NAZAN ARISOY/YENİDEN BAŞLIYORUZ

YENİDEN BAŞLIYORUZ!

HAZIR MISINIZ?

Yeni yıl yaklaşırken bir an durup düşünelim: Geçtiğimiz yılbaşı öncesi bu yıla dair umutlarımıza, hayallerimize hatta planlarımıza ne oldu? Ne kadar ‘keşke’ biriktirdik, ne kadar ‘iyiki’miz var? Peki ya, yeni yıl için hedefler, planlar ve umut…

Yılbaşı, birçok kişi için yalnızca takvimde bir gün değildir. O, yeni bir başlangıcın, temiz bir sayfanın, hayatı yeniden şekillendirme arzusunun simgesidir. Geçmiş, anlam olarak anlaşıldığı üzere geçip gitmiş zamanları tanımlar. Oğlumla aramızda geçen bir diyalogdan bahsetmeden geçemeyeceğim. Bir gün klasik yetişkin insan sorunlarından biriyle uğraştım ve kabullenemediğim tek şey adaletsizlik olduğu için de anneme serzenişte bulunduğum bir konuşma yapıyordum. Üstelik annem konunun muhatabı bile değildi. Benim yuva dışında yaşadığım bir durumla ilgili tüm duygu dalgalanmalarımın yansıdığı bir konuşmamı sabırla dinliyordu. Oğlum da o zaman henüz dokuz yaşındaydı. Bulunduğumuz yerde masa başında bir şeylerle meşguldü. Bir an bana seslendi: “Anne, sen bu durumu ne zaman yaşadın? “ dedi. Bizi dinlediğini fark ettiğim için biraz huzursuz olmuştum ama hemen cevapladım: “Dün.” dedim.  Oğlum beklenmedik bir cevapla bana yeni bir sayfa açtırdı: “Anne dün bitti farkında mısın? Neden bu kadar dünü konuşuyorsun? Bundan sonra ne yapacağına odaklan. Üzülmen ya da sinirlenmen ne işine yarayacak? Dünü değiştiremezsin.” dedi. Kimden ne ders alacağınız belli olmaz dostlar, benim için büyük öğreti oldu. Bu yüzden hepimize diyorum ki: “Dün bitti dostum, önümüze bakalım. Haydi yeniden başlıyoruz… “

Üstelik umut ve dönüşüm yalnızca bir güne sıkışıp kalmamalıdır çünkü her sabah, yeniden başlamak için bir fırsattır. Gözlerimizi her sabah açtığımızda fark etmesek de hayat bize her gün yeniden başlama fırsatı sunar. Gökyüzünde doğan güneş, yalnızca bir ışık kaynağı değil; aynı zamanda bir öğretmendir. Her sabah, yorulmadan ve usanmadan doğarak bizlere yeniden başlama cesaretini gösterir. Doğa, insanın umut duygusunu besleyen en güçlü ilham kaynaklarından biridir.

Düşünün, bir tohum toprağa düşer ve onun üstü karla, taşla, toprakla örtülür. O tohum, gün ışığını hiç görmese bile kök salmaya devam eder. Doğa, tüm gücüyle ona yaşam olanağı sunar ve bir gün, toprağı delip geçen filiz, yaşamın inatçılığını ve umudun gücünü gözler önüne serer. İnsan da tıpkı o tohum gibidir. Zorluklarla örtülse, karanlıkta kalsa bile umutla, sabırla büyümeye devam edebilir.

Her mevsim, insan hayatına dair bir metafordur. Kış, yorgunluğun ve durgunluğun simgesidir; ancak ardından bahar gelir, doğa yeniden canlanır. Yazın enerjisi ve bereketi, ardından gelen sonbaharın dinginliğiyle tamamlanır. İnsan da mevsimler gibi değişir, olgunlaşır ve yeniden doğar. Doğanın bu döngüsünden ders almak, yaşamımızı anlamlandırmak için büyük bir fırsattır.

Psikolog Erich Fromm, insanın doğaya olan bağlantısını şöyle ifade eder: “Doğayla uyum içinde olan bir insan, kendi içsel dengesini ve umut duygusunu kolayca koruyabilir.” Doğanın yenilenme döngüsünü izlemek, insanın içinde yeşeren umudu da canlandırır. Gözlerimizi her sabah güneşe açtığımızda onun doğumunu bir yenilenme işareti olarak görmek mümkündür.

Bir ağacın dalları kışın yapraksız ve çıplak kalabilir ama o dallar baharı sabırla bekler çünkü ağacın kökleri, yaşamın devam ettiğini bilir. İnsan da köklerini umutla beslemelidir. Her yeni gün, yeni bir filiz verme potansiyelini taşır. Bu potansiyeli harekete geçirmek ise bizim elimizdedir.

