BERRİN KUPİK/BİLGELİĞE KAÇ ADIM

BİLGELİĞE KAÇ ADIM

Bilgeliğe dair adımları gelin birlikte irdeleyelim. Öncelikle, insanın gelebileceği en üst mertebe olan bilgeliğin kısaca tanımını yaparak başlayalım.

Bilge;  deneyimsel öz bilgi sahibi, kendini aşmış, etik ve iyilikle ilişkili olan, merhamet ve tarafsız yargılayabilen, çok şeyi bilen ve bildiğini de en iyi şekilde insanlık adına kullanabilen, iyi, ahlaklı, olgun ve örnek kişidir. Bu nitelikleri çoğaltmak mümkündür.

Bilge; duruşuyla, konuşmasıyla, dürüst düşünce ve davranışlarıyla öne çıkan insandır. Bilgelik, öğretilebilir bir şey değildir. Okulu gerçek hayattır ve tecrübeden alınan derslerle ortaya çıkar.  Bilgiye ulaşmak bilgelik demek değildir. Bilgiye ulaşmanın kolay olduğu bir çağda, bilgelik yolunda atılan bir adımdır ancak. Bilgelik; bilgiyi özümsemektir, bilginin ötesine geçmektir. Bilginin anlamına varmaktır. Zaman, emek, vicdan gerektirir. Bilgeliğin yolu kalbin, merhametin ve empatinin yolundan geçmektir. Bilgeliği, yaşadığımızda, gördüğümüzde ve duyduğumuzda fark edebiliriz.   

Mevlana’ nın bilgiyi, bilgeliğe dönüştürecek 18 öğüdünden birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

1-     Egoyla mücadele, Mesnevi’ nin dinle ile başlamasının sırrı

2-     İlahi irade, evrensel irade ve şahsi irade dengesi

3-     İyinin ve kötünün var olduğu nokta, iyilik yapmanın kuralları ve sınırları

4-     Aydınlanma, zorlu bir süreçtir; tırtılın kelebeğe dönüşmesine benzer

5-     Hamlıktan, olgunluğa giden süreç

Zaman  zaman hepimiz bilgelik özelliklerini taşırız.  Farkında olmadan yüce davranış ve düşünceler içerisinde olabiliyoruz ama birkaç yüce davranış ve düşünce bizi bilge düzeyine çıkarmaz elbette. Bilgelik yolunda minik bir aşama kaydetmiş oluruz ancak.

Aşağıdaki birkaç bilgelik tariflerinden acaba, bizler kendimizi hangi bilgelik vasıflarına daha yakın hissedebiliriz? Bilgeliği adlandırabileceğimiz, sayısız tanımlardan birkaç maddeyle sınırlayalım. 

Kendi kendine bilgi ve sürdürebilir eylemlerle problem çözme.  Buna; Albert Einstein’nın söylediği güzel bir sözü örnek vererek açıklamak isterim: “Zeki insan, problemi çözer. Bilge insan ise önleyendir.”

.Olumlu ve olumsuz durumlarda samimiyet.

. Etik görüşlerde çeşitlilik bilgisi ile değere dayalı tutarlı eylemlerde bulunmak.

. Doğrunun ve gerçeğin ayrımını en adil ve tarafsız bir şekilde yapabilmek.

. Kendinin ve başkalarının çıkarlarını en iyi şekilde dengeleyebilmek.

.Sezgisel anlayış; duygusal dünyasının geniş olması ve  empati yeteneğinin çok gelişmiş olması. 

.Negatif durumlarda, pozitif bir yan görebiliyor olmak ve kriz anlarını en olgun bir şekilde yönetebilme yeteneğine sahip olabilmek ve üst düzeyde muhakeme edebilme.

.Bilgi edinme ve bilgiyi en yararlı şekilde kullanma. Bilginin en doğrusunu öğrenme çabası. İdrak, görgü, sağduyu, deneyim, anlayış, kendini aşma.

