ABDİ YAŞAR SERİN/AFİŞ SANATI

Afiş terim olarak Fransızca “affiche” den dilimize geçmiştir. Afişi; herhangi bir haberi, duyuruyu, kitlelere aktarmak, propaganda veya reklâm amacı ile kullanmak, kağıttan,  kumaştan yapılmış resimli ya da resimsiz bir metin içermek amacıyla tasarlanmış duvar ilanı olarak tanımlayabiliriz.

İster bir ürün ister bir olay ister yurtseverlik gibi bir duyguyla ilgili olsun, gelip geçenlerin dikkatini hemen çekme özelliği taşımalıdır. Bunu sağlamak için belirli bir yöntem yoktur. Afişin gücü çarpıcı ve öz bir tasarımın anında yarattığı etkiden doğabileceği gibi gösterişli bir sanat yapıtının göz kamaştırıcı çekiciliğinden de kaynaklanabilir. Afiş terimi daha geniş anlamda, bir yenilik ya da bir sanat ürünü olarak üretilen ve bir yere asılması amaçlanan her türlü baskılı kâğıt için kullanılır.

Günümüzdeki anlamıyla afiş sanatı çok yeni olmakla birlikte afiş aslında, daha eskiçağlarda kullanılmaya başlanmıştır. Eski Yunanlılar halka duyurmak istedikleri bilgileri, çamur tabletlere kazıp duvarlara asıyorlardı. Romalılar da gösteri programlarını ve ticaretle ilgili bilgileri yazdıkları kireçle beyazlatılmış duvar panolarını (albüm) tasarlamışlardı.

 BİLİNEN İLK AFİŞ

Efes’te mermer zemine işlenmiş bilinen ilk afiş.

M.Ö.2000 yıllarında İzmir/Efes’te Selsus Kütüphanesi’nden Tiyatro’ya giderken 150 metre ileride sol kaldırım üzerine mermer bir zemine işlenmiş olan afişi, dünyadaki en eski afiş olarak sayabiliriz. Konusu ise; “aşkevi”nin yerinin tarifi ile ilgilidir.

Bir başka bilinen afişe örnek ise; Fransa’da XI. yy.da “Bağışlayıcı Meryem Ana”nın resimlerinin konu edildiği kâğıt üzerine elle yapılmış afişlerdir. Notre-Dame De Saint-Four Piskoposluğu’na bağlı kiliselerin kapılarında yardım toplama izni ile ilgilidir.

 

DÜNYADA AFİŞ SANATININ GELİŞİMİ

İlk kez 17. yy. da tiyatro gösterilerinin tanıtımı için afiş yapılmaya başlanmıştır. 1772’de Fransa’da ticari amaçlı afişler öylesine yaygınlaşıp yozlaşmıştır ki sonraları bu mesleğin düzene sokulmasına karar verilmiş ve üyelerinin okuma yazma bilmesi koşulu aranmıştır. Sonuçta, kırk kişilik ”Afişçiler Birliği” kurulmuştur. Bu birlik litografi (taşbaskı) kullanmasıyla ünlenmiştir. Üye sayıları giderek artmış ve siyah-beyaz afiş örneklerinin öncüleri olmuştur.

Matbaanın bulunmasıyla ortaya çıkan kâğıt afişler, önceleri resmî haberler için kullanılmıştır. Sonraları, günahların bağışlanması için basılan renkli afişler, siyasî propaganda amaçlı, tipografya ile tahta gravür karakterli olarak kullanılmıştır. Viyana köprüsü (1550), François I. Nişanı (1527), Korkunç İttifakın Portresi (1589), 17.ve 18.yy. da dini konular veya tanıtım afişlerine tiyatro ve askere çağırma afişleri de eklenmiştir. Seçme topluluğun oyuncuları (bilinen en eski tiyatro afişi 1631) o çağda sokak ilanları yasaklandığı için çok tutulan bu ilk örnekler ancak meyhane içlerine, dükkânlara veya kiliselere asılmıştır.

1830’lu yıllarda çocuk kitapları resimleme (illüstrasyon) sanatçısı Horaca Castelli’nin yapıtları olan kitabevi afişlerinin dış mekana asılması yasaklanmıştı. 1845-1850 yılları arasında, Avrupa’da afiş asmak serbest bırakılmıştır. Bu yıllarda basımcı Rouchon, “Omnicolor” adı verilen silkme kalıp tarzını bulmuştur. Bu buluş sonrası afiş; her alanda, özellikle ticari tanıtım amacı ile daha çok kullanılır olmuştur. Birçok ressam, özellikle de Paul Baudry’den yardım görmüşlerdir. Çağdaş afişçiliğin babası sayılan Rouchhan’ın çalışmaları “Cabinet Des Estampes” adlı eserde yer almıştır. Fransa’da II. İmparatorluk zamanında da karikatürcüler, afişin yayılmasına yardımcı olmuşlardır. 1872 yılında Hanore Daumier, ünlü “Charbon D’ivry” afişini çıkarmıştır. Jules Cheret, 1866’da İngiltere’den kromolitografya tezgâhını getirerek resim sanatını tüm gerçekleriyle yansıtacak olan afişin bir sanayi hâline gelmesini sağlamıştır.

İspanya, XVIII. yy.da büyük afişlerle boğa güreşlerinin tanıtımını yapmıştır. İngiltere’de Salisbury termal banyoları için 1840 yıllarında Londra’da reklâm afişleri astırmıştır. XX.yy da İsviçre ise ilk kez silahlı atış yarışları düzenlemek için çeşitli duvar afişleri yapmıştır.

