Dört Saatlik Mektup
H., 1993 yılı sonlarında bir güney ili üniversitesinde göreve başlayan bir öğretmendir. Otuzlu yaşlarına yeni girmiştir. Uzun boylu, kara saçlı ve esmer tenli olan bu öğretmen pek de konuşkandır. Göreve başladıktan sonra eş dost arasında her fırsatta 1920’li yıllarda Kadirli Kuvayi Milliye komutanlığı yapan Pat Pat İsmail’in torunu olduğunu söylemeden edemez. Ardından da dedesi zamanında yaşanmış bir olayı anlatır ha anlatır. Söz konusu olay yirmili yaşlarında Kadirli’de çalışan Yaşar Kemal ile ilgilidir. Bu olayı en çok dinleyenlerden biri A.’dır. A., H.’den dinlediklerini Özdemir Asaf’ın “Bana bir mektup geldi/İçinden ben çıktım.” dizelerinden oluşan “Sevinç” adlı şiirini yorumlamakta kullanmayı tasarlar. Bunu da katıldığı bir söyleşide gerçekleştirir:
***
Kemal Sadık Göğçeli olarak tanındığı 1940’lı yıllarda Yaşar Kemal her çalışma günü motosikletine biner, Hemite’den kalkar, Endel, Yalnızdut ve Karabacak köylerini geçtikten sonra Kadirli’ye varır, mahkemelerde adalet arayanlar için dava dilekçeleri yazar ve kazandığı paralarla da geçimini sağlamaya çalışır. Yazdığı dava dilekçelerinde olup bitenleri öyle acıklı anlatır ki o dilekçelerin sahipleri bile “Vay be! Ölmüşüz yahu! Ölmüşüz de haberimiz yokmuş!” derler. Yaşar Kemal bu işleri yaparken haftasonları köy köy dolaşıp ağıtlar derlediği gibi zaman buldukça öyküler de yazar. Tam da o sıralarda hakkında çıkan söylentilerden de korkmaya başlar. Siyasal eğilimiyle ilgili söylentilerden… Kendisine düşman düşman bakan gözler onun korkusunu depreştirir durur.
Bir süre sonra korkusunun boşu boşuna olmadığına da tanık olur. Çok zaman geçmez. Birtakım gençler Kadirli’de iskemlesine oturup küçük masasındaki daktilo ile dava dilekçesi yazmakta olan Yaşar Kemal’e yaklaşmaya başlarlar. Yaşar Kemal başına gelecekleri sezer sezmez daktilosunu, masasını ve iskemlesini bırakıp kaçmaya durur. Saldırganlar hızlıdırlar. Ancak Yaşar Kemal de öyledir. Bir gözü kör olsa da aradaki uzaklığı açar ha açar. Bu nedenle saldırganlar onu bir türlü yakalayamazlar. Ne var ki Yaşar Kemal bugünlük kaçıp kurtulsa bile işi bütün bütün çözemeyeceğini anlar. Baba dostu Pat Pat İsmail’e sığınmayı düşünür. Ve onun evine varıp kapıya güm güm diye hızlı hızlı vurur. Kapıyı Pat Pat İsmail’in karısı Koca Fadıma açar.
Yaşar Kemal:
– Fadıma Ana! Beni Kurtarın!
der. Koca Fadıma Yaşar Kemal’in sararmış yüzüne bakmadan onu içeri alır. Evin beş altı metre ötesine dek yaklaşan saldırganlara da şöyle bir bakar. Ve sonra da kapıyı küüüt diye kapatır. Saldırganlar orada öylece dururlar. Daha ileri gidemezler. “Pat Pat İsmail’in evi bu!” derler ve elleri böğürlerinde geri dönerler.
Koca Fadıma ortalık güvenli oluncaya dek Yaşar Kemal’i salmaz. Onu bir iskemleye oturtur ve bir süre sonra da sorar:
– Oğlum Yaşar! Sana ne aş vereyim?
Yaşar Kemal:
– Ben tırşık çorbasını çok severim, Fadıma Ana. Bana tırşık çorbası yap.
Koca Fadıma:
– Tırşık yok, Yaşar Oğlum! Sana toga çorbası yapayım mı?
Yaşar Kemal:
– Yap, Fadıma Ana!
Böylece Koca Fadıma Yaşar Kemal’i yedirir içirir. Ona o yıllarda kıt mı kıt olan şekerli kahve bile ikram eder. Ve neden sonra ortalığın güvenli olduğuna yüzde yüz inanınca da Yaşar Kemal’in gitmesine izin verir. Yaşar Kemal de Koca Fadıma’nın elini öper, ardından da evden ayrılır.
