EMİNE AYDOĞDU/CEREN

Ceren, henüz on beş yaşındaydı. Kütüphaneye giderken daha önce hiç tanımadığı bir kişi tarafından tecavüze uğradı. Panik halinde kütüphaneye gitti. Arkadaşıyla kütüphanede buluşacaktı. Arkadaşı ona ne olduğunu anlayamadı. Birlikte kütüphaneden çıktılar, bir parka gidip çimlerin üzerine oturdular, Ceren ağlıyordu. Erkek arkadaşına durumu korkarak ve panik içinde anlatmaya çalıştı. Erkek arkadaşı son derece destekleyici olmayan ve incitici bir tepkiyle karşılık verdi.  Yaşanan olaydan ötürü onu suçladı ve bir süre sonra da ondan ayrıldı ve bir daha Ceren’le görüşmek istemedi.

Çoğumuzun bildiği gibi derin travma yaşayan kişinin, yaşadığı travmayı paylaştığı ilk kişinin tepkisi çok önemlidir. Bu tepkinin, travmayı yaşayanın iyileşmesi üzerinde çok büyük bir etkiye sahip olduğunu birazcık duygudaşlık yapabilen herkes bilir. Ceren’in olayında erkek arkadaşının tepkisi, ona sadece suçlu olduğunu hissettirmekle kalmamış, aynı zamanda yaşadıklarını başkalarına söylemekten de vazgeçirtmiştir.

Ceren şöyle diyordu: “O zamanlar bana en yakın kişi oydu, bu yüzden o bana inanmazsa kimsenin inanmayacağını düşündüm.” Cinsel istismarın ne olduğunu hiç bilmiyordu; arkadaşlarının ve ailesinin konuşup, tartıştığı bir konu değildi. Tüm bu nedenlerle; kolluk kuvvetleri de dahil olmak üzere, kimsenin onu anlamayacağını, ona inanmayacağını düşünüyordu. Bu düşünce, onu öylesine etkisi altına almıştı ki: “Daha sonraki yıl da bu durumu kimseyle paylaşmadım, kendime sakladım, sürekli kendimle mücadele ediyordum, bunun üstesinden nasıl geleceğimi ise asla bilmiyordum. Çünkü benim gibi böyle bir şey yaşayan hiç kimseyi tanımıyordum.”

Ceren, uzun süre depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu yaşadı. Olanları, ailesi dahil kimseye anlatamadı; utandı ve korktu. Yaşadıklarını ustaca gizlemesine rağmen, ailesi onun davranışındaki değişikliği, önce ergenliğe bağladı ama sonunda, bu durumun ergenlik sancıları olmadığını anladı. Annesi, ısrarla konuşmaya çalıştı, sonuç alamayınca, bir terapiste götürmeye güçlükle de olsa ikna etti. Ceren, henüz kendini konuşmaya hazır hissetmiyordu, bu yüzden terapinin hiçbir faydası olmadı.

“Bu konuyu bir yabancıyla konuşmak istemedim. Terapiye gitmek beni daha da kötü hissettirdi, bana yardımcı olması gereken bir şey yapıyordu, ne olduğunu anlamıyordum, her ne yapıyorsa, belli ki bende bir türlü işe yaramıyordu. Bunun nedenini gerçekten hiç anlayamadım.”

Ceren’in yaşadığı travma karşısında gösterdiği tepki, sürekli kendisiyle savaş hâlinde olma durumu, duygu ve davranışlarındaki iniş çıkışlar, sonunda ailesiyle olan ilişkisini de derinden etkiledi. “Gerçekten benim için karanlık ve yalnız bir yıldı. Ailemden gittikçe uzaklaşıyordum.” Cinsel istismardan yaklaşık bir yıl sonra Ceren intihara teşebbüs etti. Hastaneye kaldırıldı, hastanede tedavisi sürerken, ona şefkatle yaklaşan hemşireye saldırı ânını en ince ayrıntısına kadar anlattı. Hemşire, Ceren’in izniyle saldırıyı anne ve babasına aktardı. Anne ve baba önce ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilemediler, kısa sürede kendilerini toparlayıp, Ceren’e sevgi dolu yaklaşımlarıyla başarılı bir ebeveyn tavrı sergilediler. Koşulsuz desteklerini hiç ama hiç esirgemediler. En önemlisi de onu, asla yargılamadılar. Her koşulda yanında olacaklarını hissettirdiler. Annesi: “Ceren keşke bunu bize kendi başına söyleyebilseydi.” diyerek nerede yanlış yapmış olabileceklerini düşündü.

