MELİH ÇARDAK İLE ÇIĞ DERGİSİ ÖZEL SÖYLEŞİSİ

MELİH ÇARDAK İLE ÇIĞ DERGİSİ ÖZEL SÖYLEŞİSİ

Melih Çardak’ın Sahneden Sayfaya Yolculuğu:

Tiyatrodan televizyona, sinemadan edebiyata uzanan çok katmanlı bir kariyer düşünün. Bir yanda Cennet Mahallesi’nin Rüstem’i, Eşkıyanın Demircan’ı diğer yanda “Mavi Sonbahar” da martıların peşinden giden bir şair, Deniz’in Rüyası’nda çocukların kalbine seslenen bir yazar… Karşımızda yıllarını sanata adamış bir isim var: Melih Çardak.

Şehir Tiyatroları’ndan setlere, oradan çocuk kitaplarının sayfalarına… Her sahnede başka bir Melih var ama ortak olan bir şey hep baki: Samimiyet.

Bu sayımızda hem sahne ışıklarını hem satır aralarını aralıyoruz. Karakterlerinden martılara, repliklerden hikâyelere uzanan bu özel yolculukta kâh gülüyoruz kâh düşünüyoruz. Melih Çardak’la içten ve çok yönlü bir sohbet sizlerle…

NURGÜL KAYHAN: “Mavi Sonbahar” adeta martılarla Haydarpaşa’ya aşk mektubu… Bu kitabı yazarken İstanbul’u mu dinlediniz, yoksa martılar sizi mi?

MELİH ÇARDAK: Bu öyküm aslında bir senaryo çalışmamın taslağı niteliğindedir. Bir terör saldırısı sonrasında hissettiğim duygularla harmanlanmış hayatın düğün ve cenaze arasında yaşandığını anlatmaya çalıştığım bir çalışmadır. Senaryo çalışması nedeniyle de hem İstanbul’umuzu en güzel şekilde görselleştirmek hem de onun belirli simgelerine yer vermek istedim. Bu nedenle başrollerden birini çok sevdiğim bir mimari yapı olan, aynı zamanda bir kavuşma ve ayrılma mekânı olan Haydarpaşa Garı’na verdim. Gene İstanbul’u en güzel şekilde hatırlattığına inandığım “martı” figürünü ve İstanbul’un kedilerini anlatı içinde bolca yer verdim. Hikâyenin bir martının gözünden başlaması ve bir martının gözünden bitmesi tamamen kamera açıları ile gelişen bir olay oldu. Bu durum diğer taraftan bir Tanrı bakış açısı olarak da değerlendirilebilir.

NURGÜL KAYHAN: “Deniz’in Rüyası” ve “Doğa’nın Hikayesi” çocuklara yazılmış ama büyüklere de gizli mesajlar taşıyor gibi… Bu öykülerde kendi çocukluğunuzun izleri var mı?

MELİH ÇARDAK: Bence doğayı korumak insanoğlunun en temel vazifesi olmalıdır. İnsanlara, çocukluktan başlayarak, orada olmadığında doğanın eksikliğini hissetmeleri öğretilmelidir, tıpkı elektrik ya da su kesildiğinde bunların eksikliğini hissettikleri gibi…

Bana göre bunun gerektirdiği görme biçimi bilimselden çok, estetik ve düşünseldir. Yani, okullardaki doğa hakkındaki eğitimin bilimsel ögesi azaltılarak yerini, bu konuyu işlemiş büyük ressamların, şair ve yazarların yaklaşım ve bakışlarının incelenmesi olmalıdır. Bilim insanı, sadece kelebeğin ismi ile ilgilenirken doğasever kelebeğin açılmış hortumunu, kanatlarındaki renklerin büyüsünü, kısaca tüm şiirselliğini görür. Benim bu tür doğa hikâyeleri yazmam biraz da bu katkı nedeniyledir.

Günümüzde insanlar temiz bir deniz bulabilmek için kilometrelerce yol gidiyor ya da bir orman havası alabilmek için şehrin 20 km dışına çıkmak için uğraş veriyor.

Benim çocukluk dönemlerimde doğa ile daha iç içeydik çünkü internet, cep telefonları ya da çok kanallı televizyonlar olmadığı için çevremizle daha ilgiliydik. Yaz akşamları çimenlere ya da kumsala uzanıp gökyüzündeki yıldızları izlemek bir keyifti. Bu nedenle bu hikâyelerde çocukluğumdan birtakım izler bulmak pekâlâ mümkün.

