ULUSAL MİMARLIK AKIMININ ÖNCÜLERİ
MİMAR KEMALETTİN VE VEDAT TEK
Cumhuriyet’in kendi millî mimarisini yaratıp Türk mimarisine rönesans dönemi yaşatan bu iki mimar Ulusal Mimari Akımı’nı başlatmışlardır. Bu değerli şahsiyetler, Osmanlı’nın son döneminde kurulan mühendislik okullarından yetişmişler, Avrupa’da ihtisas yapmışlar, yurda döndüklerinde de o zamana kadar Türkler arasında pek görülmeyen kendi sivil mimarlık ofislerini açmışlardır. O kadar değerlilerdi ki hem Osmanlı hem İttihatçılar hem de Cumhuriyet nezdinde değer görmüşler, önemli görevlere getirilmişlerdir. Aynı zamanda yetiştikleri okullarda hocalık yapmışlardır. Osmanlı ve Selçuklu’dan aldıkları mirası Avrupa’da gördükleriyle birleştirip ülkemizin modern ulusal mimarlığı ve mühendisliği için çığır açıcı olmuşlardır.
Ulusal Mimari Akımı’ndan biraz bahsetmek gerekiyor. Bu akım eski mimari anlayışını modern yapılar üzerinde de sürdürmek ve Avrupaî olarak yeniden yorumlamak şeklinde tanımlayabiliriz. Bu tarzın İttihatçılarla birlikte başladığı ve o dönemde Ziya Gökalp ile başlayan milliyetçilik anlayışından etkilenerek ortaya çıktığı söylenir. Aslında bu tarzın ilk örneklerini Sanayi-i Nefise’nin ilk hocalarından biri olan İtalyan mimar Mongeri vermiştir. Mimar Kemalettin ve Vedat Tek onun öğrencileridir. Bu da onların hocalarından etkilendiklerini gösterir. Bu anlayış II. Meşrutiyet’in ilanından 1930’lara kadar devam etti. Özellikle yeni başkentin inşası bu anlayışın ürünleriyle gerçekleşti. En önemli yapılarını Türk mimarlar yaptı. Daha sonra bu anlayış Osmanlı ve Selçuklu taklitçisi denilerek, ekonomik değil denilerek terk edilecek, Hitler’den kaçan mimarların da üniversitelere alınmasıyla Batılı mimarlara daha fazla yer verilecek ve daha basit, daha hızlı inşa edilen yapılara geçilecekti. Çünkü Cumhuriyet yenilik demekti. Eskiyi taklit değil moderni denemek gerekiyordu. Özellikle Atatürk’ün Batı’dan mimarları davet ettiği söyleniyordu.
Birinci Ulusal Mimarlık Akımı, Osmanlı’nın son döneminde başladığı ve yine bu dönemin mimarlarıyla icra edildiği için gelenekçi bir yaklaşımı vardı. Klasik yapıları yeniden ele alıyordu. Osmanlı yapıları gibi anıtsal ve görkemli yapılardı. Süslemeler, vitraylar, renkli çiniler, mermer sütunlar, simetrik desenler, kubbe ve kemerler klasik tarzın aynen korunduğunu gösteriyordu. Bu nedenle büyük eleştiri alıyordu. Mongeri’nin 1929’da Ankara’da tasarladığı İş Bankası binası ve Mimar Kemalettin’in Cumhuriyet’ten önce Laleli’de inşa ettiği Tayyare Apartmanları bu tarzın en tipik örneklerinden biridir.
Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın anlayışıyla eser veren başka mimarlarımız da vardı.
Ali Talat Bey, Zeki Sayar, Ankara Garı’nın mimarı Şekip Akalın, ilk mimarlık dergisi olan Arkitekt’in kurucusu Abidin Mortaş, Beşiktaş Spor Kulübü’nün başkanlarından ve ilk tarihi çizgi romancılarımızdan kabul edilen Abdullah Ziya Kozanoğlu, Atatürk’ün mimarı olarak bilinen ve ilk sosyal konut örneklerinden olan Zonguldak işçi sitelerinin mimarı Seyfi Nasih Arkan dönemin bilinen değerli Türk mimarlarıdır.
