CAN DOSTLARIMIZ UYUTULMASIN!
Sevgili Ares,
Seni elimizle Gökçen’lere teslim ettik. Kışı evde geçirdiğimiz için yaylanın zor şartlarını aklımıza getirerek yokluğunu dert etmemeye çalıştık. Hatta bazen yağmurlar sürekli yağdığında “İyi ki Ares’i Kayseri’ye götürmüşüz.” dediğimiz zamanlar bile oldu. Bu kış gene çok fazla sel baskını yaşadık. “Ares’e yemek vermeye nasıl gidecektik?” diye sorduk kendimize.
Baharın gelişiyle yaylaya gidişlerimiz sıklaştı. Sensiz yayla bomboş inan. Seni çok özlüyorum. Yaptığımız yürüyüşler, beni yolda bırakıp kaçışların, ben döndükten epey bir zaman sonra gelip bahçe kapısının önüne yatışların hiç aklımdan çıkmıyor inan. Bahçe kapısının altında bir boşluk vardı, bilirsin. Orada görür, içeri alırdım seni. Ah, Ares ah! Kaç kere baktım o kapının altına.
“Kapıyı aç, ben geldim.” diyecekmişsin gibi geldi bana sanki. Bahçede çalışırken göz ucuyla oraya bakardım elimde olmadan.
“Seni orada nasıl bıraktık?” diye düşünüyorum şimdi. Çok büyük hataydı. Yaylada sensiz geçen günlerin hiç tadı yok. Kuşlar geliyor, ben onlara bir şeyler veriyorum. Hiç kaçmıyorlar, biliyor musun? Sen peşlerinden koşar, kovalardın onları.
Kediler de gelmeye başladılar; senin sevmediğin kediler, yemeğine ortak olan kediler… Yemek masasında hiçbir şey bırakamıyorum. Sen varken ne rahatmışım. Masaya çıkıyorlar sık sık. Onlara bir şeyler öğretme çabasındayım. Sen çok akıllı ve onurluydun. İzinsiz hiçbir şeye dokunmazdın.
Gökçen’le Erem bir gün sana yemek vermeye geldiklerinde Cem Karaca’nın “Bu Son Olsun” şarkısını dinlemişler birlikte. Sen o şarkıyla oynamış, dans etmişsin. Bunu söylediklerinde inanamadım. Bilsem her gün dinletirdim sana o şarkıyı. “Çakkıdı” şarkısında oynadığını çok iyi hatırlıyorum. “Sezen Aksu’nun Cano’su oynar da bizim Ares oynamaz mı?” demiştik. Nasıl da eğlenmiştik o gün! Gökçen’in kına gecesinde herkesi coşturmuştun.
İkindi çayımızı demlediğimizde koşar gelirdin yanımıza. Sen yakınımızda değilsen, çayı şekersiz içmemize rağmen bir çay kaşığı alır, boş boş karıştırırdım. O sesle koşar gelirdin yanımıza. Artık çay içerken yanımıza gelen yok. Bardağı da tıngırdatmıyorum zaten. Şimdi ise Cem Karaca’nın “Bu Son Olsun” şarkısını dinliyorum çoğu kez:
“Bugün sen çok gençsin yavrum,
Hayat ümit neşe dolu.
Mutlu günler vaad ediyor,
Sana yıllar ömür boyu.
Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni.
Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son.
Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son.”
Gerçekten mazi kalbimde yara diyorum. Seni tanımazdan önce, böyle bir şey diyeceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. İnan Ares, inan! Hayatımız; senden önce, seninle ve sensiz diye üçe ayrılıyor. Sensiz geçen zamanlarda, seni anmadığımız bir gün bile yok. Ben de seni Yüksek Sadakat’ın şu şarkısı ile selamlamak istiyorum.
“Belki üstümüzden bir kuş geçer
Kanadından bir tüy düşer
İner döne döne gökyüzünden
Hiçbir yüz güzel değil senin yüzünden
Haydi, kalk gidelim bu şehirden
Gün doğarken ya da güneş batarken
Belki kuşlar geçer üstümüzden”
Kanatlanır senin ellerinden… Ellerinden.
Ağlıyorum Ares, hem de hüngür hüngür. Bu şarkıyı dinliyorum defalarca. Kuşlar geçiyor üstümüzden, onları yakalamak istemiyorsun biliyorum. Gel yayla yollarında yürüyelim, koşalım. Yorulup da dönerken seslen bana. Kaybol yayla yollarında. Yine bana gel. Senin için çarpsın kalbim. Endişe duymak da güzelmiş oysa. Heyecanla bekleyişin ardından kavuşmak… Kavuşmak da güzel.
Kurbağalar çalıyor, sular oynuyor. Seni çağırıyorlar ahenkle. Henüz yaylaya göçmedik. Sarı çiçekler boy vermişler, gel koşalım aralarında. Sapı kırık testinin içine bülbüller yuva yapmış. Erik ağacının dibindeki o testiyi hatırladın mı? Tam dört yavruları oldu. Sabırla besliyorlar onları. Birkaç gündür hava çok güzel. Mangal yakacağımız günler yaklaştı. Kemikleri saklıyoruz. Artık hiçbir yemek artığını atamıyoruz. Hemcinslerinin birini bulana kadar dolaşıyoruz yayla yollarında. Bunu bize sen öğrettin. Onların bize kuyruk sallayışlarını, mutluluklarını görünce huzur içinde dönüyoruz evimize. Dönerken de şurada bizi beklerdi, şurada işaret vermiştik ona, şurada terk etmişti bizi diyoruz defalarca. Oysa sen bizi hiç terk etmemiştin. Bizden önce gelir, kapının önünde beklerdin.
En çok baharda seviyorum yaylayı. Ağaçlar bembeyaz, çiçeklerle donandı. Bülbüller en güzel şarkılarını söylüyor bize. Tam senin istediğin gibi. Çocuklar sesleniyor ara sıra. “Ares! Ares!” diyorlar. Nasıl derim onlara “Ares yok!” diye. Köşe bucak kaçıyorum. Senin gelişini bekliyorum..