MERYEM GÖKTÜRK/ESTETİĞİ SEVMEK YA DA SEVMEMEK

ESTETİĞİ SEVMEK YA DA SEVMEMEK

Estetik’in etimolojik kökeninde yer alan aísthēsis (αἴσθησις), eski Yunancada “duymak, algılamak” anlamına gelir. Estetik duyularla ve beğeniyle ilgilidir.  Bir terim olarak ilk defa 1750 yılında Baumgarten tarafından kullanılan “estetik” güzelliği ve sanatı inceleyen felsefe alanıdır. Ancak “estetik yaklaşım”ı uygun bulmayan, sanatın estetik ile ele alınmasından memnun olmayan düşünürler de vardır. Çağdaş düşüncede önemli etkileri olan ve çok tartışılan bir düşünür olan Heidegger ve aynı zamanda kendisinin öğrencisi olan Gadamer bu kişiler arasındadır.

Heidegger, “estetik” ve “sanat felsefesinin” neredeyse eşanlamlı hale gelmiş olmasından rahatsızdır ve bunun bir terminoloji meselesinden daha derin bir sorun olduğunu düşünür. Sanatı, “güzel sanat” olarak düşünmek, onu duyulara mahsus boyutuyla ele almak; onun hem ontolojik hem de etik yönünü göz ardı eder. Estetik yaklaşım, sanatı bir beğeni ya da zevk alma meselesi olarak ele almasıyla, onun duyusal yönüne odaklanmasıyla, sanatı kendi hakikat yönü ve yaşamsal gücünün dışında tutmaktadır. Estetik anlayışa göre sanat tüketim için üretilir. Sanat bir kültür ya da eğlence sektörü gibi neredeyse bir endüstri gibi görülür (Young, 2001). Sanat yaşamdan yorulan, sıkılan insanların kafalarını dağıtıp eğlenecekleri bir mola olarak algılanır. Ancak sanat bundan daha fazlasıdır. Sanat varlığın, hakikatin ve yaşamın ne olduğuyla ve neler olabileceğiyle ilgilidir. Sanatın yaşam nasıl olsun ve nasıl olmasın diye bir meselesi ve ümidi vardır.

Felsefe açısından açıklarsak, Heidegger’e göre “estetik” metafiziğin sanat üzerinde uygulanmış halidir, yani sanatı metafizik yaklaşımla açıklamaktır. Heidegger, batı metafiziğiyle boğuşan bir düşünürdür. Heidegger, estetiğin ‘Aydınlanma’nın pozitivizminin sanattaki karşılığı olduğunu ve estetik yaklaşımın sanatı hakikat yönünden uzaklaştırdığını düşünür. Bu nedenle Heidegger ve Gadamer sanatın hakikat yönünü vurgularlar. Sanat hakikat yapar. Sanatın hakikati, yapılıp tamamlanan değil; devam eden, bir olay olarak cereyan eden ve edecek olan bir hakikattir. Heidegger’e göre estetik yaklaşımın kaçırdığı şey sanatın bu yönüdür.

Sanatla estetik ilişkimiz, daha çok müzelerde, galerilerde, konser salonlarında yaşanan ilişkidir. Bu mekânlar sanatın yaşamsal bağlamı dışındadır ve belli formlarda eserler için tasarlanmıştır. Müzeye konan bir eser, kendi anlam dünyasının dışına çıkmıştır, örneğin o artık içinden yemek yenen bir kap değil, müzeyi ziyaret eden özneler için sergilenen bir nesnedir ve yaşamın kendi içindeki bağlamı bu ilişkide yoktur.

Elbette bu gibi mekânlar gereklidir ve buralarda da gerçek anlamda sanat karşılaşmaları yaşanır, sanatın yaşamsal gücü buralarda da bulunur. Bana göre Heidegger’in yaptığı eleştirel vurgu, sanatın içine girmeden, onla yaşamsal bir bağ kurmadan, varoluşsal bir karşılaşma yaşamadan onu salt bir duyu olarak algılamak ve yalnızca zevk alarak sanat deneyimini tamamlamak üzerine. Yani, müzikse onu dinleyerek rahatlamış, görsel sanatsa onu görerek memnun olmuş ve salt hoşça vakit geçirmiş olarak bu “estetik” mekânlardan ayrılmak üzerine.