İkinci Ulusal Mimari Akımı ise 1930’lardan 1950’lere kadar Batılı tarzda mimarlarca sürdürülen bir anlayıştı. Bu akımda değerli Türk mimarlar da yetişmişti. Modern anlayışa sahip oldukları için eskiye ait kalıpları rahatlıkla kullanabiliyorlardı. Bu dönemin en önemli katkısı, klasik Türk ahşap evlerinin yaklaşımının modern mimariye eklemlenmesi olmuştu. Bu akım zaten Sedat Hakkı Eldem’in Anadolu mimarisine dikkat çekmesi üzerine çıkmıştı. Özellikle onun Türk Pavyonu projesi akımı hızlandırmıştı. Atatürk için yaptığı Yalova Termal Oteli projesi bu tarzın en belirgin yapısıdır. Bu anlayış daha çok devletin kompleksini yansıtıyordu. Daha sade, daha kullanışlı, yapımı kısa süren, betonarme ağırlıklı kışla tarzı binalardı. Akademik öğretiler ve modern teknikler üzerine şekillenmişti. Çıplak beton, dik yapı, simetrik pencereler ve saçaklar herkesçe anlaşılabilen özelliklerdi. Bu dönemin diğer önemli mimarı Emin Onat’tır. Onun Anıtkabir projesi tam bir zirvedir. Yarışmada birinci seçilmiştir. Neredeyse Ata’sı için açılan kabir yarışmasına bir Türk mimar olarak katılamayacaktı. Yabancı mimarların tasarımları kabul edilecekti sadece. O dönem yapılan eleştiriler ve protestolar üzerine Türk mimarlar da yarışmaya katılabildiler ve nitekim bu Türk mimarın eseri kazandı. Bu tasarım geçmişten beri biriktirdiğimiz ve edindiğimiz bütün tecrübeleri ve yeni yaklaşımları içeren bir proje oldu. Yine Çanakkale Şehitler Anıtı da bu anlayışla eser veren mimarların yapmış olduğu zirve bir yapıdır.
İkinci Ulusal Mimarlık döneminde hükümetin davetiyle gelmiş yukarıda bahsettiğimiz yabancı mimarlar vardı. İlk iş olarak Hermann Jansen’e Ankara’nın şehir planı çizdirilmişti. Bu planın en önemli özelliği, Gençlik Parkı gibi yeşil alanların düşünülmüş olmasıdır. Diğer bir özellik ise motorlu taşıtların da hesaba katılıp ona göre yolların planlanmasıydı. Diğer yabancı önemli mimar Holzmeister’di. Çankaya’daki Pembe Köşk’ü, günümüzde kullanılan birçok bakanlık binasını ve şimdiki TBMM binasını tasarlamıştı. Bu görev ona bizzat Atatürk tarafından verilmişti. Bina ancak 1961’de bitirilebildi. Yine Güvenpark’taki anıtı ve meydanı da o tasarlamıştı. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi ve Atatürk’ün katafalkını çizen Alman mimar Bruno Taut da bu dönemdeki yabancı mimarlardan. Yine İsviçreli mimar Egli’ye Gazi Osman Çiftliği ve Gazi Erkek Lisesi projeleri yaptırılmıştı. Gazi Lisesi’nin ayrı bir önemi vardır Ankara için. Bu okul Atatürk tarafından 1932’de tamamen Avrupai tarzda İngilizce eğitim veren modern bir lise olarak kurulmuştu. 1936’da eğitime başlayan bu okulda Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç hem öğretmenlik hem de müdürlük yapmıştır. Öğretmenleri arasında Arif Nihat Asya ve Cahit Külebi değerli yazarlar yer alıyor. Okul bugün Anadolu lisesi olarak hizmet vermeye devam ediyor. Okulun web sitesindeki tarihçeye göre bu okulda öğrenim görenler arasında bakın kimler var: Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday, Oktay Rifat Horozcu, Ceyhun Atuf Kansu, İsmet Özel, Oğuz Atay gibi yazar ve şairler; Erdal İnönü, Murat Karaylçın, Namık Kemal Zeybek gibi siyasetçiler ve tarihçilerin kutbu Halil İnalcık Hoca öğrenim görmüştür.
