1580’den başlayan bir yolculuk…
“Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir rastlantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler, yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar o kadar derinden uyuşmuş, karışmış kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim sanıyorum: “Çünkü o, o idi; ben de bendim.” Michel de Montaigne
Hiç kuşkusuz, çoğumuzun başucu kitaplarından birisidir “Denemeler”. Bazılarımızın ise elinden bir türlü bırakamadığı… Benim de tekrar tekrar okumaktan keyif aldığım bir kitap olan “Denemeler” bundan 443 yıl önce okura seslendi. Yakından ele alalım hem “Denemeler”i hem de onu kaleme alarak tarihe adını yazdıran Michel de Montaigne’yi.
Montaigne’nin Yaşadığı Şato
Kimdir bu Montaigne?
Michel de Montaigne; 28 Şubat 1533’te Bordeaux’ta babasının sahip olduğu Montaigne şatosunda varlıklı ve soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir Eğitimci Horstanus’tan Latince öğrenir. 6 yaşındayken Fransa’nın en iyi kolejlerinden birisi olan Guyenne Koleji’nde eğitim görür. Montaigne, eğitim süresince Yunan ve Latin dilleri ve edebiyatını öğrenir. 1554 yılında babasının Bordeaux’ta belediye başkanı olmasının ardından Montaigne’nin de Paris yolcukları başlar. Montaigne, 1557 yılında Bordeaux Parlemontosu’na üye olarak girer. “Yaşamlar” isimli eseri Fransızca’ya çevirmesiyle yazı dünyasına girmeye başlar. 1571 yılında kütüphanesine çekilerek kitaplara yoğunlaşan Michel de Montaigne, “Denemeler”i 1572 yılında yazmaya başlar. 1580 yılında 2 cilt olarak basılan “Denemeler” Paris kralının da beğenisini kazanır. Klasik kuşkuculuğu gündeme getiren Montaigne’nin “Denemeler”i hakkında Fransız yazar ve eleştirmen Ferdinand Brunetière’nın, “Montaigne’i sevmek; kişinin kendini sevmesi, kendini her şeye tercih edebilmesi demektir. Onu sevmek sadece hakikati değil, dürüstlüğün ve ödev duygusunun kişinin kendinden yana olmasıdır.” ifadeleri hep aklıma gelir.
Michel de Montaigne’nin adıyla bütünleşen “Denemeler”i inceleyelim. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in de Klasikler Dizisi’nde kendini gösteren “Denemeler” 107 denemeden oluşur.
“Denemeler” den bahsederken mutluluk, mutsuzluk ve içsel varlığı da kaleme alan bölümü de atlamayalım. Sadece modern çağın değil, insanoğlunun çağlardan beri sorduğu ve cevap aradığı “mutluluk” kavramını inceleyen Michel de Montaigne:
“Zenginlik bizlere kötülük de iyilik de getirmez. Sadece bize her ikisi için malzeme sunar. Ondan daha kuvvetli olan ruhumuz malzemeyi dilediği şekilde kullanır. Mutlu veya mutsuz oluşun sorumluluğu insanın kendisindendir. Dışsal varlığımız özünü, tadını ve rengini içsel varlığımızdan sağlar. Bu üstümüzdeki giysilerin bizi kendi sıcaklıkları ile değil, kendi sıcaklığımızla ısıtmalarına benzer. Yaptıkları onu muhafaza edip beslemektir sadece. Onları soğuk bir bedene giydirseniz, bu defa soğuğu korur ve beslerler. Tıpkı kar ve buz gibi. Hiçbir şey tek başına ne o kadar üzücü ne de o kadar zordur. Ona bu niteliği bahşeden bizim kendi zayıflığımız ve uyuşukluğumuzdur. Büyük ve yüksek şeyleri görebilmek için onların ölçüsünde ruha sahip olabilmek gerekir; aksi halde kendi çamurumuza rastlarız onlarda. Doğru bir kürek, suya daldırılğında düz değil eğri görünür. Mühim olan bir şeyin sadece görülmesinde değildir, nasıl görüldüğü de önemlidir.”
diyerek anlatır.
“İnsanlar zırdeli, daha bir tırtılı nasıl yaratacaklarını bilmezken binlerce tanrı yaratmışlar!” sözünden yola çıkarak klasikler arasına giren ve deneme türünü ortaya çıkaran Montaigne, tüm dünyayı etkisi altına alır.
1580 yılında yayınlanan “Denemeler” peki, neden hala ilk günkü sıcaklığını koruyor? Belki de sormamız gereken soru bu. Tabii, onu özel kılan nedenlerden birisi sadece yeni bir tür yaratmak değil, 1 Mart 1580 yılında okuyucuya seslenen Montaigne’nin şu sözleri dünyaya damga vurmuş olabilir:
“Bu kitapta yalana yer yok. Şunu en başta söyleyeyim ki burada yakınlarım ve benliğim dışında hiçbir amaç edinmedim. Sana hizmet etmek ya da kendimi meşhur etmek gibi bir niyetim de yok; zaten bu yönde bir amaç uğruna harcayacak gücüm de yok. Bu kitabı, çevremdekiler için bir kolaylık olsun diye kaleme aldım. Beni kaybettiklerinde (ki bu zaman yakındır) hakkımda bilinenler daha detaylı olsun istedim. Eğer kendimi başkalarına hayran etmek niyetim olsaydı; titizlenir ve en şatafatlı halimle ortaya çıkardım. Yazarken anlaşılır, sade, doğal ve her zamanki gündelik halimle özentisiz görünmeyi tercih ederim. Çünkü ben şahsımı olduğu gibi kaleme alıyorum. Uzun lafın kısası, okuyucu, ben kitabımın ta kendisiyim.”
Ne kadar açıkça anlatıyor kendini, günümüzün koşullarından çok çok uzakta. Oysaki şimdi herkes böbürlenmenin peşinde. Öyle ki herkes yazar, herkes şair, herkes sanatçı, herkes her şeyi biliyor. Kısacası herkes mükemmel. Daha doğrusu herkes kendini mükemmel sanıyor. En çok da şunu anlamıyorum: Kim iki satır bir şeyler karaladıysa bastırıyor parayı yayınevine kitap çıkarıyor. Sonrasında da adı yazar oluyor. Aynı durum şiir içinde geçerli. Ne bir söz sanatı ne bir anlam olmadan adına şiir dedikleri kelimeleri de kitaplaştırıyorlar, sonra onlar da şair oluyor. Bu işe gerçekten gönlünü verenler, çabalayanlar adına üzülüyorum. “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil!” paradoksun içinde kayboluyorum.
Ölümünün üzerinden 433 yıl geçmesine rağmen hala konuşulan ve tartışılan Michel de Montaigne’yi anarken Montaige gibi yazarların çoğalmasını temenni ediyorum.