SAMUEL BECKETT’IN MİRASI
BÖLÜM II
Samuel Beckett, XX. Yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Beckett, kendi yapıtları hakkında hemen hemen hiçbir açıklama ve yorum yapmamıştır. Absürt eğilime bakış açısını yansıtan herhangi bir yazıya da rastlamış değiliz. Yalnızca ‘French Review’da yayımlanmış bir bildiri vardır. Bu bildiri, şiirsel hayal gücünün bağımsızlığını ve iç dünyanın dış dünya üzerinde egemen olduğunu savunur. Hemen hemen tüm yapıtlarında bu sava rastlamak mümkündür.
İnsanın insan olalı en korkunç kıyımlara uğradığı XX. Yüzyılın tanığı olan Beckett, hayallerin, umutların, mücadelenin, yenilginin ve düş kırıklıklarının öznesi ve nesnesi olan insanı anlatmaktadır. Başlangıçların ve sonların, ama bir türlü kesin bir sonuca ulaşmayan sonların yazarıdır. Yine de var olunan, yaşamın üstlenildiği ve yapıtlar verilen bir yerdir bu ‘sıfır noktası.’ Bu bir son mudur? Yoksa bir başlangıç mı? Bir türlü emin olamayız. O yüzden de Beckett’ı anlatmaya çalışmak aynı zamanda bir absürtlük müdür? Hiçbir şeyin kesinleşmediği, her şeyin ısrarla belirsiz bırakıldığı yapıtların yazarı Beckett’ı…
“…ölene kadar uyu, elbet gelecektir yaşamın sonu…” diyen Beckett için en büyük erdem hiç doğmamış olmaktır, sonraki ‘en iyi’ ise bir an önce yok olmaktır…
********
‘Godot’yu Beklerken’ Beckett’ın en tanınmış eseridir. 1952’de yazılıp 1953’te ilk kez Roger Blin tarafından sahneye konmuştur. Gülünçlük ve tekrar üzerine temellenen ve absürt tiyatronun şaheseri olarak kabul edilen bu oyun, çok anlamlılığı nedeniyle çeşitli yorumlara uğramış olmakla birlikte tematik açıdan ‘bekleme olgusu’nu insan yaşamına ilişkin ve evrensel biçimde komik olana indirgeyerek verir. Godot’yu Beklerken’de sürekli insanın varoluşuna ilişkin sorular sorulur, sürekli de yanıt alınamaz çünkü yanıt yoktur. Böylece varoluşun anlamına ve temel yaşam deneyimine yeni bir biçim ve anlam kazandırmakla beraber dünyaya ve insana ilişkin geleneksel ve yaygın kabulleri derinden sarsar. Aristoteles‘ten beri tiyatroya egemen olan kuralların bu oyun için hiçbir geçerliği yoktur. Herhangi bir olayın dile getirilmesi, aksiyonun yükselmesi, alçalması ve çözüm noktasına ulaşması söz konusu değildir. Çünkü bu oyunda, bir olayın öyküsü yer almaz. Burada insanların neyi ve kimi niçin beklediği ya da Godot’nun neyi ve kimi temsil ettiği belli değildir. Ancak sürekli aynı şeyler kendini yineler. Martin Esslin ise ‘Absürt Tiyatro’ adlı çalışmasında Godot’yu Beklerken’i tam anlamıyla çözümleme çabalarına şöyle yanıt veriyor:
“…Godot’nun kimliğini bularak açık ve kesin bir sonuca varma çabası, Rembrandt’ın bir tablosundaki ışık ve gölge oyununun ardındaki saklı çizgileri boyayı kazıyarak bulmaya çalışmak kadar aptalca olurdu…”[*]
Godot’yu bekleyenler, (Vladimir ve Estragon) kimi zaman bulundukları yeri ve zamanı unutan kimi zaman çekip gitmek isteyen ama bunu yapacak cesareti içlerinde bulamayan; ancak yine de neden beklediklerini tam olarak bilemedikleri halde, beklemeyi kendilerine iş edinenlerdir. Bu iki karakter aynı zamanda birbirlerinin tamamlayıcılarıdırlar. Estragon düş kurarken Vladimir düşlerden bahsedilmesine katlanamaz. Vladimir’in nefesi kokar, Estragon’un ise ayakları. Vladimir geçmişi anımsar, Estragon ise unutkandır. Estragon gülünç öyküler anlatmayı severken Vladimir bunları duyduğunda hüzünlenir. Yaradılışlarındaki zıtlık hem aralarındaki çekişmenin hem de ayrılmamalarının nedenidir. Bu tamamlayıcı kişiliklerinden kaynaklı birbirlerine bağlıdırlar ve birlikte kalmak zorundadırlar ancak sonuçta ikisi de sefil yaşamlarına bir anlam kazandırmaya çalışan, bunun için de kendilerine ‘Godot’yu beklemeyi’ amaç edinen iki insandır.
********
Tüm Beckett oyunlarında sahne neredeyse boş gibidir. ‘Godot’yu Beklerken’de yer, bir tek ağacın süslediği bir kır yoludur, ‘Oyun Sonu’ yalnızca iki çöp tenekesi, Hamm’in koltuğu ve yüzü duvara dönük bir resmin bulunduğu çıplak bir sahnede oynanır. ‘Krapp’ın Son Bandı’ ise bir masa, bir iskemle ve bir teypten ibaret olan dekorla oynanır. Yalınlık en üst düzeydedir. Bu yalınlık seyircide oyunun temasına uygun bir zihinsel durum yaratır.
