NURDAN GÜNAY/MAVİ ÖRGÜ ŞAPKA

MAVİ ÖRGÜ ŞAPKA

Kırk yıllık üzeri yeşil kadife kaplı antika koltuğun hiç yeri değişmeden aynı yerde durduğu gibi, ben de yıllar geçmesine rağmen üzerinde aynı şekilde oturuyor, çoğunlukla da eski günlere dalıyordum. Beynimden geçen anılarımı bir tek ben biliyor; hatta o anları tekrar tekrar yaşıyordum. Gözlerim elimdeki örgüye sabitken, hareket eden ellerim de şişlerle birlikte dans ediyordu. Aynı melodinin tınısında defalarca buluşuyor, bıkmadan söylenen bir şarkıya dönüşüyordu. Bu şarkılar o gün büründüğüm ruh halime göre, bir gün hüzünlü, bir gün buruk, bir gün sevinçli ve mutlu hallere sokuyordu beni. Antika ceviz konsolun üzerindeki yine kendi kadar antika radyodan çıkan şarkılar ruhumu besliyordu. Yavaşça eğilip sol yanımda duran yün sepetinin içindeki birkaç top renkli yünlerden mavi olanını elime aldım. Mavi en sevdiğim renk, hatırası ne çoktu bende, derin bir iç geçirdikten sonra örmeye devam ettim. Elimdeki üç renkten oluşan el örgüsü minik yün bir hırka, beni yaşama bağlıyordu. En sevdiğime dokunmak gibi, sanki ona yakınlaşmak gibi geliyordu. Bugün kulağıma çalınan şarkı yetmişler de babamın bana öğrettiği şarkıydı.

Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde,

Tatlı bir kız yaşarmış, boğaz içinde.

İşte böyle bir zaman, sabah erken başlamış,

Delikanlı genç kıza iskele de rastlamış.

Bakışmışlar göz göze, gören kimse olmamış,

Fakat denizde dalga oynamaya başlamış.

Lay lay lay lay ……

Bu şarkının melodisi anlık içime huzur doldurmuş 2023’ten yıllar öncesine, 1977’ye götürmeyi başarmıştı. Elimdeki örgü bugün daha bir hızlı ilerlemeye başladı. O yıllar her şeye rağmen güzel yıllardı. Yokluk değildi mevzu, sahip olunanla sahip olamadıklarımızdı. Mesela oyuncağımız yoktu. Başka evlerdeki oyuncaklarda, camlı büfelerde kilitli tutulurdu. Gözlerim mavi ipin büyüsüne kapılmışken, beynimden geçen ve hafızamın bana oynadığı oyun, camlı büfede sessizce duran, minik plastik bir bebeğin üzerindeki mavi örgü şapka ve örgü fırfırlı elbisesini hatırlatmıştı. Mavi boncuk gözlü, güzel bebek camlı vitrin arkasından ihtişamla pırıl pırıl bana bakıyordu. Dakikalar süren bakışmalarda dahi büyük haz aldığımı hatırlıyorum. Dokunmadan, bakışarak, hissederek yaşanan mutluluktu bunun adı. 1977 yılına ait ne çok anılarım vardı. Kayıplarımız, korkularımız, umutlarımız…

O yıllarda hatıralarımın içinde yer alan bir komşu teyze, başka bir komşu teyzenin kızına hırka örmüş ve hediye etmişti. Hayli şişman yuvarlak suratlı, başındaki beyaz tülbent ve çiçekli basma elbisesiyle mahallenin sevimli Safiye Teyze’siydi. Tüm gün hiç bıkmadan örgü örer, bir bahaneyle mahalleden birilerine hediye ederdi. Çok merak ederdim niye bu kadar çok örgü örerek, kendini yoruyor diye. Çocuk olmak merak etmekten geçerdi, bende meraklı bir çocuktum. Bir gün annemle Safiye Teyze’ye ziyarete gittik.