Sanat deneyimi “öznellikle” sınırlı bir deneyim değildir. Sanatı öznellikle açıklamak dünyayı özne-nesne ayrımı çerçevesinde algılayan yaklaşımın bir sonucudur. Bu modern teknolojinin de özünde olan yaklaşımdır (Heidegger buna Gestell demektedir) ve her şeyi, tüm dünyayı insanların istifade edeceği bir envanter olarak görür. Sanatı deneyimlemeyi öznellikle, sanatı ise bir öznenin yöneldiği nesne olarak açıklayan bu yaklaşım estetiktir ve sanatın ontolojisinden uzaktır. Sanatın ontolojisi onun tarihi bir zorunluluk olan hakikatiyle ilgilidir. İnsanın sanatla ilişkisi, mevcut algının önceden tanımlanmışları çerçevesinde kendini tekrar eden bir olgu değildir. Hakikatin süregelen oluşunun açık uçlu olayıdır.  Heidegger şöyle der: “ne zaman sanat gerçekleşse  – yani ne zaman bir başlangıç olsa – tarihte bir hamle olur ve tarih ya başlar ya da yeniden başa döner” (Heidegger, 1971, p.74).

Heidegger’in estetik yaklaşımda gördüğü sorunlardan biri de form-madde ayrımı üzerine kurgulanmış olmasıdır. Varlığıyla kendi kendinin nedeni olan sanat eserlerini böyle bir ayrım çerçevesinde değerlendirmekte sanat eserinin ontolojisiyle uyumlu olmayan bir sunilik söz konusudur.

Gadamer’in de sanat anlayışı ana hatlarıyla Heidegger’in görüşleriyle uyumludur. Gadamer ağırlıklı olarak sanat eserinin her karşılaşmada nasıl ayrı bir hermeneutik olay olarak anlaşılması yönüyle ilgilenmiş. Heidegger’in estetik yaklaşımdan duyduğu rahatsızlıkla uyumlu olarak, sanat eserinin salt “estetik bilinç” ile ele alınmaması gerektiği üzerinde durmuştur. Gadamer ünlü Hakikat ve Yöntem” adlı yapıtında, Kant’ın estetiği öznelleştirmesini ve onu hakikat alanının dışında bırakmasını eleştirmiş, sanatın hakikatini göstermeye çalışmıştır.  Sanat gerçekliğin dışında ya da karşıtlığında bulunan “öznel” bir dinlence ya da eğlence değildir. Gerçeklikten kaçarken sığınılacak bir avuntu değildir. Sanat bu şekilde algılanırsa onun değiştirme ve oluşturma gücü görülemez. Heidegger ve Gadamer bu nedenlerle estetik yaklaşımı sevmezler.

Örneğin ben, her gün dinlediğim Bach’ın müziğiyle, o olmadan yaşayacağım hayattan daha fazlasını yaşıyorum. Dinlediğim müzik benim yaşamıma kendi gerçekliğiyle bir şeyler ekliyor. Bu eklenen şey benim okuma, yazma, düşünme, duygulanım dünyamın sesiyle birleşerek, bir “fayda” olarak belirtilme gerekliliği olmayan bir şekilde, ama yine de gerçek olarak benim hakikat evrenime, ufkuma katılıyor, koşullu bir beklenti olmadan beni oluşturuyor ve ben de oluşturuluşumla müziğe dahil oluyorum. Müzik bana katılırken ben de ona katılıyorum. Böyle bir müzik dinleme deneyiminde özne-nesne ve zevk ekseninin dışına çıkıyor muyum, bilmiyorum. 

Sanata karşı estetik ya da hakikat oluşturucu tutum içinde mi olduğumuzun pek çok zaman belirsiz olduğunu ve bu tutumların geçirgenlikleri olduğunu düşünüyorum. Yine de bu tutumların temelinde ontolojik tutumlar olduğu için bir noktada belirginlik var. Örneğin ben sanatla yaşamındaki tüm ilişkisini “estetik” boyutta geçirmiş insanların az olmadığını düşünüyorum. Estetikten, sanatın bir hakikat olarak cereyan eden olayına geçişin ise insanların açıklığına, hazır bulunuşluklarına göre zaman zaman kendiliğinden, zaman zaman çaba ile gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Sanatla kurulan yaşamsal ve varoluşsal bağlarla sanata karşı salt duyusal (estetik) yaklaşımın aşılabileceğini ve bunun bir müzede bile mümkün olduğunu düşünüyorum. Bir müzedeyken sanata dair hangi ontolojik yaklaşım içinde olduğumuzu bir an düşünsek bile Heidegger bize yaklaşmış demektir.

KAYNAKLAR

  • Dreyfus, H. L. (2005) “Heidegger’s Ontology of Art,” in H. L. Dreyfus and M. A. Wrathall (eds.), A Companion to Heidegger, Oxford: Blackwell
  • Gadamer, H. (1989) Truth and Method, trans. Joel Weinsheimer and Donald G. Marshal, Bloomsbury: London.
  • Heidegger, M. (1971) Poetry, Language, Thought, New York: Harper Collins Publishers
  • Matherne, S. (2021) Art (Kunst), in Wrathall, M. A. (ed.), The Cambridge Heidegger Lexicon, Cambridge:  Cambridge University Press.
  • Young, J (2001) Heidegger’s Philosophy of Art, Cambridge: Cambridge University Press.