GÜREL SÜRÜCÜ/MEZARSIZ ÇOCUKLAR

MEZARSIZ ÇOCUKLAR

Göğe karışan, deftere düşmeyen çocuklara.

I
yükselir duman tepede, karabulutlar halinde
her mavilik sancıyla boğulur
kız çocuklarının bedeni büyür
kapalı taş avlularda yavaşça
gün olur, ağıt olur, dağılır geceye.
-gün kararırsa çocuklar önce hisseder.


II
erken iner karanlık topraktan evlere
gözlerinden kayar yıldızlar
bir çığlık düşer sonra
ve büyürler daha çocukken
sırtlarında büyük bir yük, dillerinde suskunluk.
-her suskunluk bir çocuğu eksiltir.


III
apış arası utançla gölgelenir
tanrının unuttuğu bir öğle vakti
küllenir beden, kor kalp içinde
ve o kız çocuklarıdır ki
birer gölge gibi geçer hayatın kenarından.
-gölgenin dili yoktur, anlatmaz.


IV
kurakta doğar bir gül, kundakta yalnızlık
ay ışığı kadar soğuk, gizlice bırakılır geceye
bir fısıltı gibi, yarım, titrek
ne söz olur, ne ses
yalnızca unutulmuş bir niyet gibi kalır içte.
-soğuk, kundakta değil; kalptedir.


V
toprak suskun, gökyüzü sağırdır
doğduklarında kalmışlardır dilsiz
ana sütü yerine, acı sürülür ağızlarına
bir dil bilmeden, bir isim verilmeden
kimlik numarası gibi takılır boyunlarına kader.
-kimlik değil, sessizliktir yazgıları.

VI
üşürler annelerinin karnından
bir sobasız kışa düşer gibi
donarlar ve kimse bilmez
hangi sessizlikte boğulduklarını
çünkü ağlamak bile yasaktır bazen.

XI
ayağına büyük gelen lastik ayakkabılarla
bir kerpiç evde büyür düşleri
dizleri yaralı, dilleri suskun
her gün biraz daha eksilir harfler
karanlıkta ezberlenmiş bir kelime olur çocuk
tahtası kırık bir sıranın ucunda
ne soru sorar ne cevap bekler
çünkü zaman, onlara işlemeyen bir derstir.
-zamanın işlemediği yer, çocukluktur.


XII
geceye yaslanır uykuları
çünkü gündüz yoktur onlara
oyundan öğrendikleriyle kurarlar sofrayı, annesiz masalarda
özgürlük, gökyüzüne bakmaktır
tutsaklığa en yakın hayal bu
bir çocuk, yıldız sayarken gözünden iner karanlık
yavaşça çiviler bedenini
bu toprakların görünmeyen çarmıhına.
-hayal, en çok göğe sığar; ama orada da yerleri yoktur.


XIII
kaldırımda yürüyen bir yalnızlık
asfaltın unuttuğu adımlarla sürünür
bazen tek bacaklı bir çocuğun adıdır bu
hastane değil, rehin odasıdır dünya
yarasıyla birlikte alıkonulan bir yoksulluk
mezar değil, sokak arasıdır ölümü
toprağa bile değmeden savrulur beden
ve artık göğe değil, gözlerine düşer karanlık
içeriden çatlatır sessizliği – duvarı, dili, insanı.
-bazı çocuklar, adsız ölürler.


XIV
gör onları
oyuncak yerine yük taşıyan bedenler
ergen değiller, erken büyümüşler
bir zamanlar gelecek dedikleri şey
şimdi suskun su gibi akıyor içlerine
ne bir pencere bakar yüzlerine
ne de bir isim düşer ağızlardan.
-adını unuttuğun çocuk, bakıyor yüzüne.

XV
gün bükülür
bir çocuğun gölgesinde – uzar, kesik bir yara gibi
kördüğüm olur acı
dilin ucuna kadar gelir ama çözülmez
yoktur İskender’in kılıcı – ne masal kalır ne mucize
yoktur çözülüş, sadece gözleriyle üzerimize inen
mezarsız, yarasız çocuklar
gölgeleriyle kapatırlar künyesiz bir tarihin üstünü.
-gölge düşer tarihe, izi kalmaz çocuğun.


SON SÖZ

söyleyin
ey örselenmiş kalpler, susmuş diller
kaç çocuk bir kefene sarılıp susturuldu
hangi çuvalda taşındı sessizce
kaç tanesi, ne isimle gömüldü?
hangi kayıt defterinde yer bulamadı
ve hangi annede
ölüm bile ağızdan çıkamadı?