Günlüklerinde acılarının damla damla izi kalan Şair Nigar Hanım; Nigar binti Osman.
Rumeli Hisarı’ndaki Kayalar Mezarlığı’na merhabaya geldim. Anne ve babanın arasında uyuduğun kabir, ruhun gibi harap bitap haldeydi. Vasiyet ettiğin hanımellerini dikemedim. Toprağın güneşi özlemiş, çatık kaşlı, sert bakışlı yüzü henüz izin vermiyordu. Mor sümbül kokuları bıraktım sana.
Anacığımın hatırası ceviz sandığımdan, anneannemden kalan kenarları iğne oyası işli, biraz sararmış, incinmesin diye kullanmaya kıyamadığım mendilimi almıştım yanıma. Birkaç damla gözyaşını silebilmek için değdirdim mezar taşına.
Yaşam sürprizlerle hazırlıyor geleceği, sana sunulan en önemli fırsatlardan birisi Madam Garos’un yönettiği yatılı okula gönderilmek olmalı. Onun gölgesinde tiyatro ile tanışmak, o tarihlerde pek çok insan için hayal bile edilemezdi. Ufkunun açılmasında öğrendiğin diller gibi ne büyük bir katkı…
On üç yaşında evlendirilirken aniden yerinden kalkarak salona giren kırlangıçların peşinde koşan halini yüreğim burkularak hayal ettim. Kalkıp bir kahve aldım. Çok sayıda güftenden, hicazkâr makamında Tatyos Efendi’nin bestelediği ”mani oluyor halimi takrire hicabım” şarkısını Safiye Ayla’dan dinlerken gözlerim buğulanarak seninle birlikte söyledim.
Küçücük erkek kardeşini acı bir kaza ile kaybettiğinde başlamış şiirin ”mersiye’‘ olarak. Talihsiz evliliğini bitirmek zorunda kaldıktan sonra tutmaya başladığın günlüklerse dert ortağın olmuş:
‘’gel ey hem-demim, hem-nişinim, hem-rahim olan kalem.
Gel ey tesliyet-sazım kâğıt.
Gelin yine size tevdi-i elem edeyim…”
Eşin ve görümcenin kötülüklerinden ruhunu kurtarabilmek için çalabildiğin dar vakitlerinde dizelere sarılmışsın. Nesirde de güçlü kalemin belki romanlar yazacaktı. Ah, vefasız yaşam!
Altı yüzyıl boyunca divanlar, mesneviler ve pend-nameler olmak üzere pek çok edebi eserde kadın, erkek şairler tarafından hep kötü sıfatlarla nitelendirilmiş; eğitimine izin verilmemiş ve kapalı kapılar ardına mahkûm edilmiş. Sen Macar Osman Paşa’nın kızı olarak aslında şanslı gelmiştin dünyaya. Kadının bu nitelendirmelerde olduğu dönemde, şair olarak ortaya çıkabilmek, 1862’de doğan bir kadın için pek de kolay değildi. Elli kadar divan şairi kadından biri oldun; şiirlerin, yaşamın ne kadar acılarla dolu olsa da adını Türk edebiyat tarihine ”Efsus” adlı ilk şiir kitabı olan kadın olarak yazdırdın.‘‘Feryad” ın yurtdışında da büyük ses getirmiş:
”feryad ki feryadıma imdad edecek yok
efsûs ki gamden beni azad edecek yok
tesir-i muhabbetle yıkılmış güzel emma
virane dili bir daha bad edecek yok”
Nişantaşı’ndaki evinde her salı düzenlediğin ”Edebi Salonundan” kimler geldi, kimler geçti. Önemli konuklarından Abdülhak Şİnasi Hisar; ”O her zaman bana, renk renk bluzlarıyla, şiirin üniformasını giymiş ve yaşmaklı yüksek hotozlarıyla bir şiir tacını takmış görünürdü.” diye yazmış ardından.
Bir taraftan da tarihe tanıklık ediyordun, padişah ailesiyle samimiyetin ve onlara hayranlığın vardı. O zor şartlarında oğullarının eğitimine de destek olmuşlardı. Buna rağmen 1908’de meşrutiyetin ilanına çok sevinmiştin. Yeni hükümetin özellikle kızların eğitiminde önemli yollar açacağına inanıyordun.
