METE DEMİRTÜRK/UTANÇ

Utanç

Yer gök alçak!
Ve milyonlarca alçak doğmak için sırasını bekliyor!
Daha dün, yer gök utançtı. Ne oldu, ne oldu da, erdemin güzel perisi, en kırılgan, en nazlı kızı utanç,
terk etti bizi? Kurudu en arı pınar. Ar diye bir şey yok artık?
Yitip gitti!
Sorgusuz sıradanlığın köpüğü gibi, hiçliğin bulutları gibi ve ah, unutulmak isteyen yaşam küskünleri gibi!
Dilimin büyük sözlüklerine, bütün dillerin
büyük sözlüklerine baktım, utanç sözcüğü silinmiş ya da bilerek pas geçilmiş!
İzleri kaybolmuş, gölgesi kaybolmuş! Anımsamak istemediğimiz anılar gibi.
Ve yalnız utancı değil, bütün erdemleri eski bir giysi gibi fırlatıp attık.
Değerler manzûmesiyle övünen insan, en yakışana büründü sonunda. Yokluğa! Hiçliğe! Nefessizliğe!
Gök karardıkça, aktı gök bilinmeze!

Her zaman utanç sorunu vardı dünyanın,
pespaye bir çemberde döner dururdu!
Sırtlan gülüşleriyle bezenmişti benliğimiz.
Hep böyleydi gelmiş geçmiş bilgeye.
Ama böylesi muhteşem, baş döndürücü bir zenginlik,
sınırsız düşler hazînesi,
tiranların elinde toplanmamıştı. Gene de o günün büyük
zenginliği akılları baştan alırdı.
Hazîneler göz kamaştırsa da, bir tarafta
soylu insana ait utanç, bir heykel gibi ayakta tutardı varlığımızı.
Şimdinin sınırsızlığı, erk kodamanlarının önüne serilmemişti.
Her sınır para, savaş ve ölüm demekti.
Bütün bunların denkleminde
yürürdü bitli piyade, gösterişli süvari!
Zaman hep böyleydi.
Matruşka bebekler gibi iç içe, hangi kapıyı açsan,
güçleri çıkar karşına.
Sanki hiç uyumaz, şeytan gibi pusudalar.
Her köşe, tilki kurnazlığına tohumlanmış.
Dün de tenis toplarıydık, bugün de.
Vur git, gel be aslanım! Vur git, gel be koçum! Utanç mı? Vur. Vur! Dur, koy cebe! 

Oynayalım mı?
Çıkar vur. Başa dön. Hep başa dön. Utanç ha?
Sus sen ey hiçlik, sus sen ey zavallı bile olmayan!
Konuşmak, hatırlatmak senin işin değil!
Çıkar cebinden vur şuna! Vur vur! Başa dön!
Hep başa dön! Ses yok değil mi, güzeller güzeli dişilerde?
Ey eşsiz savaşçılar, ey erkek figüranlar, sesiniz yok değil mi?
Ölümüne bitmeyen bir oyun!

Ve utanca gereksinim kalmadı!
Hepimizin yeterince oyunu, öyküsü var.
Birbirinden uçurumlarla ayrılan, avuçlarımızda sıkı sıkıya tuttuğumuz ülkeciklerimiz var!
Draje draje mutluluklarımız var!
Aman yitirmeyelim!
Ey insan, paran yoksa borçlan, kim için çalışıyor,
kimin için üretiyor ki düzen?
Aynı mühür bütün alınlarda. Aynı imza bütün oyunlarda. 

Ayrımcılık yok, hepimize bir kaçış mutluluk. Oh be, nihayet sınırsız ve sınıfsız olduk! 

Yaşasın insanlık!
Utanç deyince karıştırmayın zehirli çiçeklerin açtığı toprakları! Hatırlatmayın!
İşte Afrika, bir utanç mı?
Kara derisi gibi kara yazgılı Afrika!
Utanç nedir bilmeyenlerin elinde.
Acımasız hırsızların elinde.
Onlar işte,
şaraplarını yudumlarken uygarlığın çocukları, ama cüzdanlarını
doldurmak gerektiğinde, birden emperyal postal olur, birden demir ökçe olur,
talan ederler kara yazgılı koca kıta’yı!
Soru olmaması gereken çâresizlik,
kocaman bir soru nasıl olur?
Ya günlük güneşi bir dolarlık Çin?
Hele şu oligarklar, iyi ki doğdular diye
bayram etmemiz gereken müthiş adamlar,
ülke zenginliğinin üstüne oturdular da,
sınıfsız bir toplum oldu Rusya!
Becerememişti bu işi pis komünistler!
Özgürlük mözgürlük ayağına, kafeslediler canım Gogol’un bahtsız ülkesini.

