ESME ARAS/RÖPORTAJ UNUTTURMAMAKTIR

RÖPORTAJ UNUTTURMAMAKTIR

Gazeteci ve foto muhabiri Kadir İncesu, daha lise yıllarında Ali Sami Yen Stadı’nın kale arkası tribünlerinden gol fotoğrafları çekerek başladığı mesleğine, edebiyatçıların portreleriyle devam etti. Üniversite eğitimini işletme alanında tamamladı, bir dönem Rıfat Ilgaz’ın Çınar Yayınevi’nde çalıştı. Söyleşileri, yazı ve fotoğrafları ulusal gazetelerin kültür sanat sayfalarında, kitap ekleri ve edebiyat dergilerinde yayımlandı. Armağan kitaplarda, derleme ve seçkilerde yer aldı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından verilen Gazetecilik Başarı Ödülleri kapsamında Kültür Sanat Haber Ödülü’ne (2022) değer görüldü. Usar Yayıncılık etiketiyle okurla buluşturulan “Dile Gelen Kalem” adlı kitabı (Ekim 2019) onun ilk eseridir. Pakize Türkoğlu, Güngör Gençay, Nihat Ziyalan, Ülkü Tamer, Metin Demirtaş, Ayla Kutlu, Afşar Timuçin, Refik Durbaş, Necati Tosuner, Feyza Hepçilingirler, Öner Yağcı, Osman Bozkurt ve nice değerli ismi konuk ettiği söyleşilerinden bir seçkidir.

Başta fotoğrafçılık ve edebiyat olmak üzere gönül verdiği bu iki alandaki uğraşılar, onun hayatında önemli bir yer kaplar. Kültür sanat haberleri hazırlarken Enver Ercan’ın önerisiyle edebiyat röportajlarına yönelir. İlk röportajını Ahmet Oktay ile Everest Yayınları tarafından basılan iki kitabı hakkında yapar. Bu röportaj “Varlık” dergisinde yayımlanır. Daha sonra görüşeceği isimleri kendisi belirleyerek yola devam eder ve okuru olduğu yazarlara merak ettiklerini sorar. Önceleri röportajlarının kitaplaştırılmasını düşünmez. Yayımlanacak bir kitabın seçimi, dağıtımı ve reklam çalışmaları için gereken sürecin zor ve zahmetli yanlarını, bu nedenle yayıncıların röportaj türüne sıcak bakmadığını bilir. Ancak bir röportaj kitabının yazarlara ait pek çok bilgiyi içermesi bakımından, çeşitli çalışmalara kaynak olabileceği düşüncesiyle dosyasını yayına hazırlar.

Fransız Edebiyatı’nda ortaya çıkan edebi röportajın, Türk Edebiyatı’ndaki ilk örneğini 1918’de yayımladığı Diyorlar ki” adlı eseriyle, Ruşen Eşref Ünaydın vermiştir. Köklü bir geleneğe sahip olan edebi röportajların, dergi ve gazetelerde yayımlandıktan sonra kitaplaştırılarak bir başvuru kaynağına dönüştükleri görülür. Bu amaçla bir döneme tanıklık eden isimleri konuşturan İncesu, geleceğe birer belge bırakmıştır. Çünkü röportajın tarihe, o güne not düşmek, kayıt altına almak gibi bir işlevi var. Bu noktada yolunun Usar Yayıncılık ile kesişmesinden mutlu olduğunu söyleyen İncesu için bir kitabı yazmak kadar onu yayımlatma sürecinde yazarlar da çeşitli zorluklarla karşılaşır.

Yazının buraya kadar olan bölümünde Kadir İncesu’nun metinlerinden hep röportaj diye söz edilmiştir. Ancak kitabın türü kapakta söyleşi olarak belirtilir. Kendisi de -mütevazı kişiliğinden- bu sözcüğü kullanmayı tercih eder. Günümüz şartlarında hızlı olmak gerektiğini vurgulayan İncesu’ya göre röportaj, söyleşiden başka bir şeyi içerir. Ona göre; röportaja havanın o günkü durumu da girer, röportajın yapıldığı ortam da kişinin ruh hâli de soruyu duyduğundaki jest ve mimikleri de ses tonu da beden dili de… Röportaj ve söyleşi arasındaki detay farkını bu sözlerle dile getiren İncesu’nun soru tarzına bakıldığında söyleştiği kişileri önceden tanıdığı, onlar hakkında bilgi sahibi olduğu görülür. Görüşmeye gitmeden önce hazırlık aşamasında edinebildiği bütün kitapları, yazarın hakkında dünden bugüne yazılan ne varsa okumaya özen gösterdiğini söyler. Bu bakımdan onun metinlerinde, sanki eski defterlerin sayfaları yeniden çevriliyormuş havası eser.

