SERDAR EPÖZDEMİR/SON OTOBÜS

SON OTOBÜS

Düşündüğü gibi olmadı tabii. O kadar uzun yolları aşıp gelmiş, gözlerine daha derin bakmak için saatlerce bekleyen o değilmiş gibi soğuk davranmıştı Nesrin kendisine! Oysa yolda ne hayaller kurmuş, uzun soluklu hasret üstüne kavuşmanın güzelliğini yaşayacağını sanırken önce öylesine eli sıkılmış, göz teması kurmamaya çalışılarak çay bahçesinin sesli ortamı umursanmadan oturtulmuş, yabancı biri ile konuşuluyormuş gibi hissettirilmişti. Nesrin onu ‘öteki’ haline getirmeyi başarmıştı. Doğrudan sordu:

 “Başka biri mi var?”

Yüzü kızaran birinin bundan sonra söyleyeceklerinin ne önemi olabilirdi ki? Anlayacağını anlamıştı. Çok fazla uzatmayı düşünmeden içine düşen kurdun hatrına, nedenini öğrenmek istiyordu. Sormakla sormamak arasında geçen süre kısa derdi büyüten uzun bir zaman boyutundan sonra cesaretini toplayarak sordu:

 “Neden?”

Çok özenle seçilmiş ve önceden hazırlığı yapılmış hissi uyandıran konuşmayı dinlerken kulağındaki şu uğursuz uğultu ile nasıl baş edeceğini düşünüyordu. Tane tane anlatmaya başladı Nesrin:

“Bak ben dar bir çevrede yetiştim, yapabileceklerimin sayısı bir elin parmaklarından az, seçenek dediğin hayat şansları bizim istasyona uğramadan geçip gidiyor. Amcaoğlum tıp fakültesini bitiriyor bu yıl. Geçen yaz Kayseri’ye gittiğimde stajlardan vakit buldukça görüştük ve birbirimizle çok güzel zamanlar geçirdik. Babam öldükten sonra lise sonrası okuyamadım. Kız kardeşim, annem ile birlikte babamdan kalan bir maaş yetmiyor artık. Ne yaparsın seni bekleyecek durumum da yok. Meslek yüksek okulun bitecek, bu arada bekleyeceğim, iş bulacaksın sonra gelip isteyeceksin, yine bekleyeceğim. Sen de yok, ben de yok! İki yoktan aile yaratabilir miyiz? Hem seni yeterince sevmediğimi de anlamış oldum. Gönül işte kayıyor.”

Bu kadar dürüst bir itiraf takdir edilebilir ve geçen bunca sürede karşısındakini anlayamamış olmanın, yazılan mektupların, zar zor görüşülen anların ve verilen sözlerin suya yazılan dalga ile geçen anlamlılığı ile giderilemez deprem etkisi yapan ruh haliyle kalakaldı. Anlamıştı onda olanı. Kendisine ne olacağını bilemiyor, uçup giden düşünceleri bulut gibi hissediyor artık ne yaparsa yapsın acısının geçmeyeceği duygusunda buraya kadarmış diyebiliyordu.

“Senin için sakıncası yoksa bir şey isteyebilir miyim?” dedi Nesrin.

Afalladı! Bir yandan da daha fazla ne isteyebilir ki rahatlığıyla:

“Tabii ki buyur.”

“Seninle çektiğimiz fotoğrafları ve sana yazdığım mektupları bana gönderebilir misin?”

Kadın beyni böyle çalışıyor demek ki neleri de düşünüyorlar! Hiç aklına gelmez böyle bir şeyi istemek. Bu arada Nesrin çantasından kendisine yazdığı mektupları ve birlikte çektirdiği fotoğrafları çıkarınca şaşkınlığı daha da arttı!

“Nesrin lütfen onları benim için sobada yak. Yanımda taşıtma. Son otobüs ile memlekete döneceğim. Döner dönmez kargo ile istediklerini gönderirim. Bir de yaş günümde aldığın kalpli bir biblo vardı, onun da bende kalmasını istemiyorum. Onu da göndereceğim. Bundan sonraki yaşamında bir daha asla karşına çıkmayacağım, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum. Hakkını helal et!”

Başarmıştı veda konuşmasını, yıllar geçecek, son otobüsler yine ayrılmış insanları memleketlerine götürecek ve o yolculuklar bir ömür boyu unutulmadan hatıralar arasında yerini alacaktı.

Güneş batmak üzereydi…