MERYEM GÖKTÜRK/DELEUZE’ÜN YAKLAŞIMI İLE MANİYERİZM VE RESİMSEL OLGU

DELEUZE’ÜN YAKLAŞIMI İLE MANİYERİZM VE RESİMSEL OLGU

Maniyerizm (1520-1580) tarihsel bir sanat dönemi olmanın yanı sıra; günümüze kadar etkisini sürdüren ve modern, postmodern ve avangard sanatla ortak yönleri olan bir “izm” olmasıyla sanat akımı olarak da düşünülebilir. Maniyerizm sanat tarihçileri arasında da tartışmalı bir konu olmuştur. Sanatsal yaratıcılığın, bir dönem sanatçıları arasında paylaşılan bir tutum olarak ve belirgin bir etki yaratarak belki ilk kez ortaya çıktığı, gündeme geldiği bu dönem; bence sanatı derinden düşünmek için oldukça elverişlidir.

Maniyerizm, Yüksek Rönesans ve Barok arasındaki dönemdir. Bu dönem, üslup bütünlüğü taşımayışıyla, barındırdığı çoğullukla ve sanatta deformasyona bilinçli olarak yönelişle dikkat çeker. “Maniyerizm” terimi, ilk ortaya çıktığında ifade ettiği beğeni karışıklığıyla olumsuz çağrışımlar barındırıyordu. Ancak ünlü sanat tarihçi Giorgio Vasari (1511-1574), terimin kökeninde yer alan maniera’yı “üslup” gibi sanatsal bireyselliği ifade eden, olumlu bir anlamda kullandı. Maniyerizm, taşıdığı derinlik ve yorum çeşitliliğiyle sanat tarihinde, sosyolojisinde ve felsefesinde yoğun tartışmalarla ele alınan ve dikkat çeken bir dönem olmuştur; çünkü Maniyerizm sanatta kaosun etkili olduğu bir geçiş ve dönüşüm dönemidir.

Maniyerizm, Rönesans’ın başardığı uyumun gerçek dışı hale geldiği mekânsal mantık ve birliğin sonu ile de karakterize edilir. Perspektif ve orantı kurallarının yerini farklı mekânsal değerler ve hareket olanakları alır. Soyut ilişkiler önem kazanarak bir sürrealist tabloyu ya da Joyce’un romanlarındaki montaj tekniğini anımsatır. Perspektif, her şeyin birbirine göre boyutunu bilimsel bir şekilde belirler; bu aynı zamanda her bir öğenin öneminin belirlenmesi anlamına gelir. Maniyerizm perspektife direnir, başka bir mantık arar.

Örneğin Parmigianino’nun ‘Uzun Boyunlu Madonna’ tablosu; fazlaca iri bebek İsa’nın Meryem’in kucağından düşecek gibi oluşu, figürlerin kompozisyonda dengesiz dağılımı, bilinçli olarak tercih edilen deformasyon ve bozuk perspektif ile Maniyerist anlayışı oryaya koymaktadır.

Aynı zamanda bir mantık düşünürü olan Gilles Deleuze (1925-1995) de Maniyerizm üzerine düşünenler arasındadır. Ona göre “resimsel olgu” temelde “maniyerist”tir. Batı sanatında hedeflenen denge ve uyumun Yüksek Rönesans’ta elde edilmesiyle birlikte, sanatta farklılık arayışları gündeme gelmiştir. Deleuze’e göre Maniyerizm, Rönesans’ın uyum ve dengede ulaştığı zirveye direnen, onu bir klişe olarak algılayan, modern tutumuyla sanatta erken bir “felakettir” (catastrophe); sanat bu dönemde kaosla karşılaşmıştır, kaos sanata girmiştir. Deleuze’e göre bu durum, sanatta temsille yaratıcı eylem arasında yaşanan ilk belirgin gerilimdir. Maniyerizm ile sanat, bir şeyin resmi ya da temsili olarak değil, kendi sanatsal gerçekliğiyle ortaya çıkar.

Deleuze, Michelangelo ile başlayan Maniyerizm’i resimsel olgunun ortaya çıkışı ve ressamın statüsünün değişmesiyle ilişkilendirir. Ressam kendisinden bekleneni üreten, temsil eden bir zanaatkâr olmaktan çıkıp bilinçli olarak deforme edebilen ve kendi ifadesinin peşinde koşan bir sanatçıya dönüşür.  Yaratıcılık, sanatçının diğer insanların kendisinden beklentisini aşarak kendisinin zorunluluk olarak gördüğünü yapmasıdır. Burada bahsedilen, aynı zamanda sanatın klişeye karşı direnmesidir.