Röportaj bir yanıyla da unutturmamaktır. Kitapta yer alan Ayla Kutlu ile yapılan sohbette, yazarımız Hatay ile olan bağından, duygu dünyasına bire bir etki etmiş mekânların yazarlığına katkısından söz eder. Ne acıdır ki 6 Şubat’ta yaşanan depremle Hatay’ın silueti geri dönüşsüz biçimde değişmiştir. Kent ve edebiyat düzleminde bakıldığında bir yazarın gözünden kayıt altına alınan hafıza mekânlarının bugün bir röportajda karşımıza çıkması, yaşaması çok değerlidir. İncesu, unutturmamanın önemli bir tespit olduğu konusunda, “Anlatılanların, anlatan için değerini tartışamayız. Okurdaki değeri de önemli. Aslolan, söylenmiş olması,” diyerek röportaj ve fotoğrafın yayımlandıktan sonra edebiyat tarihinde kapladığı yere işaret eder. Bununla birlikte soru sormak amacıyla bir edebiyat eserini değerlendirirken kaçınılmaz olarak anlam arayışı, yani röportajı yapan kişinin yorumu da devreye girer. Burada kastedilen, röportajcının bir okur olarak, yazarın metne gizlediği anlamın peşine düşmesidir. Kadir İncesu’ya göre yazar, bir anlamın peşinde koşar, okur da. Haliyle röportajı yapan da… Bazen aynı noktada buluşabilirler. O nedenle söyleyen kadar söyleten de önemlidir.

Onun bir röportaja başlama tarzına yakından bakıldığında yazarlara çocukluk dönemlerini sorarak konuşturduğu hemen fark edilir. Pek çok yazar için çocukluk dönemi hazine sandığı gibidir, yazarken ihtiyaç duyduğu imgeler orada gizlenir. İncesu, yazarların külliyatını okur, onlarla konuşurken yaşamöyküleri ile yazdıkları arasında kurulan ilinti bakımından bu bağı daha iyi kavradığını söylemekle kalmaz, Ülkü Tamer’in bir yazısında rastladığı Jorge Amado’ya ait bir sözün altını çizer: “Çocukluğum anayurdumdur!”

En az röportaj kadar fotoğrafçılık da Kadir İncesu’nun hayatında yer edinmiş, tutkuya dönüşmüştür. İstanbul’daki etkinliklerde, edebiyat günlerinde, kitap fuarlarında onu elinde fotoğraf makinesiyle görmemek neredeyse imkânsız. Edebiyatçıların ve kültür insanlarının portrelerinden oluşan kıymetli bir arşivi olduğu biliniyor. Öyle ki onun objektifinden çıkan yansımalar Edebiyatımızın Yüzleri” adlı sergiyle (Aralık 2024) Bornova Belediyesi’nin ev sahipliğinde Nevzat Kavalar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Edebiyat dünyasına damgasını vurmuş altmış yazar ve şairin portrelerini içeren çalışmaları sanatseverlerle buluştu.

İstanbul’un trafiği, yaşanan onca stres ve gerilim düşünüldüğünde onun yıllara yayılan bu emeğinin kıymetini anlatmaya gerek yok sanıyorum. Kendisine sorduğumda ise bütün bunlara katlanmaya değdiğini söylüyor. O nedenle Tepebaşı’nda yapıldığı günlerden itibaren her yıl İstanbul Kitap Fuarı’nı takip etmeyi çok önemsiyor. Fuarın Beylikdüzü’ne taşınmasından sonra işler biraz değişmiş. Onun düşüncelerine göre; zaman acımasız, yaşanılan kayıplar can yakıyor, fuar giderek ıssızlaşıyor. Fuarlar elbette yazar ve okurların buluşma yeri ama yayıncılar dertli. Bazı yayınevleri maliyetler nedeniyle fuara katılamıyor. Kâğıt fiyatları almış başını gitmiş. Okurlar da kitap fiyatlarının yüksekliğinden dertli. Buna ulaşım ve yemek maliyetleri de eklendiğinde… Gerisini tahmin etmek güç değil.

Sonuç olarak, iki röportajcının sohbetinden geriye, onun “Kendim için söyleyeyim, kitap biraz bahane. Dostları, arkadaşları görmek, özlem gidermek asıl olan,” sözleri kalıyor.