-Teyze, teyze ne çok örgü örüyorsun. Ördüklerini başkalarına neden hediye ediyorsun, diye sordum.

Annem kaşlarını kaldırmış, ben de sorduğum sorudan nedense korkmuştum. Fakat Safiye Teyze gülümseyerek elini uzattı. Tombul, etli, yumuşak beyaz elleriyle saçımı ve yanaklarımı okşadı. Gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladığında parlayan kahverengi gözlerinin ne kadar güzel olduğunu gördüm. Sımsıcaktı. Gülümseyerek konuşmasına başladı.

-Bak, tatlı güzel yavrum, ay parçam. Ben ellerimle hissetmeyi, dokunmayı, gönül okşamayı ve sevgimi vermeyi çok seviyorum. Örgülerim tanıdığım ya da tanımadığım birilerini bir şekilde sarıp sarmalıyor. Bunu hissetmek, uzaklarda bir yerlerde hatırlanmak, yakınımda olanların kullandığını görmek beni çok mutlu ediyor. Anladın mı şimdi güzel yavrum? 

Bir an sessizlik olmuş ve ben ne anlatmak istediğini elinin sıcaklığıyla yüreğimde hissetmiştim. Sadece ne anlama geldiğini anlayamamıştım. 1977’ye giden hafızam geri geldiğinde 2023’deydim. Yüzümde beliren gülümsemenin neden oluştuğunun şimdilerde daha çok farkındaydım. Yeşil kadife koltuğumun bedenime şefkatle davrandığı gibi ben de ellerimin arasında bir gidip bir gelen şişlerimle, örgümü şefkatle örüp üzerine sevgimi katıyordum. Küçük bir kız çocuğuyken kulağıma çalınmış bir nasihatin aynısını yıllar sonra yaşayacağımı hiç tahmin edemezdim. Bu sefer en sevdiğime üç renkte oluşmaya devam eden el örgüsü hırka, beni gerçekten mutlu kılıyordu. Beynim geçmiş tarihteki anılarımı tararken ellerim şimdiki zamanda yeni bir hırka örüyor ve dudaklarımdan babamın bana öğrettiği şarkı dökülmeye devam ediyordu…  Bir an başımı kaldırıp tam karşımda duran camlı vitrinin içini gözlerim hızlıca taradı. Plastik, minik bebek elbisesi üzerinde bu sefer mavi şapkası olmadan bana bakıyordu.

BEN HİÇ UÇURTMA UÇURMADIM Kİ

Ben hiç uçurtma uçurmadım ki…

Gözlerim gökyüzünü taramamış, 

Hayallerim bulutlara takılamamış, 

Ararım nerelere takılıp saklanmış, 

Ben hiç uçurtma uçurtmadım ki…

Nasıl rüzgar eser sırtım nereye durmalı,

Titreyen ellerim yüreğimi uçurmalı,

Kanatlarını takmadan kaç arşın hızlanır,

Rüzgarı hisseder bedenimiz sonrasında ruhumuz,

Şiddetinde savrulur,

Hislerimizde kayboluruz.

Rüzgarda mı marifet ?

Bir uçurtmanın ipi nasıl gökyüzüne asılır?

Rüzgarda mı meziyet?

Bir uçurtmanın gövdesi nasıl bulutlarla yarışır?

Rüzgarda mı insaf?

Hayalleri nerelere uçurup sonra aşırır?

Cevabını bilmediğim sorularla beynim yorulur!

Ben hiç uçurtma uçurmadım ki…

Elim gergi kalmış bir ipi tutup yön vermedi ki…

Gökyüzüne bakıp uçurmadım hayallerimi!

Yüreğimi rüzgara salıp sırtımı rüzgara yaslamadım ki…

Yıllar yılı geçerken aradığım hayallerim kaybolurken,

Ben hiç uçurtma uçurmadım ki derken,

Yabancı bir uçurtmanın kuyruğuna takılmış firar ederken buldum…