“Uzak Deniz” Üzerine İnceleme
Öniz Ercan’ın ‘Uzak Deniz’ adlı romanı, kişisel ve toplumsal belleğin, felsefi bir duyarlılıkla iç içe geçtiği, postmodern anlatım olanaklarından beslenen çok katmanlı bir anlatıdır. Metin, bir yandan bireylerin içsel çatışmalarını ve ilişkilerinin kırılma anlarını görünür kılarken, diğer yandan Türkiye’deki akademik hayatın politik, etik ve kişisel boyutlarını derinlemesine tartışır. Bu yazıda, romanın yapısal örgüsü, karakter inşası, zaman-mekân kurgusu, felsefi göndermeleri ve toplumsal eleştirisi üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır.
Roman, birbirini tamamlayan zaman düzlemleriyle geçmiş ve bugünü ardışık değil, iç içe geçmiş bir biçimde sunar. Ezgi Somay ve Çınar Deniz Işıklı karakterleri etrafında örülen anlatı, hem bireysel bir aşk hikâyesine hem de akademik, entelektüel ve politik bir panoramaya dönüşür. 1995’ten 2021’e uzanan zaman aralığında karakterlerin dönüşümleri, aynı zamanda Türkiye’nin sosyopolitik değişimlerini yansıtır. Bu anlamda anlatı, bireysel hafıza ile toplumsal hafızanın iç içe geçmesiyle şekillenir. 7 Şubat 2021 tarihli bir sempozyum ekseninde gelişen olaylar, anlatının merkezini oluşturur; ancak bu merkez, sık sık geriye dönüşlerle kırılır, genişler ve derinleşir. Zaman, çizgisel değil döngüseldir. Bu tercih, karakterlerin ‘başladıkları yere döndüklerinde’ aslında aynı kişi olmadıklarını gösterir.
Anlatının merkezindeki Ezgi karakteri, akademik dünyanın içinde var olmaya çalışan, kendi öznelliğini yeniden kuran bir kadındır. Onun üzerinden anlatılanlar, ataerkil akademi yapısı, kadınlık halleri, anne-çocuk ilişkisi ve aşkın politik boyutlarını sorgular. Ezgi’nin entelektüel ve duygusal evrimi, yalnızca kişisel bir arayış değil; aynı zamanda bir tür varoluşsal etik çabanın ifadesidir. Çınar karakteri ise hem idealize edilmiş bir erkek figürü hem de eleştirilen bir entelektüel pozisyonun temsilcisidir. Onun kişisel dönüşümü, metnin felsefi tartışma alanını Nietzsche, Schopenhauer, Lou Salomé üçgeninde yeniden şekillendirir. Ezgi’nin ‘Salomé’ lakabını alması, metne hem parodiyi hem de tarihsel göndermeyi birlikte taşır.
Romanın dikkate değer yönlerinden biri, felsefi metinlerin ve karakterlerin anlatıya doğrudan dâhil edilmesidir. Ulus Baker’e doğrudan gönderilen selam, yalnızca bir saygı duruşu değil, aynı zamanda akademinin etik kodları ve entelektüel sorumluluğuna dair bir tartışmanın da kapısını aralar. Baker’in fikirleri ve yaşam tarzı, metinde eleştirilen akademik figürlerin karşısında, alternatif bir düşünce ve yaşam modeli olarak konumlandırılır. Özellikle Spinoza’nın ‘entelektüel etik’ anlayışı, Ezgi’nin karar alma süreçlerinde yankılanır.
Yazarın anlatı dili ironik, çok katmanlı ve göndermelerle yüklüdür. Anlatıcı sık sık öznel dünyaya sızar, iç monologlar, sanal sohbet pencereleri, çevrim içi sempozyumlar ve düşsel sekanslar gibi postmodern anlatı araçları kullanılır. Bu tercihler, metnin yalnızca içerik düzeyinde değil, biçimsel olarak da günümüz dijital çağının ruhunu yansıttığını gösterir. Zoom ekranları, sanal avatarlar, sosyal medya hesaplarıyla yapılan dedikodular, akademik tartışmaların mecrası haline gelir. Bu da romanın dijital çağda kimlik inşası, aidiyet ve temsil sorunlarını tartışmasını sağlar.
Romanın önemli izleği olan ‘yedi’ rakamına yapılan göndermeler numerolojik olduğu kadar yapısal da bir işlev taşır. Metin, bir anlamda bu kutsal sayının etrafında örülmüş gizli bir takvim gibidir. Ezgi ve Çınar’ın tanışma, ayrılma ve yeniden karşılaşma tarihleri bu sayıya bağlanır; bu da anlatıya bir tür kader, yazgı ve kaçınılmazlık hissi verir. Ancak anlatıcı, bu hissi romantize etmez, aksine ironik ve sorgulayıcı bir mesafeyle işler.
Uzak Deniz, bir aşk hikâyesi gibi başlayıp, zamanla entelektüel bir yüzleşmeye, toplumsal bir tanıklığa ve etik bir sorguya evrilen derinlikli bir anlatıdır. Bireysel ile toplumsal olanın kesiştiği yerde durur; aşkın politik, akademik hayatın kişisel, felsefenin gündelik olduğunu göstermekten çekinmez. Karakterlerin geçmişteki kararlarıyla hesaplaşmaları, özne olma çabaları ve varoluşsal sorgulamaları, romanı yalnızca bir hikâye olmaktan çıkarır, düşünsel bir metne dönüştürür. Bu da Uzak Deniz’i edebi bir metinden çok, hayatı ve insanı sorgulayan bir felsefi roman olarak değerlendirmeyi mümkün kılar.