Paris, Varşova, Prag’da prenslerce ağırlanmışsın, payitahtla Osmanlı paşası babandan beri yakın ilişkide olmuşsun. 1912’de Balkan Savaşları ile ne yazık ki kısıtlı bütçenle, halkın acılarına daha yakından tanıklık etmeye başlamışsın. “Hayatının Hikâyesi’nde” :”Yarab’bi! Bu cihan harbinin böyle sürüp gitmesi, bir delilik neticesi değilse şüphesiz ve emsalsiz bir cinayettir.” yazmışsın. Delilik ve cinayetler hız kesmeden devam ediyor Nigar binti Osman. Acımasızca…
Bir yandan yardım derneklerinde koştururken bir yandan da ”Vatan’‘ şiirinle topluma moral ve güç vermeye çalışmaktan da geri durmamışsın. ‘’hayatımın en güzel zamanı şiir yazdığım anlardır’’demişsin. Seni yürekten anlıyorum. Türkçeleştirilmiş bu samimi sıcak şiirini zaman zaman yeniden keyifle okuyorum.
Bir Daha Söyle
Biricik sevdiğin dünyada ben miyim şimdi?
Gerçekten ben miyim artık aşkının muhatabı?
Bütün o istek dolu yüreğinin derin duyguları
O ezeli düşkünlük, o sonsuz ilgiler
Benim mi şahsıma mahsus? Bir daha söyle.
O hüzünlü akla gelişlerin, o üzüntülerinin belli olmasının
Gerçekten esinleyeni (kadın) hep ben miyim, bugün söyle:
Duygulanmalarını, düşüncelerini bütünüyle söyle.
Getir şu kalbime dök varsa sevdiğim üzüntün
Seni inciten nedir? Bir daha söyle…
Son yıllarında günlüklerinde “Kaht ü Gala” ifadesini sıklıkla kullanır olmuşsun ne yazık ki. Süpürge tohumu, mısır, kepek, ot, arpa daha doğrusu ne bulunursa ondan yapılan vesika ekmeği ve ancak saltanattakilerce yenilen Enver Paşa pirinci denen bulgur, hasta midene dokunduğu için yarı aç yarı tok günler geçirmişsin. Midene tek iyi gelen şey olan pirinç talep başvurularına 1917 yılı sonlarında nihayet yanıt verilmiş, az da olsa gelen pirinç için; ”teessürüm müsait olsaydı sevincimden pirinci öpecektim” yazmışsın, gözyaşı damlalarının sözcükleri de ağlattığı günlüğüne.
Yalnızlık çokça çalmış kapını son zamanlarında“Gündüz arayanlar olmuşsa da her yer ve her şey gibi kapının çıngırağı da kırık olduğu için işitmedim.” diyorsun anı defterinin son sayfalarında.
1918 başlarında naif bedenin ve ruhun artık dayanamaz hale gelmiş ”ne olur hissetmeden bir gece sönüversem ”dizeleri dökülmüş defterine.
Son şiirinse “Salı Toplantıları” müdavimlerinden, Raif Necdet’in otuz üç yaşında ölen teyze oğlu M. Rauf için yazdığın mersiyen. Bu mersiyeyi yazdığında aynı mikrobu taşıdığının farkında olmaman ne acı! Hastanedeki son ziyaretçin Raif Necdet olmuş, M. Rauf gibi senin de kurtulamayacağını hissetmiş. Ona, M. Rauf’a yazdığım şiir benim son şiirimdir demişsin. Her dönemde salgın hastalıklar yüzünden kaybediyoruz değerlerimizi, şimdi de “Covid” büyük bir bela başımızda.
Yazma serüvenin için Raif Necdet ’’İki mersiye arasındadır’’ der.
‘’Ne olur hissetmeden bir gece sönüversem’’ dizelerinde olduğu gibi sönüvermişsin sessizce.
Nazan Bekiroğlu’nun ”Güftesi garplı bestesi şarklı” Şair Nigar Hanımı unutanlar olsa da şair kadınlar seni unutmuyor bilesin.