Sahnenin illüzyonunu yok etmek için Beckett sahne ile seyircinin bulunduğu salon arasındaki ayrımı ortadan kaldırır. Örneğin Clov teleskopunu seyirciye çevirir ve alaycılıkla “Bir kalabalık görüyorum… Sevinçten… Kendinden geçmiş durumda” der. Godot’yu Beklerken’de Estragon öne ilerler ve yüzü seyirciye dönük “Latif manzara” der. Dekor salona taşar, dekorun varlığı böylece zayıflatılır.
Beckett’da, yorgunlukla, alaycılıkla kişiler rollerini alırlar ve oynamaya başlarlar. Güldürü, sözden önce harekettir. Aksiyonu sağlayan soytarılık hem çabuk anlaşılan hem de halkın çok hoşlandığı bir dramatik biçimdir. Mim de sahnenin canlı bir unsurudur. Birinin gözlerini gök yüzüne kaldırması gibi basit aksiyonlar üzüntü ve umutsuzluk fikrini iletmek için yeterlidir. Beckett’ın oyunları yaşamının boşluğunu doldurmak isteyen insanın bir sürü girişimini yansıttığından bu türlere uygundur. Beckett kahramanı, vakit geçirmek için uğraşan bir çeşit soytarıdır ama gerçek bir soytarıdan farklı olarak başkalarını eğlendirmeyi değil, kendi can sıkıntısını gidermeyi ister; oynar ama kendisi için oynar. Beckett oyunları içinde, sirk oyunları en çok Godot’yu Beklerken’de belirgindir. Örneğin Estragon çizmesini çeker durur, pantolonunu düşürür. İkinci perdede bütün kişiler yerde yuvarlanırlar, tartışırlar, düşerler, öpüşürler, barışırlar.[*]
Beckett’ın oyunları altmışlı yıllarda giderek kısalmıştır. Karakter ortadan kalktığı gibi kişiler bütünüyle grotesk bir konum kazanarak kavanoz ya da küp içine tutsak edilmiş gövdelere, yalnızca ‘ses’e ve bu ‘ses’i çıkaran ‘ağız’a indirgenmiştir. İnsanın görsel, işitsel düzeyde yalnız bireysellikten değil, bilinç-beden bütünlüğünden de yoksun bırakıldığı görülür. Beckett oyun metnini giderek sınırlamakta, teatral anlatıma yönelmektedir.
Bu dünyaya yaraşan insan tipi, toplumla tüm ilişkileri kesilmiş, bireysel olarak sahip oldukları eşyalar bile sınırlı, bilinçleriyle baş başa kalmışlıklarını engelleyecek tüm toplumsal ayrıntılardan arınmış, uzam ve zamana bağlı olmayan başıboş kişilerdir. En iyi örnek Godot’yu Beklerken’in Vladimir ve Estragon’udur. Oyunun dünya çapında oluşturduğu yankı Beckett’ı ‘uyumsuz tiyatronun’ öncü yazarı konumuna getirmiş, oyunun uyumsuz tiyatronun baş yapıtı sayılmasını sağlamıştır.
Beckett yazın ve tiyatro yapıtlarında son noktasına ulaşmış insanları, sıfır noktasındaki yazıyla anlatır. Anlatılacak hiçbir şey olmayışının, hiçbir anlatım yolu bulunmayışının, anlatma gücü ve anlatma isteği olmamasına karşın anlatmanın zorunlu oluşunun anlatımı diye tanımlanan bir uğraşın içindedir. Tüm yüzeysel gerçeklerin dışlandığı ve insanın gerçek benliğinin somut biçimde tanımlanamadığı bu dünyada, içerik de biçimde en aza indirgenmek zorundadır.
Beckett yaşamın zamanı doldurmak için ortaya konmuş sonuçsuz eylemleri içeren bir oyun olmadığını göstermektedir.1984 başında ünlülerin yeni yıldan neler beklediğini soran London Times’a verdiği yanıt, bunun kanıtıdır: “Beklentiler: Hiç umutlar: Hiç.” Ancak bütün bunlara karşın Beckett’ın yapıtlarının kapkara bir umutsuzluk içerdiğini söyleyemeyiz. Çünkü yapıtlarındaki anahtar sözcük ‘belki’dir. Tüm yapıtları açık uçludur, karamsarlık iyimserlikle dengelenir. Belki de yaşamın bir anlamı vardır belki de acı çeken insanlığın bir kurtuluşu vardır. Hüzünle, komiğin içiçeliği acı çekmeyle mutluluk umudu arasında bir dengeyi oluşturur. Bu dengenin adı da ‘sevgi’dir. Vladimir ile Estragon ikilisi arasındaki sıcaklıkta bu sevgiyi hissedebiliyoruz. Beckett ‘sevgi’yi karşılıklı yakınma çölü olarak tanımlar ancak yine de sevgiden vazgeçemez. ‘Elli yaşından sonraki yapıtlarında ‘sevgi’ye sırt çevirmiş olmanın getirdiği pişmanlık sezilir’[*]
En son sınavdır sevgi, kişinin gücünün sınandığı… Çünkü bu amansız çağda belki de en zor olan şey, sevgiyi bulabilmek ve ayakta tutabilmektir.
[*] Martin Esslin, Absürd Tiyatro, s.41
[*] Ayşegül Yüksel, a.g.e. s.112