EEE… NE OLDU YANİ?
Öğrenciyken tam bir inektim. Ama sosyal bir inek. Çok güzel ders notları tutardım. Söylemesi ayıp, yazım da inci gibiydi. Ders notlarımı fosforlu kalemlerle renklendirirdim. Böylece çalışmak daha zevkli hale gelirdi benim için. Tabii durum böyle olunca yakın arkadaşlarım hiç not tutmazlardı. Sınavlardan önce hepsi, defterlerimi alma peşinde. Birine sorsam o “Başkasına verdim.” der, diğerine sorsam o “Bende değil.” der. Amerikan futbolu gibi. Onlar topun peşinde ben defterlerimin. Fotokopi çektiriyorsunuz bari çalışın. Ama nerdeee! Özellikle zürafa boylu yakın arkadaşlarım sınavlarda beni kendi belirledikleri yere oturturlardı. Sonra keskin boyun hamleleri ve şahin bakışları sayesinde benim kopya vermeme gerek kalmadan tüm yazdıklarımı görürlerdi. Eee… ne oldu yani? Sonuçta hepimiz de mezun olduk. Eksik olmasınlar, hala bana sayende üniversiteyi bitirdik derler. Okul bitince araştırma görevlisi oldum. Odam Ziraat Fakültesi’nde ana binadan ayrı, bir seranın içindeydi. Ooooh, hocalardan uzak, mis gibi. Müştemilatta ikamet ediyor gibiydim. Tarla, toprak, saksı, börtü-böcek ve bitkilerle uğraşıyordum. Tabii, ortam böyle olunca ben her gün kot pantolon ve tişörtle giderdim okula. Pardon işe. Artık bir çalışandım ne de olsa. Annem etrafımızdaki diğer çalışan kızları görüp “Kızım, başkalarının kızları işe, iki dirhem bir çekirdek gidiyor. Senin şu haline bak” diye hayıflanırdı. Tabii, bunu söyleyen kadın, kendine çok iyi bakan, bir giydiğini bir daha giymeyen, kokoş ama çok hoş bir kadındı. Kim bilir kızıyla ilgili ne hayalleri vardı ama ben eminim ki anneme “Hayaller ve Gerçekler” travmasını en ağır şekilde yaşatıyordum.
Temizlik hastası, tertip, düzen delisi annem sayesinde, küçük yaşlardan beri ev işleri yapıyordum. Neymiş efendim, evlenince rahat edermişim, sıkıntı yaşamazmışım. “Ben razıyım sıkıntı yaşayayım. Hayat benim değil mi?” demek ne mümkün! Şimdiki kızlara bakıyorum da; elleri sıcak sudan soğuk suya girmiyor, yemek yapmayı, bırak yemeği Türk kahvesini pişirmeyi bile bilmiyorlar. Eee… ne oldu yani? Onlar evlenince sıkıntı mı çekiyor? Tabii ki hayır, hepsi de rahat rahat yaşıyor. Annemin arkadaşlarıyla birlikte toplanıp vakit geçirdikleri altın günleri olurdu. Güne gitmeden önce bir gün annem “Evi çek, tozları da al.” talimatı vererek evden ayrıldı. Tam işleri bitirdim, geldi. Klasik soru “Ne yaptın?”. Ne yapacağım anne, talimatlarını yerine getirdim. Sıkıysa yapma! Akabinde temizlik teftişi başladı. Annem, işaret parmağını etrafa sürerek tozların alınıp alınmadığını kontrol ettikten sonra oturma odasındaki halıyı bir köşesinden tutup havaya kaldırdı. Elini beline koyarak “Baştan savma iş yapmışsın, her yeri temizlememişsin.” dedi. Nasıl yani? Bana göre her yer tertemiz, bal dök yala. Ama annem sanki bir hazine bulmuş, büyük bir zafer kazanmış edasıyla eliyle halının altını gösterip “Bu ne?” dedi. Allah’ım halının altında ne olabilir ki? Hemen gidip olay yerine baktım. O da ne? Halının altında sigara külü. Akıllı kadın vesselam, dipli köşeli temizlik yapıp yapmadığımı anlamak için gitmeden önce halının altına sigara külü silkelemiş. Burada hayatın olağan akışına uymayan neydi acaba? Halının altında sigara külü olması mı, yoksa çakal annemin bile bile külü oraya bırakması mı? Ee… Ne n’oldu yani? Anne mutlu musun bari? Kendimi nasıl savunabilirim ki? Hakim bey, pardon hakime hanım hadi fazla uzatmayalım. Suçumu kabul ediyorum, kes cezamı gitsin. Ama hata bende. Benim, annemin anlattığı hikayelerden ders çıkarmam lazımdı. Bu hikayeleri boşa anlatmıyor ya kadın. Aklın nerede? Önceden anlattığı bir hikaye vardı en azından onu hatırlasaydın be kızım. Hikayeye göre; bizim memlekette birinin oğluna kız bakmaya giderken oğlan annesinin ilk işi, ördüğü danteli çantasına koymak olurmuş. Tamam annelerimiz el işine düşkün ama buradaki maksat örgü örmek değilmiş. Dantel yumağı, evin temizliğini ölçme aracı olarak kullanılırmış meğerse. Daha kaynanalığa adaysın. Şimdiden kaynanalık yapmak nedir yahu? Örgü örer gibi yapıp uygun bir zamanda dantel yumağını oturdukları koltuğun altına yuvarlayıverirlermiş. Sonra da yumağı çekip sanki olay yeri ekibi gibi incelemeye başlarlarmış. İnceleme sonucuna göre; yumağın temiz olması artı puan, ev temiz ve bu kız gelin adayı olabilir demekmiş, ama maazallah yumak üzerinde toz veya kir varsa hadi size bay bay denirmiş. Sen işte böyle bir neslin evladısın kızım. Halının altında kül olabileceğini nasıl düşünemezsin? Şimdi düşündüğüm zaman aklıma gelen ilk soru: Eee… Ne oldu yani? Dantel yumağında kir yakalanan hangi kız evde kaldı da kurudu acaba? Sonra bana da görücüler gelmeye başladı. Gerçi kaynanamın bizim koltuk altına dantel yumağı yuvarlayıp yuvarlamadığını bilemem ama ben de evliliğe ilk adımımı attım. Hala bazı yerlerde devam eden çeyiz serme geleneği bizim ailede de yaşanmalı ve yaşatılmalıydı elbette. Anneler için hayat memat meselesi olan bu çeyiz serme olayı “Bak ben kızıma neler neler yaptım, en güzellerinden. Oh ellerime sağlık, hadi beni takdir edin.” der gibi annelerin, af edersiniz sidik yarışı yaptığı bir gelenek aslında. Evlendim, çoluk çocuğa karıştım, kaç ev değiştirdim hatırlamıyorum bile. Kırk yaşına geldim çeyizim hala benimle. Hiç kullanmamama rağmen el emeği-göz nuru olan çeyizimi, annemi üzmemek için kimselere de veremedim. Hepsi yıllarca hurçlar içinde dolaplarımı işgal ettiler. İşgalle kalmadılar her sene havalandırılmak ve naftalinlenmek istediler. Hatta bazıları tekrar tekrar yıkanmak, ütülenmek istedi. Yıllarca çeyizimin hizmetçisi olmuştum ve artık bu gidişata bir dur demem gerekiyordu. Bir gün tüm cesaretimi toplayarak ama yine de çekine çekine, ezile büzüle anneme “Ben bunları kullanmıyorum. İznin olursa yeni evlenecek ihtiyacı olanlara vereceğim.” dedim. Çünkü annem onlar için çok uğraşmıştı. Yapmış, yaptırmış ve deli gibi para harcamıştı. Sadece annem değil rahmetli anneannemin bile sevgi dolu emekleri vardı. Onun iznini almazsam vatan haini ilan edilelecekmişim gibi hissettim kendimi. Annem büyük bir rahatlıkla “Tabii, kızım haklısın, kullanılmıyor zaten. Ver hayrına.” dedi. Ben şok! Hepsini verdim. Sanki yılların yükü hafiflemişti üzerimden. Sonra kendime kızdım. Niye bunca yıldır sormadım, yıllarca bu yükü taşıdım diye. Ama şimdi soruyorum anneme. Eee… Ne oldu yani? Onca emek ve onca masrafı ne diye yaptın annem?
Bizler temizlik yapacağız diye kendimizi paralarken şimdi, evin içinde robot süpürgeler cirit atıyor. Sen oturup kahveni yudumlarken bu robotlar evi süpürüp siliyor. Televizyonda Formula1 pilotu Lewis Hamilton’un sarışın hoş bir fizyoterapistini görmüştüm. Ne fizyoterapist ama… Bir yarışta hava yağışlıydı ve Hamilton arabaya binerken ayağı ıslanmıştı doğal olarak. Ama doğal olmayan Angela’nın yanında taşıdığı bezle anında beyefendinin ayakkabısını silmesiydi. Çok gülmüştüm. Bu nedenle ben de robot süpürgeme “Angela” ismini verdim. Allah razı olsun Angela’dan vallahi, sayesinde hayatım çok kolaylaştı.
Temizlik yaptığının patlayan ellerinden, kızaran dizlerinden ve doğrulamayan belinden anlaşılacağını düşünen annemin böyle bir robutu kullanıp kullanmayacağından çok emin değildim. Ama belki hayatı kolaylaşır diye anneler gününde ona da bir robot aldım. Adını da “Ayşe” koyduk. Babaannemin yani kaynanasının adı. Hayalimizde annem kaynanasına iş yaptıracaktı. Bir gün anneme gittiğimde o da ne? Ayşe çalışıyor. Oh! İyi bari, robotu kullanıyor diye çok sevinmiştim. Ama annem, Ayşe’nin peşinde dolanmaktan oturup kahvesini yudumlayamıyor. Kaynanayı çalıştırma hayalleri çöp olmuştu bir anda. Annem yine kaynanasının peşinde koşturuyor. Halıları, sandalyeleri kaldırıyor, onun giremediği köşelere yol açıyor. Annemin yeni işi, Ayşe’nin kontrol memurluğu sanki. Çalışan Ayşe’yi kucağına alıp, iyi temizlemediğini düşündüğü yere tekrar koyup dikkatli şekilde bakıyordu. Annem canlı bir yapay zekaya dönüşmüş gibiydi karşımda. Robotun çizdiği evin haritası ne ki! Annem evin dipli köşeli en ince ayrıntısına kadar Ayşe’ye haritasını çiziyordu. Annemin hayatını kolaylaştırdık mı yoksa daha karmaşık hale mi getirdik bilemedim. Eee… Ne oldu yani? Bence robot annemden illallah etti.
Hayatta her insanın, bir işe girişmeden önce kendisine sorması gereken tek soru olmalı: “Eee… Ne olacak yani?” Verdiğiniz cevap “Hiç bir ….. olmayacak” ise bırakın bu işi yapmayı. Zamanınızı ve emeğinizi hiç boşa harcamayın. Hemen uzaklaşın oradan. Hadi bakalım! Şimdi sıra sizde. Bu yazıyı da okudunuz bitti. Kendinize o soruyu sorun. Eee… Ne oldu yani?”