Ancak, çağdaş anlamda ilk afiş, ilk kez 1860 yıllarında görülmüştür. Göz alıcı renkleri olan afişlerin ucuz ve kolayca üretimine olanak veren taşbaskı tekniği sayesinde, bu sanat dalının gelişmesi hızlanmıştır. Modern afiş sanatçılarının ilki sayılan Jules Cheret, sanatına 1867’de Sarah Bernhardt’ın bir oyunu için yaptığı tiyatro afişleriyle başlamıştır. Paris gecelerini renklendiren sahne sanatçılarını duru ve parlak renklerle büyüleyici bir biçimde yansıttığı afişleri 19.yy.ın ikinci çeyreğinde Paris’teki sergileri etkisi altına almıştır. Cheret bu çalışmaları ile diğer sanatçılara da örnek olmuştur.

Sonuçta, anonim taşbaskı ustalarının kullandığı halk sanatı imgelerinden, afiş sanatçılarının en ünlüsü Henri Toulouse Lautrec’in başyapıtlarına dek uzanan olağanüstü bir üslup çeşitliliği doğmuştur. Lautrec 1890’larda gerçekleştirdiği çarpıcı ve dramatik afişlerde Parislileri, canlı ve duyarlı bir biçimde görüntülemiştir.

Afişe duyulan ilgi 1890’larda “art nouveau” akımının ortaya çıkmasıyla daha da artmıştır. Bu akımın temel özelliği akıcı ve organik çizgiler, zarafet, çok zengin ve karmaşık bir simgeciliktir. Güzel sanatların popüler ve yararlı olabileceği inancından doğan ve güçlü bir toplumsal bilinç ile göz alıcılığı birleştiren bu akım, afişle doğal bir anlatım biçimine kavuşmuştur. Art Nouveau’nun tartışılmaz ustası Alphonse Muncha Paris’te yaşayan bir Çek’ti. Muncha, ilk afişini Sarah Benhardt için yaptı. Afişteki usta renk kullanımıyla egzotik Bizans üslubunun bezeme örgeleri sanatçıyı kısa sürede üne kavuşturmuştur.

Muncha’nın güzellik ve yaratıcılık açısından oluşturduğu afiş üslubu, görkemli tiyatro ilanlarından sigara kağıdı ve çikolata reklamlarına kadar uzanan bir afiş geleneğinin temelini oluşturmuştur.

Dünyanın en ünlü “Art Nouveau” afişleri arasında, Paris’te George de Feure ile Eugene Grasset’nin zarif yapıtları, Hollanda’da Jan Toorop’un stilize afişleri; Avusturya’da Kolomanmoser ve Alfred Roller’in düzenlemeleri ve son olarak da bu üsluba ABD’de tanıtılan Will Bradley’nin çalışmaları sayılabilir.

1914’te I. Dünya Savaşının patlak vermesiyle afiş, tarihi etkileyen bir sanat dalı haline gelmiştir. Sinema ve televizyonun icat edilip gelişmesinden önce, tüm görsel iletişim araçlarının en etkili olanıydı. Kolayca üretilebilmesi, etkisini kısa sürede duyurabilmesi ve halkın görebileceği yerlere kolayca asılabilmesi önemini bir kat daha artırmıştır.

Böyle bir görev üstlenen savaş ve devrim afişleri, gereğince oldukça güçlü, değişik ve açıklayıcı olabilmiştir. Örneğin, kitlenin çoğunun okuma-yazma bilmediği ve iç savaşla yıpranmış bir topluma açık, dolaysız seslenen “Ekim Devrimi” afişleri çok önemli işlevi yerine getirmiştir.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda görülenler, lirik bir ortaçağ yiğitliğini çağrıştırır. I. Dünya Savaşı sırasında yapılmış Amerika ürünlerinde ise bir taşra saflığı gözlemlenir. Bu afişlerin tümü üretenlerinin dilek ve amaçları kadar, seslendikleri toplumun da özlemlerini dile getirir. Bunun seçkin bir örneği James Montgomery Flag’ın I. Dünya Savaşı sırasında güçlü bir yurtseverlik duygusu uyandıran ünlü “Sam Amca” afişinde, işaret parmağını izleyiciye doğru uzatmakta ve onu askere çağırmaktadır.

XX. yy. başlarında sanayideki büyük atılım, akla gelebilecek hemen her ürün ya da olay için reklâm afişi üretilmesine yol açmıştır. İlkel sanattan ve halk sanatından kaynaklanan ilk sirk afişlerinden akıcı çizgilere sahip, çağdaş, incelikli, gelişmiş bir kültürü yansıtıcı 1930’ların gezi afişlerine kadar bu günlerde üretilen yapıtların çoğu o dönemin ruhunu ve üslup aşırılıklarını taşır. Ne var ki radyo ve televizyon hızla yaygınlaşması ve fotoğrafın reklâm dünyasına girmesiyle afiş sanatının parlak döneminin sona ermesine neden olmuştur.

1960’larda pop müzikle başlayan halka dönük sanat biçimlerini canlandırma eğilimi, afişin yeni bir boyut kazanmasına neden olmuştur. Bu hareketin en güçlü ve yaygın olduğu San Fransisco’da Wes Wilson, Vıctor Moscoso, Rick Griffin ve David Singer’in haftalık salon konserlerini duyuran afişleri, hem sayılarının çokluğu hem de yansıttıkları topluluk ruhuyla 1890’larda altın çağını yaşamasına neden olmuştur.