İKİNCİ YENİ; MAHRUMİYETİN, TEVEKKÜLÜN, HÜZNÜN VE UMUDUN ŞİİRLERİDİR
İkinci yeni şairleri, dünyanın ve dolayısıyla Türkiye’nin geçiş dönemi şairleridir. İkinci Dünya Savaşı’ndan dibe vurarak çıkmış, yaşanılan acıları bir hiçlik duygusu ile günlük yaşamına yansıtmış insanlık, her şeye rağmen yeni ve modern dünyaya hazırlanmaktadır. Savaşların sebep olduğu, uzun saklanma yılları, birçok insan için ancak buldukları her sayfayı okuyarak, anılarını ellerine geçen her sayfaya aktararak, yaşama tutunmayı sağlamıştır. Bu tablo, 1950’li yıllarda “entelektüel” adlandırması ile her yayını takip eden, ana dilinden başka bir veya birkaç Avrupa dili bilen, iyi bir eğitim almış ve birkaç farklı ülkeyi ziyaret etmiş ve özellikle Fransa’da, Paris’te yaşamış olan, Bohem görünüşlü, fularlı bir sanatçı tiplemesi ile zamana damgasını vurdu. Tüm Avrupa ve Fransa’dan yayılan varoluşçuluk ve gerçeküstücülük akımları diğer pek çok sanatçıyı da etkilemiştir
Ülkemizde Garip Şiiri, Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rıfat gibi şairler ile Divan Edebiyatı’nın bireyci, toplumdan uzak, anlaşılmaz diline bir tepki ile ortaya çıkmış; anlaşılır, yalın bir dil kullanımıyla okuyuculara yeni ve kolay bir şiir tarzını sunmuştu. Bu şiir akımına sonradan bazı çevrelerce “1. Yeni” denmesi, “2. Yeni” denilen daha karmaşık, mecazlara çok meraklı, bol imge ve soyut anlatıma yönelen ve adeta “anlaşılmazdan beslenen” Türkçeyi yeni terim ve tanımlarla oyun oynar gibi kullanan, entelektüel kimliklerinden taviz vermeyen tavırları ile tanımlanan şairlere ad verilmesini takiben başladı. İkinci Yeni, toplumun geçiş döneminde çok da popüler ve etkili oldu. İkinci Yeni şairleri, unutulmaz eserlerle bir döneme damga vurdu; varoluşçu felsefenin, hiçlik duygularının baskınlığına karşın, umut da yansıtan dizeleri kaleme aldı.
Aslında bu şairlerin şiirleri ile tanıştığım yıllarda, benim kuşağım, anarşik olaylarla boğuşmaktan bunalmış durumdaydı. 1980 İhtilali’ndeki tutuklamalar, siyasi kaos, yakılan kitaplar, yasaklar kesinlikle ağır bir travma yaratmıştı. Kadın ve erkek kimlikleri silinmiş, sadece kurtuluş inancına kenetlenilmiş, aşkın, romantizmin ayıp karşılandığı yıllardı o yıllar. Ben şanslı idim. Ankara’da yaşıyor ve okuyordum. Ankara’da uzun yıllardır tam bir sanat fırtınası esiyor, bir taraftan Devlet Tiyatroları sahnelerinde, diğer taraftan özel tiyatrolarda son derece büyük bir ciddiyet ve özenle ardı ardına harika eserler meraklı seyircileriyle buluşuyordu. Sanata ve edebiyata olan ilgim nedeni ile sık sık Sanat Sevenler Derneği’ne gidiyor, orada birçok sanatçı ile tanışma fırsatı buluyordum. Atilla İlhan, Ataol Behramoğlu, Abdullah Nefes gibi edebiyat ve sanata gönül vermiş kişilerin şahsında ve anılarını, duygularını bana aktarmaları ile 2. Yeni şairlerinin eserleri ile tanışma şansını yakaladım. O yılları ve dillerinden düşmeyen, son derece ustaca yazılmış ve sıra dışı şiirleri, ilk ağızdan dinledim, anladım. Onların, nasıl bir isyanla şiirlerini yazdıklarını çok az kişi biliyor şimdilerde; belki de pek bilen yok. Çünkü pek azı şimdi hayatta. Bildiklerimi ve o kuşağın bana aktardıkları anıları bugüne taşıyıp yaşatmayı borç biliyorum.