Ulusal Mimarlık Akımı’nın öncü mimarlarını ve eserlerini ayrı ayrı ele almak gerekiyor. Mimar Kemalettin Bey (1870–1927)’i 20 liranın arkasındaki resminden herkes tanıyor olmalı. Onu paranın arkasına koyacak kadar değerli kılan şey ise milli mimariye verdiği önemdir. Diğer bir neden; 1920’li yıllarda Mescid-i Aksa’nın restorasyonunu planlaması ve yürütmesidir. Kemalettin Bey, Osmanlı’nın Hendese okullarından yetişiyor. Geri kalmanın anlaşılmasıyla birlikte açılan bu okullar Avrupa modernizmini temel almış okullardı. Bu okullarda Alman ve İtalyan mühendisler tarafından ders veriliyordu. Zaten son dönemde sivil mimarinin gelişmesi için vilayet kanunları çıkmaya başlamıştı. Bu sivil mimari levanten mimarların öncülüğünde ilerliyordu. Bu yabancı mimarlar Avrupa mühendisliği üzerinden ilerliyorlardı. Bizim mimarlarımızı da doğrusu yetiştiren bunlardı. Bunlar arasında yer alan Jachmund ve Vallaury önemlidir. Bu isimler mimaride neo-klasik bir tavrı esas almışlardı. Örneğin; Jachmund’un Mimar Kemalettin üzerinde büyük bir etkisi vardır. Onu başta Almanya ve Viyana olmak üzere yurtdışına gönderen Jachmund’tu. Jachmund, Sirkeci Garı ile büyük bir üne sahipti Osmanlı nezdinde. 2. Abdülhamit’in de dikkatini çekmişti. Padişah onu Sanayi-i Nefise Mektebi’ne akademisyen olarak davet etmişti. Bu okulda yirmi yıldan fazla profesörlük yapacak ve mimarlık bölümünün kurucusu olacaktı. Bu okulun önemi çok büyüktür. 2. Abdülhamit, bu okulu Osmanlı arkeolojisinin kurucusu Osman Hamdi Bey’e kurduruyor. Osman Hamdi Bey, sanat tarihimizin deha şahsiyetlerinden biri. Anadolu’da ilk kez kazılar yaptırıp birçok lahdi ve heykeli Arkeoloji Müzesi’nde korumaya alıyor. Kanun çıkartarak tarihi eserlerin kaçırılmasını engelliyor. Bu çalışmaları nedeniyle ilk arkeoloğumuz olarak kabul edilir. Onun ressamlığını zaten bütün dünya biliyor. Ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi, Kur’an Okuyan Kız, Mihrap, Cami Önündeki Kadınlar ve Mimozalı Kadın tabloları hala eşsiz örnekler olarak dünya müzelerinde sergilenmektedir. Osman Hamdi Bey, sanatla ilgisinden dolayı Fransa’yı örnek alarak güzel sanatları içeren bir eğitim modeli düşüncesinde. Resim, heykel gibi dersler de olsun istiyor. Sultan Abdülhamit’in sanata olan düşkünlüğü bilinmekteydi. Osman Hamdi Bey’e kurdurması tesadüf değildir. Sultan’ın resme olan ilgisini bilmeyen yoktur. Sarayına İtalyan ressam Zonaro’yu getirmişti mesela. Yine Sultan’ın İtalyan müziğine olan ilgisi de bilinen bir olaydı. Yıldız Sarayı Tiyatro’sunu kurdurmuştu. Burada bazen Sultan’ın bizzat sansürüne maruz kalsalar da saray orkestrası konser veriyor, operalar icra ediliyor ve oyunlar oynanıyordu. Sultan’ın bu denli plastik sanatlara ilgi duyması ve yine kendi döneminde modern binalar yaptırması muhtemelen Sultan Abdülaziz’le çıktığı Avrupa Seyahati’nden kaynaklanıyordu. Sanayi-i Nefise Mektebi yani Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kurulması ve burada plastik sanatlara önem verilmesinin cevabı burada aranabilir. Bu okulun binasını yukarıda bahsettiğimiz ünlü Fransız mimar Vallaury’e inşa ettiriyor. Ünlü Pera Palas binası ve şu an Cumhurbaşkanı ofisi olarak kullanılan Vahdettin Köşkü de onun eseridir. Orhan Veli’nin İstanbul’u dinlediği yerin bu köşkün bahçesi olduğu iddia edilir. Bu mimar İstanbul’da birçok devlet binası ve yalı inşa etmiştir.
