KİMSESİZLER
-Akşam şenlik vardı bizim apartmanda.
-Hayırdır? Ters bir şey yok değil mi?
-Yok yok. Telaşlanmayın. Üst kata taşınan gençler. Eğlendiler biraz. Ama benim uyku kaçınca, yakalayabilene aşk olsun… Sabaha kadar balkonda yıldızları seyrettim çaresiz.
Nasıl romantik bir insan şu Kaptan. Bu devirde yıldız izleyen adam mı kaldı? Kalbindeki kozalarda kocamış kelebekler havalandı Nimet’in.
-Sakın gelemeyeceğim demeyin bana, dünyanın hazırlığını yaptım vallahi. Cilveli sesi ona bile yabancı geldi bir an. Büfenin üzerinde gördüğü hayali bir tozu eliyle kovaladı. Sonra da ne yapsa düzeltemediği kabarmış saçlarını, kulağının arkasına hapsetmeye çalıştı.
-Gelmez miyim Nimet Hanımcığım! Mümkün olsa kanat takıp geleceğim. Çok yormayın kendinizi diye aramıştım ama, geç kaldım sanırım.
Kanat takıp gelmek mi? Aynı heyecan onda da var demek ki. Nimet elini alev alev yanan yanağına koydu. Sesindeki neşeyi ve heyecanı biraz kontrol altına alabilmek için, sanki boğazına bir şey kaçmış gibi hafifçe öksürdü.
-Yorgunluk olur mu hiç Necdet Bey. Zevkle yaptım. Bakın yine söylüyorum. İstediğiniz başka bir şey varsa, çekinmeyin lütfen…
– Çok zarifsiniz. Benim tek istediğim tatlı diliniz, güler yüzünüz. Sağ olun.
Ben miyim tatlı dilli, ben miyim güler yüzlü? Annesiyle babasının büfenin üstündeki resimlerine kaydı Nimet’in gözü. Keşke duysalardı onlar da kaptanın söylediklerini.
-Siz de sağ olun Necdet Bey. Adresi unutmadınız değil mi?
-Unutur muyum hiç?! İlk söylediğinizde not aldığım kâğıdı cüzdanımın arasına koydum hemen. İnanın kaybolmasın diye açıp açıp kontrol ediyorum.
Eliyle ağzını kapattı Nimet. Yoksa, çığlık atacak sevinçten koca kadın. Mutluluk bu kadar kolaymış demek. Cüzdanda saklanan bir adres olabilmekteymiş keramet. Büfenin üzerindeki çerçeveden, babasının ona bakan gözleriyle karşılaşınca, toparlandı.
-O zaman görüşürüz akşama.
-Görüşürüz Nimet Hanımcığım. Tekrar söylüyorum, çok yormayın kendinizi lütfen. Bir de gelirken benden istediğiniz bir şey olursa, siz de çekinmeyin haber verin, olur mu?
“Tek eksik sizsiniz bu evde” demek istedi Nimet, ama söyleyemedi. Hiç onun yaşına yakışır lakırdılar mıydı bunlar? Üstelik babasının gözleri hâlâ üzerindeyken. Utandığı görülmesin diye fotoğrafı büfeye yatırdı.
-Haberleşiriz
Aylardır, sabahları keyifle yataktan kalkmasının sebebi bu telefonlar. Kaptan, genellikle günün ilk telaşları başlamadan arıyor Nimet’i ve “Günaydın” diyor. Onun telefonları hayatına girdiğinden beri, günleri gerçekten daha aydınlık Nimet’in. Yeni güne başlamak için duyduğu istek, ona bir o kadar yabancı… Tanışmalarına vesile olan, anne babasının öldüğü kaza aklına geldikçe gözleri hâlâ dolsa da “Hayat devam ediyor ama” diyerek toparlıyor kendini. Yüreğindeki bu coşku, kaptanın sesini duyunca ellerinin ayaklarının birbirine dolanması, alnındaki terler, kulaklarına kadar kızarmalar, kasıklarındaki bu zonklama… Yıllar var yaşamadı Nimet böyle bir heyecan. Kalbinin kapılarına kilit vuralı, anahtarı da kör kuyulara atalı o kadar çok zaman geçmişken, altmışlık bedenine unuttuğu gençliğin geri gelmesi şaşırtıyor onu. Gençliğini hatırladıkça kafası karışsa da acısı hafifliyor.
