ÇIĞ DERGİSİ I. ÖYKÜ YARIŞMASI BİRİNCİSİ A. SONAT ŞEN SÖYLEŞİSİ

ÇIĞ DERGİSİ I. ÖYKÜ YARIŞMASI BİRİNCİSİ A. SONAT ŞEN SÖYLEŞİSİ

Ahmet Rıfat İlhan

Merhaba, Sonat Hanım. Dergimizin genel yayın yönetmeni Turgut Alp Eroğlu ve beni kırmayıp bizimle söyleşi yapmayı kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle sizi tanımak isteriz. Sonat Şen kimdir?

Sonat Şen

Merhaba, kendimi ifade etme fırsatı verdiğiniz için asıl ben size teşekkür ederek başlamak isterim söze. Doğma büyüme Ankaralıyım. İş hayatımın göçebe yıllarım dediğim müfettişlik dönemi haricinde, bu şehirden neredeyse hiç ayrılmadım. Ankara Anadolu Lisesi’nden 1988’de ve Mülkiye’den 1992 yılında mezun oldum. Bir kamu bankasında 27 yıl yöneticilik yaptım. 2021 yılında da emekli oldum.

Ahmet Rıfat İlhan

Bize edebiyat yolculuğunuzdan biraz söz eder misiniz?

Sonat Şen

Edebiyatı hep çok sevdim. Okumayı- yazmayı öğrendiğim günden beri de hep okuyan ve yazan biri oldum. Kitapların baş tacı edildiği, daktilo sesinin eksik olmadığı bir evde büyüdüm. Anne, babamın da iyi bir okur olduğunu, ilkokula başladığım yıllarda anladım. Evin bir odasının duvarında, raflarında yüzlerce kitabın dizili olduğu kocaman bir kütüphane vardı. Oradaki kitapların karton kapakları okundukça eskidiği için, babam onları özel olarak ciltletir, abim ve benim de okuyabilmem için adeta korumaya alırdı. Babamın daktilo sesi, evin içinde duymaktan zevk aldığımız ritmik bir melodi gibiydi. Çok güzel şiir okur, kendince şiir denemeleri yapar, yerel gazetelere de düzenli yazılar gönderirdi rahmetli babam. Onun bu ev rutinini gördükçe, okuyan her insanın yazması gerektiğine inanmıştım ben o yıllarda.

İlk yazı denemelerim mektupla başladı. Annem ve babam, sürekli Ankara dışındaki akrabalarına ve arkadaşlarına mektup yazardı. Evlerde telefon yokken en temel iletişim aracı buydu malum. Şimdi insanlara zor ve gereksiz geliyor mektup yazmak, oysa çok naif bir eylemdi. Onlar mektup yazdıkça ve gelen mektuplarla mutlu oldukça benim de birileriyle bu şekilde iletişim kurmam gerektiğini düşündüm. İlkokul son sınıftayken, Milliyet Çocuk Dergisi’nden kendime bir mektup arkadaşı buldum böylelikle ben de. Karşılıklı yazdığımız mektupların sayfalarını dolduran kelimeler, harika bir dostluğa da köprü oldular. Çocuk yaşlarda, birbirimizi hiç tanımadan, sözcükler aracılığı ile kurduğumuz o ilişki hep çok kıymetli gelir bana. Hala hayatımdaki en değer verdiğim insanlardan biridir mektup arkadaşım. Sadece dostum değil, beni yazıdan hiç koparmayan ilk okurum o aynı zamanda.

Elimin altında defter kalem ile yaşamayı böyle öğrendim. Bir yaştan sonra içimde birikenleri, kendim için yazarak saklamaya başladım. Yazmak, yaşarken bir yerlerde korumaya aldığım gerçek beni de gösterdi bana. Kırılgan ama gerektiğinde bir o kadar da cesur, meraklı ama kişisel sınır güvenliğine önem veren, suskun ama sevdiği konularda yorulmayan bir geveze… Yaşadığım iyi-kötü, güzel-çirkin ne varsa her birinin beni götürdüğü duygu dünyasıyla, yazarken yüzleştim. Nasıl kızdığımı, nasıl üzüldüğümü, en çok nasıl sevindiğimi, ne kadar sevebildiğimi, ne kadar öfkelenebildiğimi, neleri merak ettiğimi, nelerden vazgeçmem gerektiğini, neleri unutabildiğimi ya da nelerin unutulmaz izler bıraktığını yazdıklarım öğretti bana.

Zamanla bu yazılar kurgusal metinlere dönüştü. 2000’lerin başında ilk olarak Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda çok değer verdiğim yazar Mehmet Eroğlu’nun yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldım. Mehmet Eroğlu dışında Ali Cengizkan ve Ahmet İnam gibi değerli yazın ve düşün insanlarından da dersler aldık orada. Yaratıcı yazarlık atölyelerini gerçekten kıymetli buluyorum. Çünkü bir şekilde yazarlarla, yazıya gönül vermiş okurları bir araya getiren, acemi kalemlerin üretimleri üzerinden derinlemesine tartışma ve inceleme olanağı veren, bu alanda düşünmekten hoşlanan zihinlerde şahane ufuklar açan atölyeler bunlar. Daha sonra değerli edebiyatçı Aydın Şimşek’in atölyesine katıldım. Aydın hoca, bilgisini çok güzel aktaran, insanı yaratıcılık konusunda destekleyen, genç edebiyat sevdalılarının yolundaki taşları temizleyip onlara ‘hadi’ demeyi bilen biri.  O atölyede de Hasan Ali Toptaş, Cemil Kavukçu, Ahmet Telli, Salih Bolat gibi birbirinden kıymetli edebiyatçıların yazarlık deneyimlerinden birçok şey öğrendim.

Ama benim için yazarlık tam zamanlı yapılması gereken bir uğraş. Günlük rutininizin içinde zihninizi fazlasıyla meşgul eden, hayatınızdan ciddi bir zaman alan bir mesleğiniz varsa, onu bir kenara koyup, ben kurgu yazmak istiyorum diyemiyorsunuz. Ben diyemedim ya da. Gerçek hayatımdan kopup, yaratıcı dünyaya geçemedim. Yazmaktan hiç vazgeçmesem de arzu ettiğim şekilde bir üretim sürecine giremedim. Ama bu durma zamanında, kitaplar hep en yakınımda oldu. Bir gün yeniden benim de kurguya döneceğimi bilerek okudum o satırları.

2021 yılında emekli olunca, kendimi yeniden farklı edebiyat atölyeleri ile ödüllendirdim. Değerli Beliz Güçbilmez’in ‘Tersine Mühendislik:Yazmak İçin Okumak Atölyesi’ ile kesişti bu kez yolum. Beliz hocadan öğrendiğim Manyetik Alan metodu, okuma/izleme yolculuğumda gerçekten çok farklı bir bakış kazanmamı sağladı. Hep aynı konular üzerine yazılan metinlerden bazılarının neden diğerlerinden daha çok sevildiğini, akılda kaldığını bu metot sayesinde daha iyi anladım. Bu benim yazmaya çalıştığım metinlere de etki etti.

Sonrasında yine yazdıklarını hayranlıkla okuduğum, üretimlerini Hayalet Gemi sürecinden beri takip ettiğim değerli yazar Murat Gülsoy’un yazı atölyesine katıldım. Bence yaratıcı yazarlık atölyelerinin en kıymetli katkısı, yazdıklarınızın okur olarak değer verdiğiniz yazarlar tarafından okunup değerlendirilmesine imkân veriyor olması. Murat hocaya okuduğum her öyküde, sesimdeki ürkek güvercin tınısını duymaktan çok şaşırsam da öykülerim üzerinde yaptığı yorumlar benim yazılarıma büyük katkı sağladı. Kendisine ve bu süreçte yoluma ışık olan tüm diğer hocalarıma sonsuz teşekkürü borç biliyorum.

Halen Yeşim Cimcoz’un kurduğu Sanal Yazı Evi’nin de üyesiyim. Burası yazıya gönül vermiş insanların buluşma yeri gibi sanki. Yeşim Hoca’nın insanları yazı da tutma başarısı bence bir mucize. Her ihtiyaca göre hazırlanmış atölyeleri, yazmaya gönül vermiş kişilere bir arada olma imkânı sunuyor. Orada olmayı, yazı sevdalıları ile farklı atölyelerde buluşup yazdıklarımızdan ve okuduklarımızdan bahsetmeyi de seviyorum.

Biraz çok anlattım ama umarım yazmaya gönül veren herkes için benim yolculuğum bir ilham olur.

Ahmet Rıfat İlhan

Çığ Dergisi’nden ve düzenlediği öykü yarışmasından nasıl haberiniz oldu, katılmaya nasıl karar verdiniz ve yarışmayı kazandığınızı öğrendiğinizde neler hissettiniz?

Sonat Şen

Edebiyat yarışmalarını takip ediyorum. İnsanın yazdıklarının başka bir göz tarafından değerlendirilip bugünün dünyasında, edebiyat anlayışında nasıl bir yerde durduğunu izleme imkânı veriyor bence yazana.  Açıkçası dijital derginizdeki birkaç paylaşımla dikkatimi çekmiştiniz. Ama yarışma ilanınızdan sonra üretimlerinizi, paylaşımlarınızı daha detaylı inceledim. Başlığınızın altındaki “Edebiyat Merkezli Kültür, Sanat ve Felsefe Dergisi” açıklamasını okuyunca kendi dünyama yakın buldum sizi. İLK’ler önemlidir benim hayatımda. Böylesine hoyrat zamanlarda edebiyatı, sanatı, felsefeyi kendine uğraş edinmiş bir derginin çabalarını görmezden gelmek mümkün değildi. Size gönderdiğim öykü, benim size çabalarınızdan ötürü bir teşekkürümdü aslında. Birinci yaş kutlaması biraz da… Bir dergiye başka nasıl bir hediye gönderilir, senin farkındayım denir bilmiyorum açıkçası.

Yarışmayı kazandığımı öğrendiğimde çok mutlu oldum elbette. Çünkü yakın çevrem ve atölye arkadaşlarım dışında, uzman bir okur değerlendirmesiydi bu ve o okur bana “Sen bu işi yapmışsın” demişti. Bundan kıymetli ne olabilir bir yazı sevdalısı için?

Ahmet Rıfat İlhan

Yarışma ödül töreni sizin için nasıl geçti? Duygu ve düşüncelerinizi paylaşmak ister misiniz?

Sonat Şen

Ödül töreni çok güzeldi elbette. Yıllar sonra, yazın serüvenimde bana yol gösteren kıymetli hocalarımdan biri olan Aydın Şimşek’in karşısına bir ödülle çıkmak çok gurur verdi bana. Neredeyse 20 sene önce yanında başladığım, ama hayatın engellerine takıldığım için ara verdiğim bir süreçten vazgeçmediğimi, göstermiş oldum değerli hocama. Onun da en az benim kadar gururlandığını hissettim. Aydın Şimşek hocamın hala benim onu tanıdığım yıllardakine benzer bir coşku ve heyecanla, ÇIĞ Dergisi’ni destekleyici tavrına da çok saygı duydum. Edebiyatın birleştiriciliğine tanık olmak, böyle bir zamanda ilaç gibi geldi bir de…

Ödülümü Hülya Soyşekerci gibi kıymetli bir yazardan almanın mutluluğu ise tarif edilemez. Tören sırasında sarf ettiği yüreklendirici sözler, hep kulağımda olacak.

Ahmet Rıfat İlhan

“Öfke” nereden doğdu, nasıl gelişti? Öykünüzün yaratım ve yazım süreçlerini merak ediyoruz.

Sonat Şen

Yarışmanıza gönderdiğim “Öfke” isimli öyküm basit bir üçüncü sayfa haberiydi aslında. Her gün gündemimize düşen bomba haberlerin arasında kaybolan, göz ucuyla okunup unutulan, bizlerden birilerinin hayatından bir haber. O küçük haberlerin ardındaki buzdağlarını merak etmişimdir hep. İki arkadaş meyhanede sebebi bilinmeyen bir kavgaya tutuşuyor ve arkadaşlardan biri diğerini bıçakla göğsünden vurarak, kaçıyor. Haberin devamını bilmiyorum. Sadece bu kadarını okudum ve okuduğum onca kitap, izlediğim onca film sayesinde ben bu olaya böyle bir kurgu yaptım. İki arkadaşı meyhanede ölümüne birbirine düşürecek bir sebep aradım kendi zihnimde. Bir sebep bulduktan sonra, sonucu belli olan süreci de yazmak zor olmadı. Diyalog yazmayı, mekan yaratmayı seviyorum zaten. Yazarken karakterler zihnimde canlanıyor. Öyle olunca onları giydirmek, yedirmek, içirmek, konuşturmak, ne yapacaklarına karar vermek daha kolay oluyor. Ben o meyhanede olsaydım, izleyen kalabalığın içinde olmazdım ama. Talat’la Ahmet’i ayırmak için elimden geleni yapardım.   

Ahmet Rıfat İlhan

Öykünüzde yazın tekniklerini çok iyi kullandığınız görülüyor. Öyküyü okura baştan sona kadar dinamizmi hep canlı tutarak, sürekli bir devinimle metnin temposunu hiç düşürmeden, merak ve heyecanla okutmayı başarıyorsunuz. Bu başarınızın arkasındaki sırrı anlatmak ister misiniz?

Sonat Şen

Bunu duyduğuma çok sevindim. Az önce söylediğim gibi, yazarken ben karakterlerimi ve yazdığım mekânı görüyorum sanki. Tıpkı bir film izler gibi öykümün zihnimdeki akışını izliyorum. Hayat gerçekten bizim hayal gücümüzün ötesinde çalışıyor çoğu zaman. Yaşarken nelerden etkileniyorsam, bende neler unutulmaz oluyorsa, yazarken de bu atmosferi kurmaya çabalıyorum. Bazen söylediklerimizden çok, yaptığımız basit hareketler önemlidir. Bunların da öykülerimde görünür olmasını istiyorum. Tabi bu okuduğum, yazdıklarını kendime örnek aldığım kalemlerin de etkisi ile oluyor. Ben kimi okumaktan zevk alıyorsam, onlar gibi yazabilmek istiyorum. Tabii, kendi sesimi katarak.

Ahmet Rıfat İlhan

Öykü türü size ne anlam ifade ediyor? Bundan sonra da yine aynı türde mi eserler vermeyi düşünüyorsunuz? Ufukta bir kitap görünüyor mu?

Sonat Şen

Öykü benim okurluk serüvenim başladığından beri hep gözbebeğim. Şiirin kız kardeşi midir öykü bilemem ama, bence okur tarafından çok kıymeti bilinmeyen bir tür. Öykü yazmak da okumak da kolay gelir kimilerine. Oysa her ikisi de çok emek ister. