SIDDIK SERT/NASIL YAZAR OLURUM?

Nasıl Yazar Olurum?

Bu cümle size de tuhaf geliyor değil mi? Yani yazar olmaya karar vermek…  

Son zamanlarda özellikle sosyal medyada öykü okulları, yazarlık/senaristlik atölyeleri gibi çok miktarda duyuru, paylaşım, içerik görmek mümkün, verilen derslerin çoğu da (Online) çevrimiçi. Kısacası kurslarla “Yaratıcı” yazar yetiştiriyorlar. Katılım ücreti de öyle uçuk kaçık değil; cüz’i bir rakam. Hatta bunlardan diploma, sertifika verenleri bile var. Bütçe elverse insanın hepsine katılası geliyor. Öyle ilgi çekici ve cazip reklam yapılıyor ki bu eğitimlere katılmayanlar bir yönlerinin eksik kalacağını hissedip “zavallı!” yazarlıklarını sorgulamaya başlıyor. Bir nevi onaylanma, tasdik edilme, mektepli olma durumu.

Ama insan düşünmeden de edemiyor. Bir yazar eğitilebilir mi? Daha doğrusu eğitimle yazar olunur mu? Bu tür eğitimler yazara ne katar? Yeteneğin uzaktan eğitimle geliştirilmesi mümkün mü? Yani hiç kitap okumamış, hayatı içselleştirmemiş, çevresine duyarsız bir kişiliği bir iki çevrimiçi dersle eline kalem, kâğıt verip yazar yapabilir miyiz? Hem de sertifikalı.

Oysa en baştan şunu biliyoruz ki dünyada ve ülkemizde çok başarılı olmuş yazarların hemen hepsi alaylı. Elbette bazı sanat dalları için “eğitim şart” olabilir. Günümüzde resim, heykel, sinema gibi sanat dallarında en azından temel eğitimin alınması gibi… Tiyatro oyun yazarlığı da öyle. Ana hatlarıyla senaryo yazarlığının da çok fazla yetenek gerektirmediğine inanıyoruz. Çünkü bu tür eserlerin belli bir matematiksel çalışmayı gerektirdiğini biliyoruz.   Sonuçta öğrenilen bu kurallar da belli bir zaman sonra geçerliliğini yitirecektir. Ünlü yönetmenlerimizin birçok ödül almış filmlerinin senaryoları ne Amerikan ne de Fransız formatına benziyor, bildiğin bakkal defteri… Senaryonun formatı için bunları düşünürken işlenen içerik için aynı şeyi söylemek mümkün mü?

Evet, tiyatro öğrenilebilir, öğretilebilir ama roman, öykü, şiir? Elbette sergileme, kişileştirme, hazırlayıcı olaylar, çatışma noktaları bulma, doruğa hazırlık, doruk ve final gibi kurmaca eserlerde (Dramaturji) temel kavramlar öğretilebilir. Ama bir romanın ruhunu ancak sanatçı kişiliği ve ruhu olan yetenekli bir yazar verebilir. Öteki türlü şimdilerde özellikle sosyal medyada yer yer göze çarpan Frankenstain misâli kolu bacağı başka şekilde kurgulanmış edebi eserler (Roman, öykü, senaryo) ortalıkta gezinir. Her üç kişiden dördünün(?) yazar/şair olduğu ülkemizde bir yazar enflasyonunun yaşandığı aşikâr. Sosyal medya (Takipçi sayısı) reklamlarının bunda ne kadar payı olduğu tartışılır. Yani bir insan iyi bir yazar olmasa da takipçi sayısı sayesinde kendine bu platformda sağlam bir yer edinebilir. Ancak bir de meselenin başka bir yönü var. İnternetten veya matbu bir eserden çoğu intihal cümlelerle oluşturulan, içerisinde çoğunlukla otobiyografik öğeler barındıran imge, metafor ve betimlemeden yoksun kes yapıştır anlayışı ile sadece dramanın doruğuna kilitlenmiş eserlerden ortalık geçilmiyor. İşin kötü tarafı özgünlükten uzak bu eserler gemisini yürüten kaptan misali sosyal medyanın sınırsız teknolojisi ile estetize edilmiş gücü sayesinde sürekli karşımıza çıkıyor. Hele bir de bütün yaşamı rezidanslarla alışveriş merkezlerinin konforlu alanlarında geçen yeni neslin hayatı acımasızca domine ettiğini düşünürsek…

Diğer yaratıcı sanatlarda olduğu gibi edebiyatta da eser meydana getirmek kişinin hayal gücünü iyi kullanabilmesine, sıra dışı düşünebilmesine ve düşündüklerini kurgulayıp dilbilgisi kuralları ile ifade edebilmesine bağlı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi dijital dönüşüm ardından kimilerine göre insanlığın başına bela olacak olan bir de yapay zekâ meselesi var. Konuyu giriyorsunuz romanı size yazıveriyor. Ama adı üzerinde yapay…    

Şimdi kendimize sormamız gereken soru yazarlık eğitimine veya eğitimli yazara ihtiyaç olup olmadığı yahut eğitim almamış ama türünün en iyi örnekleri olan sayısız eserleri ülkemize ve dünyaya kazandırmış eğitimsiz yazar/şair/senaristlerin eserlerinde gördüğümüz eksikliklerdir. Bu durum şöyle bir ironiyle de anlatılabilir. Evinizde televizyon seyrediyorsunuz. Başka bir televizyon markasının reklamı yapılıyor. Reklamın replikleri klasik; işte şöyle net görüntü, bilmem böyle canlı renkler, ses o biçim… İzlerken adeta büyüleniyorsunuz. Ama yanılgı şu ki o görüntü, ses ve canlı renkleri sizlere ulaştıran halen izlediğiniz kendi eski televizyonunuzdur.

Yaşamı pamuk tarlarında ırgatlık, dükkânlarda tezgâhtarlık, gemilerde çımacılık, iç ve dış savaşlarda partizanlık, lokantalarda garsonluk, bulaşıkçılık, Afrika ormanlarında aslan avcılığı, Paris kahvelerinde uykusuzlukla geçmiş kişilerden iyi romancı çıkar. Böyle birikimlerden yoksun yazarlar ise ancak bir tek roman yazabilirler. İkincisini yazsalar bile bu ötekinin yinelenmesi olur diyor, Adalet Ağaoğlu 1977 yılında yazdığı bir değinisinde… 

Sonuç olarak yazarlığın, senaristliğin eğitiminde öğretilebilir kurallar olduğunu kabul etsek de bu kurallarla eğitilen ve birbirinin aynı düşünen yazarların birbirine benzer eserleri meydana getirmeleri de olası bir talihsizliktir. Öğretilebilir yazarlık, kurmaca eserlerde yazarları bir monotonluğa götürecek ve bu anlamda sanat/edebiyat gelişmeyecektir.