Doğanın bu döngüsünden ilham alarak yaşamımıza küçük dokunuşlar yapabiliriz. Sabahları doğan güneşi izlemek, bir parkta yürüyüş yapmak, toprağa bir çiçek ekmek ya da bir ağacın gölgesinde durup onun sessiz bilgeliğini hissetmek… Tüm bunlar, insanın umut duygusunu beslemek için güçlü araçlardır.

Umut, insanın varoluşunda temel bir ihtiyaçtır. Psikolog Viktor Frankl: “Bir insanın yaşama umudu varsa her türlü zorluğa katlanabilir.” der. Frankl’ın bu sözü, insanın umuda duyduğu derin bağlılığı açıkça gösterir. Umut, sadece geleceğe dair bir inanç değil, aynı zamanda bugünün zorluklarıyla mücadele edebilmek için sahip olduğumuz bir güç kaynağıdır.

İnsan, dönüşüm ve yenilenme yeteneğiyle eşsiz bir varlıktır. Psikoloji, bireyin değişim potansiyelini sıklıkla vurgular. Carl Rogers, birey merkezli terapi anlayışıyla, “İnsanlar, koşullar uygun olduğunda değişmeye ve büyümeye doğal olarak eğilimlidir.” diyerek her bireyin içinde bir dönüşüm kıvılcımı taşıdığını ifade etmiştir. Bu kıvılcımı ateşlemek için belirli bir günü beklemek zorunda değiliz. Gün doğumuyla birlikte her gün, yeni bir yıl kadar anlamlı olabilir.

Umut kavramı, bizi ileriye taşıyan bir yol göstericidir, ancak bu kavram, pasif bir bekleyişi değil, aktif bir çabayı gerektirir. Kişi, kendi umudunu inşa edebilir ve hayatını yeniden şekillendirebilir. Bu noktada, bir diğer önemli psikolog Martin Seligman: “Umut, iyimser bir bakış açısına sahip olmanın ötesinde, kişinin gelecekteki mutluluğu için aktif olarak bir şeyler yapmasıyla ilgilidir.” diyerek umudun eylemle pekiştiğini savunur.

Yeniden başlamak için büyük adımlara, radikal kararlara ya da belirli bir tarihe ihtiyaç yoktur. Küçük bir değişiklik, büyük bir dönüşümün başlangıcı olabilir. Bir sabah biraz daha erken uyanmak, bir kitabın ilk sayfasını çevirmek, bir dostu aramak veya bir hayali gerçekleştirmek için ilk adımı atmak… Bunların her biri, hayatımızdaki durağanlığı kırabilir çünkü umut, yalnızca zihnimizde değil, aynı zamanda eylemlerimizde filizlenir.

Unutulmamalıdır ki; yaşam, takvimin belirlediği günlerden değil, bizim ona yüklediğimiz anlamlardan ibarettir. Eğer umut dolu bir hayat istiyorsak, her günümüzü bir yılbaşı sabahı gibi karşılamayı öğrenmeliyiz çünkü her yeni gün, geçmişin küllerinden doğmak ve geleceğe doğru bir adım atmak için eşsiz bir fırsattır. Umut, yalnızca bir günle sınırlı olmayan, insanın ruhunda sürekli yeşeren bir çiçektir. Onu her gün sulamak, her sabah kendimize yeni bir başlangıç hakkı tanımak elimizdedir. Hayat, yenilenme cesaretiyle anlam kazanır ve bu cesaret, her sabah, gözlerimizi açtığımız anda içimizde filizlenir.

Yeni yıl, hayatımıza farklı anlamlar yüklediğimiz, geçmişle vedalaşarak geleceğe dair umutlarımızı yeşerttiğimiz bir dönemdir. Kimi için yeni bir başlangıç kimi için sevdiklerine sevgisini ifade etme fırsatıdır. Yılbaşını kutlarken hediyeleşmek, yaşam alanlarımızı süslemek ya da coşkuyla bu günü karşılamak bir inanca ya da geleneğe hizmet etmekten öte, insanın mutluluğa olan ihtiyacını karşılayan güzel bir alışkanlıktır.