Ya peygamberler doğuran topraklar, şeytanın en sevdiği, oyuncağı olan topraklar?
Günah çocuklarının yaşadığı, Sümerlerin, Akadların, Fenikelilerin, Firavunların yeşerdiği topraklar?
Şanlı Babil, aydınlık İskenderiye, şimdinin pespayeliğini görselerdi,
var oldukları topraklardan utanır, nefret ederler miydi? Utanç düşer miydi yüreklerine?
Kartların her gün yeniden karıldığı bu topraklarda, belki de bu yüzden petrol, fışkırdığı topraklarla
ensest ilişkiye girer,
zâlim dolar, inletir nefes alıp veren bütün canlıları!
Ya keçilerin bile terk-i diyâr eylemek istediği, ölümün şenlik ateşi yaktığı Afganistanya?*
Ya Sam Amcanın, vampirlere nal toplatan apoletli
Latin cellâtları? Aman nazar değmesin!
Ya ülkem, canım ülkem?
Gene Sam Amcanın, soğuk, zâlim pençesiyle soluksuz bıraktığı, güzelim çiçeklerini soldurduğu ülkem!
Ve hiçbir yerde görülmeyecek kadar koyunları, kerizleri, ahmakları olan cennet ülkem!
Biz koyunları kırkacak, kerizleri tımar edecekken,
ah, ahmaklara bir damla us derken,
onlar bize yapacağını yaptı!
Pranganın en dehşetini vurdu!
Bu ince işin farkında olsak da, kolay değil çemberi kırmak! Beyinler yıkandıkça,
algıyla oynamaları çocuk oyuncağı oldukça, büyük çemberlere dönüşüyordu zincirler!
Utançtan daha beter değil mi andığım yerler?
Utanç buralarda hafif kaçmaz mı? Bitmez cinâyetler şöleni!

Ve ah, dünyanın orasında, burasında, bitmeyecek utanç!
Önce nesne dediğimiz şeyleri yarattık.
Yaşamı kolaylaştıracak diye gördüklerimiz, çağlar içinde sinsi bir el gibi
bizi tutsak aldı. Yarattığımız efendimiz oldu!
Ve şimdi, ah şimdi, sahip olma körlüğü,
ihtirası, kıskançlığı ve nefretiyle,
tutsaklık çağını acı acı yaşayarak, birer
nesneye dönüştük. Nesnenin kendisi olduk!
Nesne olan şeyin, bir ruhu olabilir mi,
duygu fırtınası olabilir mi? Ruh yoksa, onur diye, gurur diye, utanç diye bir şey olur mu? 

Nesne diye satılan şey artık biziz, kanlı canlı, mis gibi, ama azıcık kusurlu,
insanlıktan yoksun bir şey!
Ustalar ustası Şcedrin’in bir masalında, nâmus bir paçavradır, iğrenç, kirli bir bezdir,
tutmak, dokunmak istemez kimse, tâ ki bir yoksulun
bebeğine kundak oluncaya kadar.
Utanç yitince, nâmus neden paçavra olmasın ki? Nerede ışık tarlaları?
Utançtan ölüm, utançtan delilik mümkün mü
değerlerin yeni sofrasında?
Avuntular bir sanayiye dönüşmüşken, tüketim çılgınlığı
ilâhi bir tatmin kaynağı olmuşken.
Vardığımız yer, tüketemediğinle utan ey insanoğlu sesiyle çalkalanıyor, inliyor! Ey çamur balyası, durma tüket!

Çirkefliğin salamurasında semiren karakterler, kendine benzetmeye çalıştıklarını da besler aynı salamurada.
El ele çoğalırlar bizi pislikleriyle boğmak için.
Durmuyor bir yerde bu çoğalma.
Gezegeni yok edinceye kadar sürecek bu trajedi!
Kim dur diyecek?
Utanç sözlüklerde yeniden yerini alacak mı?
Hiçliğin değerleri karşılığında kaybettik utancımızı!
Ya da diyelim, üç beş kuruşa!
Trilyon dolar desem ne fark eder ki?
Sürü anlar mı onca dolardan?
Sahte sevdalar teselli oldu. Yalan mutluluk oldu.
Ve ve ve
onur yitti, ar yitti!

Okyanuslar kurusaydı, denizler, nehirler kurusaydı,
nasıl bir yer olurdu dünyamız?
İnsanlığın sonu mu geldi korkusuyla titrer, düşünmek bile istemezdik böyle bir şeyi.
Utancın yitişi onda da beterdir.
Utanç yoksa, insan varmış, doğa yokmuş ne yazar?
Yerlerde sürüklenirken insanı insan yapan değerler, biz hâlâ ayaktayız gibi duruyorsak,
bir sahte güvenle tavır alıyorsak, tiranların yalan payandasıyla kaldırıldığımızdandır.
Ve asla bunun farkında olmayacak gülünç yaratıklarız! Arklarda akan yaşam değil,
soluğumuzun zehirlediği canların ölü ruhlarıdır!

*”Yalanın Mâsûmiyeti Üzerine Başarısız Bir Deneme” kitabından…