Onlar, her basılan edebi eseri okuyan; gitmedikleri, görmedikleri yerleri, okumanın gücü ile hayallerinde gören; kafalarında oluşturdukları imgelerle yaşayan; entelektüel olmayı ciddi bir yaşam sebebi ve yarışı sayan; şiir ve sanat için yaşayan; sefaleti paraya ve lükse tercih etmiş, bambaşka bir dünyanın acı dolu hüzünlü insanlarıydı. Onlar aşk ve edebiyat için yaşadılar; rakı sofralarında, sigara dumanları içinde konuştular, sonra âşık olup, yazdılar, yazdılar… Âşık olunacak eğitimli, üniversiteli, özgür kadın o kadar azdı ki hep aynı kadına hepsi birden âşık oldular, aynı kadına en güzel şiiri yazmak için yarıştılar, utandılar ama yine de bu sevdaları en güzel şiirleri yazdırdı onlara. Tomris Uyar, bu duruma en çarpıcı örnektir! Bir keresinde, benden yaşça çok büyük bir arkadaşımın, İTÜ’de kendi sınıfından öğrenciler ile fotoğrafını görmüştüm. Beş erkek öğrenci, bir kız öğrenci, Mimarlık Fakültesi ve sınıfta bir tek kız öğrenci… 50’li yılların sonları… Adı Sevinç’ti yanlış hatırlamıyorsam. Erkeklerin hepsi kızın önünde diz çökmüşlerdi. Bu şanslı, mimar adayı, zeki bakışlı, dimdik duruşlu prensesin üzerinde bir trençkot vardı; saçları topuzdu ve tüm erkek arkadaşları ona âşıktı. İşte böyle yıllarmış, kadın erkek arasında kaçgöçün olduğu, çok az sayıda kızın yükseköğrenim gördüğü, farklı yıllar. İkinci Yeni şiirleri, mahrumiyetin, tevekkülün, hüznün ve aslında umudun şiirleridir.
İkinci Yeni şairleri ile yetişen kuşak, aslında şanslı, fakat ülkede basılan kitap çeşitliliği ve kitaba erişim yönünden şansız bir kuşak oldu. Şanslı oldukları yer, okumaya olan merakları ve kendilerini okumaya koşullandırılmış hissetmeleri, her yayını takip etmeleri, özellikle bu yıllarda çok iyi tercümelerin yapılması… Bu şairlerin bir kısmı yabancı dillerden çeviri eserler ortaya koydu. Örneğin Balzac’ın Goriot Baba’sı Cemal Süreya tarafından Fransızca aslından dilimize çevrilmiş (Altın Kitaplar, 1969)
İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinden cımbızla çekilmiş birkaç dize, sosyal medyada dolaşıp duruyor, çoğu kişi okumadan isimlerini ezberliyor şairlerin. Okuyanların da 1950 -1965 yıllarını, İkinci Yeni şairlerinin dünyasını içselleştirerek algılayabildiklerini zannetmiyorum. Arada kalmış bu yıllar, İkinci Yeni şairleri için haksızlığa uğranılan yıllar olarak kabul edilebilir. Bu güzel insanlar, değerli şairlerimiz, uzun bir süre layık olması gereken öneme sahip olamadı, gençler tarafından yeteri kadar okunmadı, ideolojik savaş ruhunun dışına itildi. Beri yandan 60’larda dünyayı sarsan Sartre, Camus gibi varoluşçu yazarlar, her dönemde önemsendi, okundu ve tartışıldı. Oysaki 2. Yeni Şiiri gerçek bir yenilikçi ruhu taşımaktadır.
Aynı şiir ekolünde kabul edilse de Turgut Uyar, nesir tarzında fakat şiir tadında, betimleme ağırlıklı uzun dizeler ve daha masalsı bir dünya dili ile yazıyordu. “Dünyanın En Güzel Arabistanı”nda okuyucu, bulutların üzerinde, bambaşka bir dünyada bulur kendisini:
Yasağın aşkları zorlaması
Önce varken sonradan gömdüğümüz
Önünde gerilediğimiz
Unuttuğumuz utandığımız
Ama bırakmadığımız
Bu yumuşaklığım sanki defineler içinde
Sanki gömülü sandıklarda kararıyorum
Korkunç bir ormanın uğultusu içinde
boğuluyorum ağaçlar
Yasağın aşkları zorlaması
Önce varken sonradan gömdüğümüz
Önünde gerilediğimiz
Unuttuğumuz utandığımız
Ama bırakmadığımız
Bu yumuşaklığım sanki defineler içinde
Sanki gömülü sandıklarda kararıyorum
Korkunç bir ormanın uğultusu içinde
boğuluyorum ağaçlar
Sular bakmadığım yerde çiçekler*
… Bastonuma dayandım, bu meydanda gökyüzünün görünüşü hoşuma gitmiyordu; çatılar, çatılar, çatılar bölüp duruyordu. Hemşe
Sular bakmadığım yerde çiçekler*
… Bastonuma dayandım, bu meydanda gökyüzünün görünüşü hoşuma gitmiyordu; çatılar, çatılar, çatılar bölüp duruyordu. Hemşerilerim de sevmeyecekti biliyordum. Bastonumla gösterdim şu, şu, şu yapıları yıkın dedim işçilere; yerlerine yenilerini koyacağım. Bu Akçaburgaz eski bir şehir. Ben uraybaşkanı olduktan sonra sıkıntılarımı hemşerilerime dağıttım, şimdi arkamda geziyorlar, hepsi kıvıl kıvıl yerlerinde duramıyorlar. Nereyi yıksam, oh diyorlar. Ben yıkın deyince hep bir ağızdan yıkın diye bağırıyorlar. Bu şehri nasıl yapmışlar böyle, ne gökyüzü koymuşlar, ne günaydın, ne buldularsa getirmişler dağların ovaların dışında.
Hele o sabahların akşamların bungunluğu, o eski kışlalarda güz öğleleri, bazen işimi gücümü, uraybaşkanlığı ödevlerimi bırakıp bir dağ aramaya çıkıyorum.
*Turgut Uyar – Dünyanın En Güzel Arabistanı
YTY Yayınları, sayfa 150-151