Yeni yıldan az önce, anne babasının Adapazarı’na gitmek için bindiği otobüs, daha İzmit’e gelmeden yoldan çıkmış, viyadükte bir tıra çarparak durmuştu. Şoförle birlikte ön koltuklarda oturan dört yolcu, olay yerinde ölmüştü. Anne babası, kaptanın kız kardeşi ve Suriyeli bir kadın… Cenazelerini almak için Adli Tıp’a gittiklerinde tanımıştı Nimet kaptanı.
Kayıpların ardından yaşanan ilk şok atlatıldıktan, eş dost ayağı evlerinden çekildikten, hayatın herkes için tekrar rutine döndüğü kabul edildikten sonra, bir sabah evde çalan telefonla başlamıştı muhabbetleri.
-Nimet Hanım’la mı görüşüyorum?
-Benim, buyurun.
-Ben Kaptan Necdet Aydın. Hatırladınız mı? Hani… Kız kardeşim…
Hatırlamıştı Nimet hemen. Acıda ortak insanlar, kolay kolay unutmuyor birbirini. Karşılıklı hâl hatır sorma faslını uzun bir sessizlik izlemişti. Kaptan,
“Siz de duyuyor musunuz?” diye sormuştu birden. Neyi sorduğunu anlamamıştı Nimet o an.
“Seslerini”, diye devam etmişti kaptan. Benim hiç kulağımdan gitmiyor kardeşimin sesi…
Anne babası hâlâ o evde onunla yaşıyordu gerçekten. Sanki kapı birazdan çalınacak ve geri gelecekler. Babasının, camın kenarında oturan annesine “Bir şeyler yesek mi hanım?” deyişi, annesinin Nimet’e “Çay mı demlesek?” diye soruşu her gün kulaklarındaydı. Kimseye söylememişti bunu Nimet. Ama o gün anlattı Kaptan’a o sesleri. Sonraki günlerde de… Ölümün, onlarda yarattığı o ani boşluğu, anlatarak doldurdu ikisi de. Birbirini hiç görmeden, sadece telefonda geçen günler, böyle başladı. Şu dünyada yapayalnız kalmış iki insandı onlar sonuçta. Yalnız taştan duvar olur mu? Anlatarak bir dünya inşa ettiler karşılıklı. Kendilerinin de içinde soluk alabildiği, güzel bir dünya…
Sanki uzun yıllar birbirini görmemiş dostlar gibi, onları birleştiren bu kazadan önce ne yaptıklarından bahsettiler uzun uzun. Kaptanın gördüğü uzak ülkeleri öyle öğrendi Nimet, kaptan da onun büyük bir atölyede geçen terzilik günlerini… Bir yuva özlemiyle geçen hayatlarını anlattılar birbirlerine de neden yalnızlığın yakalarına böyle yapıştığından bahsetmediler. Yaralı yürekler duydu birbirinin sesini. Tanıdı, saygı duydu, sustu, deşmedi geçmişi.
Akşam için sofrayı salona hazırlayacak Nimet. Yıllar var ki salonda yemek yenmedi bu evde. O herkesi evine hapseden salgın, ilişkilerin de üzerinden geçti. Gönlü varmış demek ki insanların da bu mesafelere… İstanbul’da kalan bir avuç ahbabın aklına gelmiyor o yüzden Nimet’i arayıp sormak. Kaza sonrası, yedi gün kapanmadı Allah için kapısı ama, sonrası yalnızlık. Boşuna dememişler, ‘ağaç yaprağıyla gürler’, diye. Anne babası yoksa, o da yok insanların gözünde.
Nimet telefonu kapattıktan sonra, annesinin özel misafirleri için kullandığı beyaz iş masa örtüsünü ve akşam giyeceği siyah elbiseyi ütülüyor. Kaptana söylemedi ama, dün akşam o da uyumadı. Biraz yorgunluk, bolca heyecan ve kafa karışıklığı var onda da. İki gün önce nasıl bir cesaretle yapmıştı bu yemek davetini, kendi de şaşırıyor şimdi. Birbirlerine sevdikleri yemeklerden bahsederken kaptan özlem dolu bir sesle “Kardeşim de annem gibi lezzetli yapardı Hünkâr beğendiyi” deyince, “Bir de benimkini yiyin bakalım. Beğenecek misiniz?” diye soruvermişti Nimet. Bekliyormuş demek ki kaptan da böyle bir daveti, hiç ikiletmedi.
