinin ucuyla gölgesinin günışığıyla buluştuğu yere baktı. Tazecik bir fidan gülümsüyordu. İçinden ‘senin adın Portakal Çiçeği olsun’ dedi.