Mimar Kemalettin, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra Evkaf Nezareti’nde baş mimarlığına getirilmiştir. Burası, Mimar Kemalettin Okulu gibi işlev görmüştür. Sultan Reşat, sağlığında türbesini Mimar Kemalettin Bey’e inşa ettirmiştir. Mescid-i Aksa gibi restore ettiği birçok cami vardır: Ayasofya, Fatih, Sultan Ahmet ve Yeni Camii restorasyonları onun değerini artıran önemli işleridir. “Fenni Mimari” adlı bir eser de yazmıştır Kemalettin Bey. Kitapta, mimaride yapı güzelliği, yapı dayanıklılığı ve yapı kullanışlılığı gibi olmazsa olmaz amaçları ortaya koymuştur.
Daha önce Halit Ziya Uşaklıgil yazımda bahsettiğim Vedat Tek’i (1873-1942)’i Sultan Reşat’ın baş mimarlığından hatırlıyoruz. Bu görevi sırasında başta Dolmabahçe Sarayı olmak üzere birçok sarayın yenileme çalışmalarında bulunmuştur. Yaptığı birçok türbe ve camii projeleri vardır. Sarayda beraber çalıştığı Halid Ziya Bey için de ev yapmıştı. İstanbul’da bugün bile şaheser olarak seyrine doyum olmayan birçok yapı imar etmiştir. Öncelikle Nişantaşı’nda kendisi için tasarladığı “Vedat Tek Evi” dış mimarisi, çinileri ve iç süslemeleriyle görülmeye değer nadide bir eserdir. O dönem bu yapı o kadar ünlenmiştir ki Sultan Reşat’ın bu evi görmek için sarayından çıktığı söylenmişti. Bundan önce sadece Vallaury’nin Beyoğlu’nda yaptığı ünlü “Tokatlıyan Oteli” için sarayından Sultan Abdülhamit çıkmıştı. Pera Palas Oteli gibi Tokatlıyan Oteli’ni de yapan yine Vallaury’dir. İstiklal Caddesi’nin üzerinde yer alan bu otel 1900’lü yılların ünlü paşalarının, devlet adamlarının, edebiyatçılarının; levantenlerin ve yabancı konukların mutlaka uğradığı bir yerdi. Hafiyeler ve casuslar bile burada mesailerini harcarlardı. Pera Palas’a rakip tek oteldi. İstanbul’da ilk elektrikli asansör ve kalorifer tesisatı burada kurulmuştu. Paris’ten kalkıp İstanbul’a kadar gelen Şark Ekspresi’nin yolcuları sadece Pera Palas’ta değil burada da kalıyordu. Yahya Kemal, Enver Paşa, Mustafa Kemal ve Agatha Christie gibi değerli şahsiyetleri ağırlamıştı bu otel. Devrin ünlü şahsiyetlerini ağırlama konusunda Pera Palas’tan hiç aşağı kalmazdı. Hatta Agatha Christie’nin “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanındaki otelin Pera Palas değil Tokatlıyan Oteli olduğu iddia edilmektedir. Tokatlıyan Oteli, çok uzun zaman iş hanı olarak kullanıldı. Bugün Ermeni bir vakfa ait. Pandemiden önce Paris merkezli bir mağaza zincirinin oteli almak istediği yazılmıştı. Bakımsız ve kaderine terk edildiği haberleri çıkmaktaydı. Son yıllarda küratörler tarafından fark edilmiş, bakımsız dükkanları kiralanarak sergi ve sanat atölyeleri kurulmaya başlanmıştır.