Bir hediye, sadece maddi bir nesne değildir. O, sevginin, önemsediğini hissettirmenin ve değer vermenin somut bir simgesidir, ancak hediyeleşme amacını kaybedip yalnızca gösterişin ya da tüketim çılgınlığının bir parçası haline geldiğinde bu anlamını yitirir. “Etiketi ya da bedeli ne olursa olsun, verilen bir hediye sevgi ve özenle sunulmuyorsa gerçek bir mutluluk yaratamaz.” Çünkü insanlar, alınan hediyenin maddi değerine değil, taşıdığı duygusal anlamına ihtiyaç duyar. Sevildiğini, değer gördüğünü ve önemsendiğini hissetmek, bir insanın ruhuna en büyük hediyedir.

Tüm kutlamalar gibi yılbaşı da yaşamın zorluğuna karşı bir nefes alma, insanın kendini ve sevdiklerini ödüllendirme fırsatıdır. Psikolojik olarak ritüeller ve kutlamalar, insanın duygusal yüklerini hafifletmesine, bir anlığına da olsa hayatın karmaşasını geride bırakmasına yardımcı olur. Ancak bu kutlama, insanın kimliğini bozmamalı ve imkânlarını aşan bir tüketim döngüsüne dönüşmemelidir. Mutluluğun ve coşkunun tadını çıkarmak, ölçülü ve anlamlı olduğu sürece yaşamı zenginleştirir.

Doğa, bize her sabah yeniden başlama fırsatı sunduğu gibi yılbaşı da bu yenilenmeyi topluca kutlamamız için bir hatırlatmadır. Evimizi süslemek, ışıklarla çevremizi aydınlatmak ya da yeni bir yıla güzel dileklerle girmek, hem bireysel hem toplumsal mutluluğu besleyen eylemlerdir. Bu ritüellerin bir dini ya da inancı temsil ettiğini düşünmek yerine, onların insana ait, içten birer sevgi ifadesi olduğunu anlamalıyız.

Ünlü psikolog Abraham Maslow, insanın temel ihtiyaçlarını açıklarken sevgiyi ve ait olma duygusunu en önemli ihtiyaçlardan biri olarak tanımlar. Hediyeleşmek ya da özel günleri kutlamak, bu ihtiyaca cevap veren anlamlı bir eylemdir, ancak mutluluk verici her eylem gibi bunun da aşırıya kaçmadan, kendi yaşam dengemizi bozmadan yapılması gerekir.

Unutulmamalıdır ki hayatı anlamlı kılan, insanın kendi değerlerini koruyarak yaşamasıdır. Kutlamalar, hediyeleşme ve yenilenme coşkusu paylaşımı artırmalıdır.

Yeni yılın hepimize getireceği en büyük armağan, yaşamı yenilenme cesaretiyle kucaklamak, sevdiğimiz insanlarla umudu ve sevgiyi paylaşmaktır çünkü gerçek mutluluk, yalnızca parayla değil, anlamla, sevgiyle ve paylaşımla şekillenir. Geçmişte kalanları “dün bitti” mantığıyla geçmişte bırakıp yani “Geçmişten alacaklı, gelecekten beklentili olmadan…” yaşamaya inanıp eyleme geçmeliyiz.

Bu yıl umarım şahane anılarla dolu anılarımız birikirken çok kırılmadığımız, incinmediğimiz, sağlıklı ve mutlu bir yıl yaşarız. Sahip olduklarımızın değerini düşürmeden, şükrederek yola devam ederiz. Yılbaşı için büyükçe beklentileri olan ve sonrasında asla kırılmasını istemediğimiz o umutlu insanlara çok sevdiğim aforizmaları göndermek istiyorum:

*Para ile ilaç, doktor satın alabilirsiniz ancak birçok durumda “SAĞLIK” satın alamazsınız.

*Para ile tanıdık bir sürü insana sahip olabilirsiniz ama “DOST” alamazsınız.

*Para ile yiyecek, içecek satın alabilirsiniz ama “İŞTAH ve AFİYET” satın alamazsınız.

*Para ile gösteriş, makyaj, estetik satın alabilirsiniz ama “GÜZELLİK” satın alamazsınız.

*Para ile dünyanın her türlü eğlencesini satın alabilirsiniz ama “NEŞE” alamazsınız.

*Para ile hizmetçiler tutabilirsiniz ama “SADAKAT” satın alamazsınız.

*Paranız varsa çok boş vaktiniz olabilir ama “HUZUR” satın alamazsınız.

*Para ile yüzlerce özel koruma tutabilirsiniz ama “GÜVEN” alamazsınız.

*Para ile eğitim ve bilgi satın alabilirsiniz ama “BİLGELİK” satın alamazsınız.

*Para ile kadın satın alabilirsiniz ama “AŞK” satın alamazsınız.

*Para ile bakıcılar tutabilirsiniz ama “ANNE ŞEFKATİ” satın alamazsınız.

Haydi bakalım yeniden başlıyoruz!