.Erdemli, iyi ahlaklı, had bilme, yerinde ve zamanında yeterince konuşma.

Tabii,  bilgeliğe ulaşmış bir insanı bu kadarla sınırlayamayız.  Bu maddeleri çoğaltabilir ve de zaman zaman hatırlayarak kendimizi vicdan terazisine oturtup sorgulamalıyız. İnsani tutumlarımızın bazı yönlerini törpüleme ihtiyacı hissederiz. Kendimize uygulayacağımız bu aynalama yöntemi ile de zamanla bilgelik yolunda minik adımlarımızı sıklaştırabiliriz.

Kızılderililerin bilgelik düzeyindeki tarihte kayda geçmiş sözleri beni çok etkilemektedir. Çünkü doğallığın ve samimiyetin en saf haliyle söylenilmiş sözlerdir. Bunlardan size kısa kısa bahsetmek isterim. 1854 yılında, Kızılderililerin Şefi Seatte‘nın topraklarını satın almak isteyen Amerika başkanı Franklin Pierce’e yazdığı ve Sguamish Müzesi’nde korunan bu bilgelik örneği olan mektubunun bir kısmını paylaşmak isterim.

“ Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir. Şef Seattle her ne söylerse, Washington’daki Büyük Şef, ona güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir.

Washington’daki Büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza ihtiyacı olmadığını biliyoruz. Ama biz onun önerisini düşüneceğiz. Çünkü iyi biliyoruz ki eğer topraklarımızı satmazsak beyaz adam silahlarla gelip onu gene elimizden alabilir.

Ama biz bazı şeyleri anlamıyoruz. Gökyüzünü, toprağı, kayaların sıcaklığını nasıl olur da alıp satabilirsiniz? Bu düşünce bize garip geliyor! Eğer biz havanın tazeliğine ve suların pırıltılarına zaten sahip değilsek siz onları nasıl satın alabilirsiniz?

Bir zamanlar  insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgârda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kuru yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Biz bunları belki de “vahşi” olduğumuz için anlayamıyoruz! Bu dünyanın her parçası benim insanlarım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneyimin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır. Biz buna inanırız.

 Beyazlar için bu durum böyle değildir. Bir beyaz, öldükten sonra yıldızlar âlemine göç ettiği zaman, doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimiz ise bu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğuna inanır. Nasıl biz dünyanın bir parçası isek o da bizim parçamızdır. Güzel kokulu çiçekler, bizim kız kardeşlerimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşlerimizdir. Kayalık tepeler, ıslak çayırlardaki damarlar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insan; hepsi aynı ailedendir. Öyleyse, Washington’daki Büyük Şef, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş olur.

Büyük Şef bize rahatça yaşayabileceğimiz bir yer ayırdığını söylemiş. O bizim babamız ve biz de onun çocukları olacakmışız! Öyleyse topraklarımızı alma önerisini düşüneceğiz. Ama yine de bunun kolay olmayacağını itiraf ederim. Çünkü topraklar bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan pırıltılı sular, sadece su değildir.  Onlar bizim atalarımızın kanıdır. Eğer toprağı size satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlayınız ve bunu çocuklarınıza öğretiniz. Göllerin berrak sularındaki her yansıma, halkımızın yaşamından olaylar ve anılar anlatır. Suyun mırıltısı, babalarımızın babalarının sesidir. Susuzluğumuzu giderirler, kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler.

Bu toprakları size satarsak, bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarınıza öğretmeniz gerekecek. Biz nehirleri kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Eğer toprağımızı size satarsak, hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki nehirlere de aynı sevgiyi göstermelisiniz.

Kızılderili her zaman, ilerleyen beyaz adamın önünden geri çekilmiştir. Tıpkı dağlardaki sisin sabah güneşi önünden kaçması gibi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır. Mezarları kutsal topraklardır. Bu tepeler, ağaçlar dünyanın bu parçaları bize sunulmuştur.