Vedat Tek, Galatasaray Lisesi’nde okumuş ardından Paris’e eğitim görmeye gitmiştir. İstanbul’a döndükten sonra kendi sivil mimarlık ofisini açar. 1900’lü yılların başında Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başlar. Bu sırada Büyük Postane binasını inşa eder ve bu yapı ona büyük bir ün kazandırır. O zamanlar mimarlar, mühendis gibi binaların inşalarını da yapmaktadırlar. Aynı şeydir aslında. Çünkü eğitimlerini mühendislik okullarında almışlardır. Kendisi de zaten Paris’ten döndükten sonra Sanayi-i Nefise’de mühendislik/mimarlık eğitimi vermek için öğretmenliğe başlar. II.Abdülhamit için yaptırılan “İzmit Saat Kulesi”ni bu sıralarda tasarlar. Bu saat kulesi onun Avrupa’dan hiç de aşağı kalmadığını gösterir niteliktedir. “Kastamonu Vilayet Binası” bu sıralarda yine ona yaptırtılmıştı. Yine bu yapı Avrupa mimarisiyle klasik Osmanlı tarzının kompozisyonundan oluşmaktaydı. Bu konak ve kule ile birlikte Vedat Bey’in anıt ve meydan tasarımında ne kadar yetkin olduğu görüldü. İşin ilginç tarafı, babası “Hükümet Konağı” projesini yaptığı Kastamonu’nun daha önceki valilerinden biriydi. Diğer bir tarafı, bu iki yapıt da Abdülhamit’in 25. yılı münasebetiyle yapılmıştı. Bu yıl neredeyse imparatorluğun bütün vilayetlerinde kutlanmıştı. 1901 senesine denk gelen bu cülus merasiminde ihtişamlı törenler yapılmış bütün Avrupa’ya duyurulmuştu. Sultana her coğrafyadan çeşitli hediyeler gönderilmişti. Birçok vilayette saat kuleleri, anıtlar ve okullar inşa edilmiş veya açılışları yapılmıştı. Bu cülus merasimine özel kitabeler yazılmıştı.
Sultan Reşat tahta geçince Dolmabahçe Sarayı’na baş mimar olarak alınır. Halit Ziya Bey’in gözetiminde sarayın restorasyonunu yapar. Bu yenileme işleminde sarayın ilk defa elektrik ve kalorifer sistemlerini de döşer. Topkapı Sarayı gibi onlarca sarayın yine bu dönemde bakımını yapacaktır. Bu saray baş mimarlık görevinde Vedat Bey’in babasının paşa/vezir olmasının etkisi olmuş olabilir. Babası Sırrı Bey, aynı zamanda annesi Leyla Hanım gibi şair. Leyla Hanım da paşa ailesinden geliyor. Sarayda sazendelerin arasında büyümüş. Musikiye ve sanata meraklı bir kadın. Oğulları bu ilgiden etkilenmiş olsa gerek Paris’te sanat eğitimi de alıyor.
Vedat Bey’e İttihat ve Terakki yönetiminde de baş mimar olarak görev verilir. Enver Paşa ona kendisi için bir köşk yaptırır. Bu dönemde İstanbul’a çok güzel iskeleler yapmıştır. Haydarpaşa ve Moda İskelesi onun eserleridir.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk tarafından Ankara’ya davet edildi. Bugün Cumhuriyet Müzesi olarak faaliyetini sürdüren 2. Meclis Binası da onun eseridir. Daha önce bu konuda tecrübe edinmişti. İkinci Meşrutiyet ilan edilince 30 yıllık İstibdat Dönemi’nde âtıl kalan Mebusan Meclisi’nin binasını Vedat Bey yenilemişti.
Ankara’da çok sayıda esere imza attı Vedat Bey. Çankaya Köşkü, Ankara Palas onun diğer değerli eserleridir. Ankara’da yaptığı devlet projelerinden ücretini alamadığı ve bu nedenle İstanbul’a döndüğü söylenir Vedat Tek’in. Hatta onun tasarladığı projelerin inşası için Mimar Kemalettin’in çağrıldığı de söyleniyor. Yeni yönetimin maddi sıkıntılar çektiği sonucu çıkıyor buradan. Gayet anlaşılabilir bir durumdur bu da. Vedat Bey, şeker komasına girip vefat etmeden önce oğlu Nihat Bey’i de kendisi gibi mimar olarak yetiştirmiş ve kendisine ortak etmiştir.
Aydın AKYÜZ