Yaşar Kemal daktilosuna, masasına ve iskemlesine yeniden kavuşup gene mahkeme kapılarında adalet arayanlara dava dilekçeleri yazarak geçimini sağlamaya çalışır. Haftasonları gene ağıtlar derlemeyi sürdürdüğü gibi boş zaman buldukça da öyküler yazadurur. Ancak ne yaparsa yapsın onun siyasal eğilimine kafayı takanlar yakasını bir türlü bırakmazlar. Onu mahkemelerde süründürürler. Kozan Cezaevi’nde bile yatırırlar. Yaşar Kemal bütün bu olup bitenlerden sonra Hemite’den üç kuruşluk ekmek parasını ya kazanacak ya da kazanamayacak olduğu Kadirli’ye artık ürke ürke gelmeye başlar. Derken çözümü İstanbul yollarında arar.
Bir süre sonra Yaşar Kemal İstanbul’a yerleşir. Orada tutunur. Gazetecilik yapar. “İnce Memed” romanı ile tanınır. Aldığı ödüllerle de ününe ün katar. Çok okunan bir yazar olarak da konuşma yapmak üzere bir yerlerden hep çağrılır. O da kimseyi kırmaz, uçağa biner, çağrıldığı yere gider, konuşmasını yapar ve sonra da geri döner. 1998 yılında da öyle olur. Bir güney ili üniversitesinden konuşmacı olarak çağrılır. Pazartesilerden bir pazartesi gerçekleşen bir uçak yolculuğunun ardından o üniversiteye varır. Önünde konuşma saati 15.00’e dek dört saatlik bir süresi vardır. Bu sürenin başlarında gelenler gidenler ile tanışır. Kendisine “Hoş geldiniz!” diyen üniversite yöneticileri, profesörler, doçentler, büyük büyük memurlar ile… Onların yanlarında getirdikleri Yaşar Kemal kitaplarını da imzalar.
Bir ara uzun boylu, kara saçlı, genç mi genç bir adam Yaşar Kemal’in yanına yaklaşır:
– “Hoş geldiniz!” der ve “Ben, Pat Pat İsmail’in torunuyum.” diye de ekler.
Yaşar Kemal şaşkınlıkla gence bakar. Uzun boyuna, kara saçlarına, esmer tenine ve ışıl ışıl gözlerine,… Baktığı yerlerde yalnızca Pat Pat İsmail’den değil, kendisine tırşık olmadığı için toga çorbası pişiren Koca Fadıma’dan da izler arar. Hemite’den de… Kadirli’den de… 1940’lı yıllardaki bütün geçmişi gözünün önünden geçip gider. O sırada kitap imzalama kuyruğunda oluşan boşluktan yararlanarak gencin koluna takılır. Onu bahçedeki boş bir masaya götürüp bir koltuğa oturtur. Ve bütün zamanını onunla geçirmeye başlar.
Çevredekiler onlara bakıp bakıp dururlar. Onca büyük adam varken Yaşar Kemal’in bunca genç bir öğretmende ne bulduğunu çıldırasıya merak ederler. Ederler ya, olayı bir türlü anlayamazlar. Oysa durum onların kafalarını allak bullak edecek ölçüde karışık değildir. O uzun boylu, kara saçlı, esmer tenli genç öğretmen Yaşar Kemal’e çok uzak bir geçmişten gelen bir mektuptur. O mektup 1920’li yıllarda Kadirli Kuvayı Milliye komutanı olarak ünlenen Pat Pat İsmail’den gelir. Kendisine kapıyı açıp onu saldırgan gençlerden koruyan Koca Fadıma’dan gelir. Hemite’den gelir. Kadirli’den gelir. Mahkeme kapılarında adalet arayanlar için dilekçeler yazdığı daktilosundan gelir. Masasından ve iskemlesinden gelir. Dahası kendi siyasal eğiliminden hoşlanmayan o saldırgan gençlerden bile gelir.
Ve o mektuptan şimdi çok uzak geçmişlerde kalan Yaşar Kemal çıkar ha çıkar.
Elbette söz konusu mektubu okuyamayanlar o köşedeki masada karşı karşıya oturan iki kişiye anlamsız anlamsız bakmayı sürdürürler. Nereden bilsinler Yaşar Kemal’in kendisine gelen mektubu okuyarak bir sürü bilgiyi öğrenmeye çalıştığını, Pat Pat İsmail’in nasıl yaşadığını, Koca Fadıma’nın nasıl öldüğünü? Hemite ile Kadirli arasındaki yolda motosiklet ile gidip gelirken her gün gördüğü pelit ağaçlarının, su oluğunun ve tahta köprünün başlarına neler geldiğini?
Yaşar Kemal o mektubu dört saat boyunca okur. Saat 15.00 olunca konuşmasını yapmak üzere kürsüye çağrılır. Kalkar, kürsüye yürür. Belki daha sonra o mektubu gene okuma fırsatı bulabileceğini uma uma… En azından dönüş uçağı kalkıncaya dek… Kim bilir? Hele şu konuşmayı bir tamamlasın da…
***
A., anlatısını burada noktalar; çünkü izleyen zamanda neler olduğuna ilişkin olarak H.’den başkaca bir dinlediği yoktur.