Beyaz adamın bizim yollarımızı anlamadığını biliyoruz. Beyaz adam için toprağın her parçası diğeri ile aynıdır. O sadece geceleri bir hırsız gibi gelip topraktan ihtiyacı olanı alıp giden bir yabancıdır. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden bir farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Aldıklarının kendinden bir parça olduğunun bilincinde değildir. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değildir, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır. Dünya onun anası değil, düşmanıdır. Onu yendikçe ilerlemeye devam eder. Ve ilerlerken babalarının mezarını geride bırakır. Buna da hiç aldırmaz. Dünyayı çocuklardan uzaklaştırır. Buna da hiç aldırmaz. Babalarının mezarları da çocuklarının bu dünyadaki hakları da unutulmuştur.

Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpmaları duyulmaz. Biliyorum, bizim yollarımız sizinkinden farklı. Sizin kentlerinizin gürültüsü bile Kızılderili’nin gözlerine acı verir. Beyaz adamın kentlerinde sakin yer yoktur. Orada bahar gelince yaprakların açılışını veya böceklerin kanat seslerini dinleyecek yer yoktur. Ama bu belki de benim vahşi olduğumdandır. Çünkü takırtı bizim kulaklarımıza bir hakaret gibi gelir.

Ben Kızılderili’yim. Bunlardan başkasını anlayamam. Belki de bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan eğer ağaçtaki bir kuşun yalnız başına ağlayışını veya su birikintisi etrafında toplanmış tartışan kurbağaların ve doğanın seslerini dinleyemezse, yaşamın ne anlamı ve değeri kalır?”

Bilgeliğe verilebilecek en güzel örneklerden olan bu değerli mektup, çok uzun olduğu için son paragrafını da paylaşarak tamamlıyorum.

“Öyle ise toprağımızı alırsanız, onu bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onunla bizim ilgilendiğimiz gibi ilgileniniz. Anılarını da aynen saklayınız. Onu çocuklarınız için; bütün gücünüzle, bütün aklınızla ve bütün kalbinizle koruyunuz ve seviniz.

Göreceksiniz… Bütün bunlardan sonra, kardeş de olabiliriz.”

Hayatta mutlu olmanın yolu da bilgece yaklaşımlardır. İyi düşünmek ve iyi davranmak, vicdan terazisini doğru tartmak gibi…  Ön yargıdan uzak,  adil yargılamak gibi yüce davranışların verdiği huzur dolu yaklaşımların neticesidir. İnsanlığa karşı, hayvanlara ve doğaya karşı olumsuz bir vicdani yükün altında kalmamak, mutlu ve huzurlu olmanın yoludur. Bugün yaşadıklarımız, yarın yaşayacaklarımıza hazırlık içindir.

Sezgisel güçler ile evrensel akılcılığın ve en üst düzeydeki insancıllığın birleşimiyle ortaya çıkan bilgeliği anlatmaya ve yazmaya kelimeler yetmez. Üzerine söylenecek çok ama çok şey var. Acaba, bizler bilerek ya da bilmeyerek bilgelik yolunda ne kadar adım atmışız? Bilgeliğe ne kadar yakınız veya ne kadar uzağız? Bilge insan bilincine ne kadar sahibiz?

Aristoteles; bilgeliğin bir yönüyle aşırılıklar arasındaki denge ve ılımlılık, diğer yönüyle de iyi bir yaşama ulaşma yolundaki kilit unsur olduğunu söyler.

Romalı filozof ve devlet insanı Cicero ise bilgeliğin; akıl ve doğanın düzeniyle uyumlu bir zihin alışkanlığı olduğunu dile getirdi.

Her ne kadar bilge olmasak da bilge olma yolundaki atacağımız minik adımlarımız kendimiz ve insanlık adına atacağımız çok büyük adımlardır.