Resimsel olgu, Deleuze’ün 1981 yılında verdiği ve yakın zamanda İngilizce olarak kitaplaştırılan resim seminerlerinin ana temasıdır. Deleuze, ressam Francis Bacon (1909-1992) ve Michelangelo’nun resimlerinin benzerliği üzerinde durur; ikisi de formlardan ziyade kuvvetlerin resmini yapar. Kuvvetin resmini yapmak görünenin değil, görünmeyenin resmini yapmaktır; Klee’nin deyişiyle “görünür kılmaktır”. Deleuze’e göre “ressamın amacı, resimsel olguyu ortaya çıkarmak, yani bir hikâye anlatmayan, bir şeyi temsil etmeyen ya da bir illüstrasyon olmayan sanatsal yaratımda bulunmaktır. Diğer bir deyişle resmin, resme özgü bir olgu olarak resme özgü bir zorunluluk olarak ortaya çıkarak verili olanla ve klişeyle mücadele etmesidir.

Michelangelo’nun sanatı “güzel” olanı değil, ifadeyi ön plana alan ilk belirgin sanatsal tutumdur (Hauser, 1992, s.105). Michelangelo, sanatının kendisinin sonradan deforme edeceği Yüksek Rönesans’ı yani, uyum ve dengenin en üst düzeyini de kapsaması ile dikkat çeken bir sanatçıdır.  Michelangelo sanatta yakaladığı zirvenin ardından, kendi sanatını bir klişeye dönüştürüp kaos yaratmasıyla büyük bir sanatçıdır. Hem en üst seviyeyi oluşturan hem de onu yıkabilen bir sanatçı olmasıyla bence sanatın gerçek anlamını bize duyurur. Bu anlamda Michelangelo’nun pek çok çağdaş sanatçıdan daha çağdaş olduğunu düşünüyorum; çünkü sanatıyla gösterdiği direnç yalnızca kendinden öncesine değil, aynı zamanda kendisine yöneliktir. Bu durum bize sanatın sadece topluma yönelik değil, aynı zamanda kendi içinde bir hareket olduğunu gösterir.

Michalengelo ve Francis Bacon’un Çömelen Adamları

Michelangelo, henüz sanatta “yeniliğin”, “direncin” “yaratıcılığın” beklenmediği ya da en azından bu beklentinin ifade edilmediği bir dönemde, bu gereksinimi, bu sanatsal zorunluluğu kendi sezgileriyle duyuyordu, biliyordu. Michelangelo bu gücüyle Deleuze’un bir diğer gözdesi olan Francis Bacon’un çağdaş sanatına ilham olabiliyordu. Michelangelo’nun “Çömelen Adam” heykeli Bacon’un pek çok çömelme resmine ilham olmuştur. Deleuze “Duyumsamanın Mantığı” adlı eserinde Bacon’un resmini ele alır ve onun resminde formun ötesine geçen resimsel olguyu ortaya koyar.

Deleuze önermelerle düşünmenin ötesindeki düşünmeyle ilgilidir. Deleuze’ün resimsel olgunun ardında olmasını,  bu tutumla bağlantılı olarak yorumluyorum. Resimsel olgu resimde sözel ya da dilsel olmayanı salt resimsel olanı düşündürür. Soyut sanatı da içeren ancak bununla sınırlı olmayan kaos, sanatın önermesel olmayana yönelik arayışıyla uyumlu görünüyor.

Maniyerizm, resimsel olgunun, sanatçının ve yaratıcı eylemin bilinçle ortaya çıktığı, sanatın bir amaç haline geldiği ve modern sanatın ilk tohumlarının atıldığı dönem olarak karşımıza çıkar. Maniyerist sanat, Rönesans’ın perspektifine, dengesine ve uyumuna direnirken temsil etme ve ifade etme arasındaki gerilimi de ortaya koyar. Dönemin aynı zamanda Deleuze’ün kavramsallaştırdığı şekilde sanatta ve yaratıcı eylemde kaosla karakterize edilmesi tesadüf değildir. Her yaratıcı eylemde, Maniyerizm’de olduğu gibi bir kaos unsuru vardır.

(Bana Maniyerizm’in anlamını duyuran annem sanat tarihçisi ve ressam Umran Göktürk’e teşekkür ederim.)