NURGÜL KAYHAN: Tiyatro sahnesinde alkış, kitap sayfasında sessizlik… Sizi hangisi daha çok heyecanlandırıyor?

MELİH ÇARDAK: Her ikisinin de heyecanı farklılık gösterse de benzerdir, ortak nokta duyulan heyecandır. Çünkü her bir yaratıcı faaliyet bir yeniden doğumu işaret eder ve her yeniden doğuş büyük bir heyecan kaynağıdır. Kısaca; Sanatçı, kendi doğumunu seyreder.

NURGÜL KAYHAN: “Cennet Mahallesi’ndeki Rüstem, “Kadın’daki Hikmet, “Eşkıyadaki Demircan… Bu karakterler arasında bir sohbet başlasa sizce kim konuşur, kim susar?

MELİH ÇARDAK: Üçü de pek susmaz, konuştukları farklı olur. Rüstem, en çok ve en boş konuşanı olur sanırım.

NURGÜL KAYHAN: Yazarken mizahı kullanış biçiminiz çok zarif. Bu ustalığı sahnede mi öğrendiniz, yaşarken mi?

MELİH ÇARDAK: Mizah yaşamın içinde var olan bir şey aslında önemli olan onu görecek şekilde bakabilmektir. Yoksa, kedili videolara eğlenceli bir şekilde izlemezdik. Hayatı bir oyun olarak görmediğinizde öylesine üstünüze üstünüze gelir ki, kimi zaman altında kalır, nefesimiz daralır. Dünyayı bir oyun alanı olarak gördüğümüzde ise; zorluklar daha kolay aşılır oluyor. En azından benim yaşamımda edindiğim tecrübe bu yolda. Ünlü bir senarist olan Robert McKee’nin bir seminerini izlemiştim senaryo konusunda. Bu ünlü yazarın komedi konusundaki bir numaralı tavsiyesi şöyleydi; “Hikâyenize mizah unsuru katmak istiyorsanız yapacağınız iş, sizi en çok delirten konuyu bulup onu mizahi bir anlatıma dönüştürmenizdir.” Mizahtan daha güçlü bir savunma aracı bugüne kadar keşfedilmedi kanımca. Bu nedenle ben de sıklıkla yaptığım işlerde mizahi anlatıma önem veriyorum.

NURGÜL KAYHAN: Bir karaktere çalışırken önce sesi mi gelir kulağınıza, yoksa yüzü mü gözünüzün önüne düşer?

MELİH ÇARDAK: Sanıyorum önce benzeri bir kişilik varsa yakınımda onun mimik, jest ve hareketleri, ardından konuşması gelir. Bu zaman alan bir süreç olduğu için her gün bir parça ilâve ederek bir yap boz oyunu gibi deneyerek sonuca ulaşırım. Ama bu bana ait bir yöntem. Her oyuncunun zamanla kendine geliştirdiği yöntemler farklılıklar taşıyabilir.

NURGÜL KAYHAN: Uzun yıllar dans ettiniz, koreografi yaptınız… Sahneye çıkmadan önce hâlâ içinizde bir iki adım atma isteği oluyor mu?

MELİH ÇARDAK: Benim yaptığım her işte dans bir şekilde vardır zaten. Örneğin geçmiş senelerde benim yazıp yönettiğim “SIR; Aşkın mucizesi” adlı oyunda hem anlatıyor hem dans ediyordum. Müzikli, tek kişilik bir oyundu. Dans benim en iyi kendimi ifade ediş yöntemim oldu daima.

NURGÜL KAYHAN: Yeni bir oyun ya da kitap planınız var mı? Doğa mı anlatacak bu kez, yoksa şehir mi susacak?

MELİH ÇARDAK: Allah ömür verdiği sürece üretmeye devam ederim diye düşünüyorum. Yazmak aynı zamanda benim terapim. Biraz önce de söylediğim gibi; yazar her yazdığında kendi doğumunu izler. Yeniden doğmak çok güzel bir tazelenme şeklidir.

NURGÜL KAYHAN: Ve son olarak… Yakın gelecek için projeleriniz neler? Yeni yazılar, oyunlar ya da roller var mı gündeminizde?

MELİH ÇARDAK: -Her sanatçının gerçekleştirmek üzere birtakım düşleri vardır. Benim de var tabii. Önemli olan bunları hayata geçirmek üzere kurulacak ortaklıklardır. Umarım bu projelerimi hayata geçirmeme yardımcı olacak girişimcilerle yollarımız kesişir. Zamanını bilmiyorum ama günün birinde mutlaka bir “gezgin” olmak da hayallerim arasında sırasını bekliyor.