ANNEM VE DOMATESLERİ
Yaylanın serini derler ya öyle bir gündü işte. Aşağılara doğru bir sis almış yürümüştü. Biz denizden yaklaşık bin iki yüz metre yüksekteydik. Belli ki alev alev yanıyordu aşağılar. Bu cehennem sıcağında dışarıda çalışanların Allah yardımcısı olsun dedim içimden.
Bahçeye inmiş annemin iki avuçluk toprağında yetiştirdiği domates ve salatalıkları suluyordum. Geçkin yaşına rağmen sürekli iş çıkaran anneme söylenip duruyordum içimden de. Kendiyle inatlaşıp duruyordu benim güzel annem. Yorulmasan artık, ayaklarını uzatsan; domates salatalık her yerde satılıyor dediğimizde her seferinde aynı cevabı veriyordu: ‘’Bunlardan bulamazsınız hiçbir yerde.’’ Kurulmuş bir plak gibiydi annem.
Hareli gözlerine bakıp derinlere indikçe oralarda kaybolurdum ve çok yol almaktan yorulmuş bir kadın görüyordum. Ah, bahtsız annem! Sen ona üzülürsün o sana üzülür. Ne yaparsın, bu plağı dinlemekten başka çaren yok.
Sevgisizlik, yüzündeki keskin çizgiler gibi kalbinde de büyük yaralar açmıştı annemin. Despot bir anne-baba tarafından hiç sevilmeden büyütülmüştü. Allah’tan ki evlendiğinde babam onun prensi olmuş, evlilikleri boyunca yaralarını sarmıştı. Ancak babamı erken kaybeden annem bu kez daha da derin kuyulara düşmüştü. Bazen anlatırdı. Keşke bir ağlasa derdim içimden. Ama sadece gözlerindeki hareler ıslanırdı, ağlamazdı; ağlayamazdı.
Sulama işini bitirmek üzereydim ki kapkara bir keçi bahçeye giriverdi. Annemin gözü gibi baktığı bostana daldı. Bostanı kurtarmak isterken keçinin arkasından ben de giriverdim. Ben kara keçiyi kovaladıkça o domatesleri daha da eziyor, salatalıkları ağzına alıp alıp fırlatıyordu. İkimiz iki yerden bostanı talan etmiştik. Bostan tarumar olmuştu.
Arkamı döndüğümde birden annemi fark ettim. Harelerinden akan yaşlar yüzünde izler bırakarak aşağı doğru akıyordu. Bostana bakıyordu. Ara ara aklaşmış saçları sanki birden bembeyaz olmuştu. Avucunun içinde parlayan bir şey gördüm. Kurumuş dudaklarına götürüp öpüyordu. Bu babamın yüzüğüydü. Özür dilerim diyordu özür dilerim. Birlikte kurdukları bostana değil, doyamadığı sevdasına yanıyordu.
Aşağılara doğru bir sis almış yürümüştü.