NURGÜL KAYHAN/EVRENSEL AHLAK

EVRENSEL AHLAK

Hayatın bir köşesinde belki bir kararın eşiğinde belki bir vicdan muhasebesi yaparken şu sorularla baş başa kalırız.

Doğru olan nedir? Yanlış olan neye göre yanlış sayılır?

Bu sorulara ilk bakışta herkesin bir cevabı vardır: “Vicdanım ne diyorsa odur,” der kimisi. Kimisi ailesinden, öğretmenlerinden, dininden ya da toplumun genel ahlak anlayışından referans alır. Ama biraz kurcalayınca işin içinden çıkılmaz hâle gelir. Çünkü bazen vicdanımızla toplumun sesi çatışır. Bazen de bir ülkede doğru kabul gören eylemler başka bir coğrafyada suç sayılır.

Örneğin ölüm cezası bazı ülkelerde adaletin tecellisi olarak görülür, bazı ülkelerde insan haklarının açık ihlali sayılır. Aynı suça farklı bakışlar… Bir ülkede çocuk yaşta evlenmek sıradan bir gelenek olarak görülürken başka bir ülkede bu açıkça bir suç, hatta istismar olarak kabul edilir. Bir toplumda hayvan kurban etmek kutsal bir ibadetin parçasıyken başka bir toplumda aynı şey vahşet olarak yorumlanır. Biri için ibadet olan, diğeri için şiddet. Biri için gelenek, diğeri için hak ihlali.

Âşık Veysel der ki;

Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Koyun kurt ile gezerdi

Fikir başka başk’olmasa

Bu dizelerden de yola çıkarak; “ahlak” kavramının ne kadar göreceli olduğu ortaya çıkıyor. Aynı eylem, farklı insanlar ve coğrafyalarda tamamen zıt anlamlara gelebiliyor. O zaman neye ve kime göre karar vereceğiz? Burada önemli olan doğru ve yanlışın ne olduğu mu yoksa olaylara verdiğimiz tepki ve bakış açımız mıdır? Bu durum başka bir soru doğuruyor.

Ahlak, doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı öğrenilir?

Bu sorunun kesin bir cevabı yok gibi. Felsefeciler, din adamları, bilim insanları yüzyıllardır tartışıyor. Mesele cevabı bulmak değil aslında bu soruları sormaktan vazgeçmemek. Çünkü bizi insan yapan, net cevabı olmayan sorulara dürüstçe kafa yormamızdır. Belki de ahlak dediğimiz şey, tam da bu çabanın kendisidir.

İnsan, gözünü açtığı andan itibaren bir toplumun içine doğuyor. Henüz doğru nedir, yanlış nedir bilmeden neyin övgüyle karşılandığını, neyin ayıp sayıldığını öğreniyor. Biz fark etmeden toplumun kuralları içimize işliyor. Görünen o ki, ahlaki kurallar hem içimizde yaşıyor hem çevremizde şekilleniyor.

Ahlak,  toplumların zamanla oluşturduğu, kültürle, inançla, tarih ve koşullarla yoğrulmuş bir anlayış. Yani ‘ahlak’ sabit bir kural listesi değil de bir çeşit yol haritası gibi ama haritanın şekli, bastığın toprağa göre değişiyor.

Buna karşın ahlakın evrensel olduğunu savunanlar da var. Hatta bu görüş oldukça köklü bir düşünceye dayanıyor. Alman filozof Immanuel Kant şöyle der:

“Bir davranış, yalnızca senin için değil, herkes için geçerli olabilecek bir yasa haline gelebilecekse ahlakidir. Yani eğer dürüstlük bir erdemse, bu sadece senin hayatında değil, tüm insanlık için geçerli bir kural olmalı. Başkası yalan söylediğinde rahatsız oluyorsan, senin de yalan söylememen gerekir. Çünkü gerçekten ‘doğru’ olan bir şey, yalnızca bireysel tercihe değil, evrensel bir ilkeye dayanmalı.”

Kulağa oldukça ideal geliyor, değil mi? Aslında günümüz insan hakları anlayışı da bu fikirden izler taşıyor.


Kimse işkence görmemeli.

Kimse köleleştirilmemeli.

Kimse aşağılanmamalı.

Bu tür ilkeler, dünyanın neresine giderseniz gidin, çoğu insanın içten içe “evet, bu doğru” diyeceği şeyler. Dili, dini, kültürü ne olursa olsun… İnsan olmanın getirdiği ortak bir vicdan duygusuna dayanıyor adeta. Bu da bize şunu düşündürüyor: Belki ahlakın tamamı değil ama en azından bir kısmı, insan olmanın doğasında var. Ya da öyle olmalı.

Bazen kalbimizin bir köşesinden yükselen bir ses “Bu doğru değil,” derken, etrafımızdan gelen ses “Ama herkes böyle yapıyor,” diyebilir. İşte bu çatışmada şekilleniyor birey. Kimi bu iç sesi takip eder, toplumuna karşı gelir kimi ise kurallara uymayı seçer, bazen sorgulamadan bazen içini susturarak.

“Evrensel ahlak” herkesin içinde küçük bir kıvılcım gibi duran o ortak vicdan duygusudur belki de. Her insanın içinde bir yerlerde var olan, ama her zaman duyulmayan bir ses. O vicdanın sesi bazen gürültünün arasında kayboluyor ki duymak gerçekten zorlaşıyor.

Asıl mesele, ahlakın evrensel olup olmamasından ziyade, birey olarak neyin ardında durduğumuzdur. Çünkü bir şeyi herkes yapıyor diye ‘doğru’ kabul etmek kolaydır. Zor olan, o şeyin gerçekten doğru olup olmadığını kendine dürüstçe sormaktır.

Sonuç olarak şunu söyleyebilirim:

Kültürler dönüşür, değerler zamanla evrilir. Ama bazı şeyler vardır ki örneğin bir insanın, bir canlının acı halini görmek ve ona kayıtsız kalamamak işte bu; hangi toplumda yaşarsak yaşayalım, içimizde bir yerleri sızlatır. Gerçek ahlak, tam da o sızının başladığı yerdir.