Ceren, kendini hazır hissettiğinde, travma konusunda uzmanlaşmış bir terapistle görüşmeye başladı. Terapinin, düşünce sisteminde ve duygularında kısa süre içinde yaptığı değişiklikle faydalı olduğu anlaşıldı. En önemlisi de kendisi gibi cinsel saldırıya uğrayan ve intihardan sonra hayatta kalan kızlarla birlikte zaman geçirip sohbet etmesi; bu iletişim, kendini daha az yalnız hissetmesini sağladığı gibi çok çabuk iyileşmesine de yardımcı oldu. Ayrıca, en büyük destek ve sevgi kaynaklarından biri de okuldaki sıra arkadaşı ve şu anki erkek arkadaşıydı. Ceren’i hiç yalnız bırakmadı. Her zaman yanında oldu.

“Benim için iyileşme sürecini hızlandıran, kendi yaşımdaki ve benim yaşadığımı yaşayan insanlarla bağlantı kurmaktı. Daha önce kendimi çok yalnız hissettim çünkü tanıdığım hiç kimse bunun hakkında konuşmamıştı. Sonradan öğrendim ki pek çok arkadaşım, hayatlarında bu ve buna benzer bir tür saldırıya maruz kalmış.”

Ceren, ailesinin ve okulunun, cinsel istismar ve saldırıların önlenmesi ve müdahalesi konusunda daha fazla konuşmasını istiyor. Özel bir okulda okuyor. “Okulda cinsiyet eğitimi dersleri var ama cinsel saldırılar hakkında hiç konuşulmadı, tartışılmadı. İnsanların cinsel istismar ve saldırıya uğraması durumunda neler yapabileceği ve nasıl yardım alabileceği farklı yollar konusunda eğitilmeleri gerekiyor,” diyor Ceren. Aynı zamanda faili polise ihbar etmediği için de pişmanlık duyuyor çünkü failin başkalarına da saldırmış olabileceğinden endişe ediyor. Cinsel istismara uğrayanların yakınlarına tavsiyesi ise sabırla ve sevgiyle yaklaşıp sadece dinlemeleri, yargılamamaları ve hemen sonuca varmamaları.

Yıllar süren mücadele ve zorluklardan sonra Ceren gelişip değişmeye devam ediyor. Ailesiyle ilişkisi, eskisinden çok daha iyi, çok daha yakın ve kucaklayıcı. Erkek arkadaşının sevgisine sonsuz derecede minnettarlığını dile getiriyor. Ayrıca iki köpeği var: Büyü ve Kil: “Ben, tam bir köpek insanıyım; onlar bana güneşin doğuşu gibi her şeyden daha fazla neşe veriyor.” Ceren’in saldırıya uğrayanlara mesajı ise: “Yalnız olmadığınızı bilin ve eğer kendinizi rahat hissediyorsanız, lütfen hikayenizi anlatın ve mümkünse rapor edin. Bu konuda konuşmaya başlayana kadar kaç kişinin başından bu sert, incitici ve yaralayıcı durumun geçtiğini fark edemezsiniz.”

Ceren’in yaşadığı onun hatası değildi, hatta ona bunu yapan kişinin de hatası değildi. İnsanlara, tecavüzü yaşayanların ve yaşatanların hatası olmadığını, bilakis toplumun hatası olduğunu, bıkmadan usanmadan anlatmanın vicdanı bir duruş olduğunu düşünüyorum. Cinsel saldırıda bulunan kişiler bu toplumun bireyleri. Bu toplumun içinde doğuyor, büyüyor, gelişiyor. Toplumun; örf, âdet, gelenek, görenek, dini inanç gibi hepimizin içinde yoğrulduğu, birlikte nefes aldığı, bir tandırda pişiyorlar. Yani içimizden, çok yakınımızdan birileri. Kimimizin babası, kardeşi, amcası, eniştesi, kocası, ağabeyi, oğlu, dedesi, sevgilisi, arkadaşı, komşusu, vs…

Sonuçtan yola çıkarak sorunun çözülemediğine, yaşanan her gün yeniden tanıklık ediyoruz.  Gerçeği hep birlikte artık görmemiz gerekiyor; sorun yüzeyde değil, çok derinlerde. Epeyce kazmak gerekiyor.

Kişiler -mağdur ve fail- üzerinden yapılan aşağılama, hor görme, hakaret, suçlama, linç ve ceza nasıl tanımlanırsa tanımlansın, hiçbir koşulda toplumu aklamayacağı gibi sağaltmayacaktır da. Gerçekle yüzleşmediğimiz sürece, hepimizin bildiği, tanık olduğu ve itiraf etmediği bu yara hiç ama hiç kabuk bağlamayacak, sürekli kanayacaktır.