Sofrayı hazırlamak için salona girdiğinde, oda bir başka göründü Nimet’in gözüne. Sanki, haftada bir silip süpürdüğü, tozunu aldığı yer değildi bugün burası. Lükens ayaklı, tüyü dökülmüş bordo kadife koltuklar, eprimiş perdeler, yer yer boyası kalkmış sehpalar, hiç kullanılmamış likör takımları, su bardakları ve kadehlerle dolu vitrin; onlar bile güzelleşmişti. Bir yaşanmışlık, bir ruh vardı her şeyde. Salonun camını açtı. İçeriye, sabahın tertemiz havasıyla birlikte, bahçedeki ıhlamurların kokusu doldu. Bir de ağaçlara konan baştankaraların, serçelerin, ötleğenlerin, sinekkapanların şen cıvıltıları… Perdenin arasından salona sızan günışığı bile, tüyleri seyrelmiş halının üzerinde bir başka güzel ışıldadı.
Yemek tabaklarını, çatal kaşığı, kadehleri yerleştirdi sofraya Nimet. Peçeteleri, bir dergide gördüğü gibi güzelce şekil vererek katladı. Dolaba dünden yerleştirdiği yemekleri bir kez daha kontrol etti. Şarabı soğuması için üst rafa koydu. Akşam giyeceği elbiseye, gardırobun kapağındaki askıda dururken bir daha baktı. Mutfakta çalan radyodan, billur gibi yükselen Zeki Müren’in sesi doldu yüreğine. Paşa, “Hiçbir şey de gözüm yok/Sen yanımda ol yeter…” diye şakıdıkça, içinde bir yerlerde bir dal kırıldı Nimet’in. Her şey iyiydi, hoştu ama doğru muydu? Anne babasının ölümü bu kadar tazeyken, savrulduğu bu rüzgâr onu nereye kadar taşıyacak, Kaptan’la aralarında örülü o acı duvarını, kim nasıl yıkacak, eş dost ne diyecekti? Kafası yine karmakarışık oldu Nimet’in. Bir an Kaptan’ı arayıp vazgeçmeyi bile düşündü.
Ama bunca hazırlık, kaptanın o heyecanı, yakışık alır mıydı arayıp “Gelmeyin” demek. İçinde bir yerde kuşlar cıvıl cıvıl şakırken yapamadı bunu. Kıyamadı, ne kendine ne Kaptan’a. Hayatını bugüne kadar yöneten ‘elaleme’ eğmeyecekti boynunu. Akşam her şey çok güzel olacaktı. Tek bir şey kalmıştı yapacağı, onu da halletmek için hızlıca evden çıktı.
…
Kaptan ve Nimet o akşam yemeğini yiyemediler ama.
Kaptan cüzdanında sakladığı o adrese hiç gidemedi. Sabah Nimet “Haberleşiriz” diyerek telefonu kapattıktan, çok değil yarım saat sonra, Kaptan o günün gazetesini okurken, geçirdiği bir kalp krizi ile koltuğunda öylece ölüverdi. Üç gün sonra, ceset kokmaya başlayınca, üst kata taşınan genç komşuları polisi aradı. Çilingire kapıyı açtıran polis, Necdet Bey’in cansız bedeni ile o zaman karşılaştı. Onu tanıyan eski komşular, kız kardeşi öldükten sonra hiç kimsesi kalmayan Kaptan’ın, evinde münzevi bir hayat sürdüğünü söylediler. Cüzdanının bir köşesindeki o adresi kimse merak etmedi. On beş gün Adli Tıp Morgunda bekleyen cenazeyi arayan soran olmayınca, belediye Kaptan’ı kimsesizler mezarlığına 4285 numarayla defnetti.
Nimet de eve bir daha hiç dönemedi zaten. Akşam yemeği öncesinde, saçını yaptırmak için, Aksaray’daki kuaförüne gitmek üzere çıkmıştı evden. Telaşından, yanına kimlik almak gelmedi aklına. Açık kalan tramvay kapısından düşeceği ve tramvayın altında kalarak, tıpkı aylar önce anne babasının geçirdiği kazada olduğu gibi, olay yerinde öleceği de gelmezdi aklına. Onu da Adli Tıp Kurumunun morgunda beklettiler on beş gün. Kimliğini tespit edebilmek umuduyla gazeteye haber de yaptırsalar hiç kimse aramadı Nimet’i. Ne komşuları ne de eşi dostu yokluğunu fark etmedi bile. Nimet’in morgdaki üçüncü gününde Kaptan da gelmişti yanına. Hiç kimse morgda yan yana yatan bu iki yaşlı insan arasında bir bağ olduğunu bilmedi. Dolaptaki yemekler, masadaki boş tabaklar, askıdaki elbise dışında bekleyenleri olmadı. Kaptan’dan üç gün önce Nimet’i kimsesizler mezarlığına defnetti belediye. Mezarının başında 4284 yazıyor sadece.