MİNE DEMİR BALTA/ANLAM

ANLAM

Hayatıma anlam katmalıyım. Geriye baktığımda ne görüyorum. Kendim için koskoca bir hiç. Başarılı bir iş yaşamımı geride bıraktıktan sonra bugün geldiğim noktada geçmişimi sorguluyorum aylardır. Düzgün bir evlilik, iyi eğitimli başarılı çocuklar, sevildiğimi her fırsatta dile getiren sosyal çevrem.  Başkalarına sorsan harika yaşam koşullarım var. Nankör değilim elbette. Güzel ve dolu dolu yaşanmış altmış yıl var arkamda. Hayatın anlamı bu ise eğer benimki de anlamlı olmuş demektir. Arkadaşım bir gün anında cevap vermem için bir soru sordu bana. “Kendin için ne istersin?” Aklıma gelen ilk şeyler çocuklarımın bende kalan istekleri, kocamın işiyle ilgili dile getirdikleri, annemin, kardeşlerim hatta yakın arkadaşlarımın hayalleri. Kendime ait bir talep gelmedi aklıma, dilime. Belki de hayatımı anlamsız bulmama neden olan bu soruydu. Bir insanın kendine ait yapmak istediği bir hayali olmaz mı hiç! Benim yokmuş meğer. Ailemin hayali hayalim olmuş, onların derdi derdim olmuş. Hatta çevremin sorunları kendi sorunum olmuş yıllar boyu.

Uzaklaşmaya karar verdim. Bana birebir ihtiyacı olan kimse yoktu aile içinde. Ne ironi ama kararımı verirken bile bunu düşünmüştüm. Bu düşünce yapımla nasıl olacaktı bilmiyordum ama kararımı vermiştim. Ucu açık bir seyahate çıkacaktım kendimle.

Belki de tüm hayatımı karasalda yaşadığımdan deniz beni her daim rahatlatmıştır.  Her noktadan deniz görebileceğim bir yere gitmek istedim. Bir ada olabilirdi örneğin. Kısacık bir araştırma ve rezervasyon sonucu atlayıp arabama düştüm yollara. Birkaç saat sonra endişelerim başlasa da müzikten medet umup düşünmeden devam ettim yoluma.

Feribota bindiğim anda yaptığım şeyin aslında benim için çok değerli olduğunu düşünmeye başladım. Yirmili yaşlarımdan beri ilk defa yalnız başıma bir şey yapıyordum. Biraz ürkeklik olsa da içimde aşmam gerektiğini biliyordum.

Ufak bir sahil kasabasındayım. Dört tarafımın deniz olması nedense daha özgür hissettirdi kendimi. Önce sevdiklerime haber verdim iyi rahat vardığımı. Nerede olduğumu söylemedim elbette. Hatta telefonumu kapatacağımı, bir süre kendimle olmak istediğimi de belirttim. Anlayış gösterdiler. Küçük bir pansiyonda şirin bir odada kendimle baş başaydım. Ne kadar kalacağımı bile bilemediğim şirin odama yerleştim. Üstümü çıkarmadan kendimi yatağa fırlattım yüzümdeki huzurlu gülümseyişle. Aklıma ne gelirse yapmayı, plansız-programsız gün/hafta/ay hatta belki de yıllarca yaşamayı düşünüyordum. Hafif bir müzik açıp dinlenmeyi seçtim önce. Uyur-uyanık vaziyette bir müddet uzandım, midemdeki gurultular kalkmamı söyleyene dek! Saate bağlı olmadan, biyolojik ritmime göre, ne zaman ne yemek istersem yiyecektim. Dışarı çıkıp deniz kenarında -her yer deniz kenarıydı zaten- koca bir tabak soslu makarna yedim iştahla. Akabinde dalga sesleri eşliğinde -iyi ki gelmişim düşüncesiyle- denizi seyrettim saatlerce, bıkmadan.

Ertesi gün gene biyolojik ritmimin sesini dinledim. Kalkmayı istediğim an kalkıp tanıma turuma başladım. Nerede ne var turu. Umduğumdan da küçük ve sakin bir yerde olduğumu anlayıp çok daha mutlu oldum. Bol bol yüzecektim, Transandantal Meditasyon (TM) yapacaktım, çoktandır ihmal ettiğim yoga beni bekliyordu. Kitap okuyamıyordum artık gözlerimden dolayı ama dinleyecektim her fırsatta. Bunlar zaten nadiren de olsa kendime zaman ayırıp yaptığım şeylerdi ama buradayken yaşamımı dolduranlar olacaktı.   

O küçük kasabada, şirin odamda o kadar mutlu ve huzurluydum ki iştahım artmış, yemekle hiç arası olmayan ben sık sık acıkır olmuştum. Ufak ufak kilo almam ise beni ayrıca mutlandırmıştı. “Can boğazdan gelir, hiç yemiyorsun.” diyen annem kilolarımı görünce ne mutlu olacaktı kim bilir! Ara ara telefonumu açıp aradığım sevdiklerim de ses tonumun hatta konuşma ritmimin bile değişmiş olduğunu, daha dingin bir ses duyduklarını söylüyorlardı. Kaldığım yerde yeni dostlar edinmeyi de tercih etmediğimden günlerimi kendimle baş-başa geçiriyordum.

Derken bir gün sahilde hafif hafif mırıldanan dalga seslerini dinler, çakıllarla oyalanırken şiirimsi bir şeyler dökülüverdi dudaklarımdan. Unutmamak için telefonuma yazdım aklımdan geçenleri. Daha sonra tekrar okuduğumda güzel ama kısır ifadeler olduğunu görüp eklemeler yapma ihtiyacı hissettim. Fena olmamıştı bana göre. Artık sahile her gittiğimde yanıma kalem-kâğıt alıp duygularımı döker olmuştum. Yazmanın çok hoşuma gittiğini ve beni inanılmaz yerlere götürdüğünü fark etmiştim. Zaman içinde minik mısralar uzun şiirlere dönüştü. Derken yaşanmışlıklarım ve ilaveten kurguladıklarım dökülmeye başladı beyaz kâğıda. Üç-beş satırla başlayan ufak hikayecikler uzun öykülere dönüştü. Önceleri her fırsatta yazarken sonra yazmak için fırsatlar, ortamlar yaratır oldum kendime. Gördüğüm her insan, her mekân, yaşadığım her olay beynimin içinde değişik hikayeler oluşturuveriyordu.  Mütemadiyen yazıyordum.

Çok mutlu oluyordum yazarken; hatta yazdıklarımı okurken. Mühendis kaleminden çıkan yazılarım hiç de fena olmuyormuş gibi geliyordu bana. Sonuçta edebiyatçı değildim.

Günler günleri kovalıyordu. Artık bir tutkuydu benim için yazmak. Yazarken sanki dünya duruyor, zaman işlemiyor gibi geliyordu bana. Daha yazacak çok şey olduğunun farkındalığıyla, geç kalmışlığımın acısını çıkarmak istercesine sürekli yazıyordum. Hatta yoga ve TM yaptığım zamanlarımdan bile çalıyordum bazen yazmak için. Ama yazdıklarım çok dağınıktı ve başlayıp bıraktığım onlarca yazı vardı. Kendimi disipline edip yarım şiir/öykülerimi bitirmeliydim. Hatta devamında, düzeltmelerim bittikten sonra, kitap haline getirmeliydim. Sevdiklerimin kitaplığında güzel bir anı kalsın diye…

Geleli yaklaşık iki ay olmuştu ve sevdiklerimin özlemi artık dön diyordu bana. Derken koca iki klasör dolusu yazımla eve dönmeye karar verdim. Yazılarımı yanımda getirmediğim bilgisayarıma geçirecektim nasıl olsa. O sırada illaki düzetme/düzenleme/tamamlama işlerini yapacaktım. Evimdeki bir odayı kendime hobi odası yapacaktım. Hatta yazma işi hobi olmaktan çıkar ve daha büyürse hobi odam bürom oluverirdi. Çok mutluydum. Amacım, hedefim aşırı isteğim vardı. Ve en önemlisi arkadaşımın sorduğu “Kendin için ne istersin?” sorusuna verilecek bir cevabım vardı artık.

Anlamsız geçtiğini zannettiğim geçmiş yıllarımın aslında ne kadar anlamlı olduğunun ve dağarcığımda birikmiş onlarca-yüzlerce şeyin semeresini toplama zamanımın gelmiş olduğunun farkındalığıyla evime dönüyordum.