M. REŞİT ÖZÇOBAN/ SEN’İN TANIMI

Bir Matem Bir Yalnızlık Bir Huzur Bir Veda…

Yüreğimi mezarlara parsellediğimde anladım matem ölülere değil de dirilere tutulurmuş. Kalabalık bir masada tek başıma demlenirken anladım içimdeki filizlenen tohumların yalnızlık olduğunu ve yalnızlığın varlıktan bağımsız olan soyutsallığını. Dünyada cenneti yaşayınca bulamadığım huzura, refahın varlığından değil duyguların dinginliğinden esen rüzgarın içimi susturduğunda kavuşacağımı geç de olsa anladım. Belki eski bir sokakta tahta tabure üzerinde dost ile çay içebilmektir huzurun somutsal tanımı. Ayrılık tekrardan kavuşabilme ihtimali üzerine  umut beslemekmiş meğer. Kavuşamadığının matemi yük olmazmış zaten, adı da ayrılık olmazmış, zamanla geçermiş. Oysa esas ayrılık öyle mi? Yıllar geçtikçe umutlarının yeşermesini umut eder hale getirirmiş insanı. Ayrılık, kavuşabilme umudunu yeşertme çabası içinde döngüye girmesiymiş aslında.

MANİFESTO

Tüm karamsarlığa,

Yozlaşmış ahlâka,

Kendini bilmezlere,

Yol gitmezlere,

Bataklığa terkedilen duygulara,

Sahte yalanlara,

Sahte gülüşlere,

Kaybolan etiğe,

İnat!

Vuku bulacak şiir!

Bir çocuğun gülüşüne.

Ve o gülüş dökülecek sokaklara!

Kötüye,hayına,yalana karşı

 Kaldıracak ellerini.

Seslenecek uyuyanlara:

Uyanın ve kanatlanın.

Uyansın şairler!

Kanatlansın sanat!

Ve huzur versin sokaklara!

Kıyım

Bir bakmışsın uğruna nefes aldıkların senin için mum bile üflemezmiş meğer!

Meğer o yere göğe sığdıramadıkların esir alıvermiş seni sen avare olmuşsun

O sana lütfettikleri sevgi boncukları, adaklık koyunların süsleriymiş meğer

Seni okşadıkları gül kokan eller, boğazına tersten sürttükleri bıçakmış meğer

Meğer tereddüt bile etmezlermiş sana kıymaya zamanını beklemişler sadece…

Sen’in Tanımı

Senin bende tesirini tarihsel örneklemeye kalksam az kalır ama ben yine de döküleyim biraz sevgilim. 1517 yılında Wittenberg Kilisesi’ydim ben,  sen ise protestan reformunu duvarıma asıp bir çağ başlatan Martin Luther King’sin. Sen 20.yüzyılda Sidney’de Avusturalyalı bir denizci, ben ise davetine icabet edip çay içmeye gelen intihara meyilli biriyim. Sen 20.Yüzyılın en önemli adamıydın, ben ise sen ölünce “Başkomutan yaversiz gidemez” deyip intihara teşebbüs eden Salih Bozok’tum. Sen 17.yüzyılda Campo de’ Fiori  Meydanı’ydın, ben ise kendisine ölümü bildiren yargıca “Ölümümü bildirirken benden daha çok korkuyorsunuz” deyip diri diri yakılan Giordano Bruno’ydum.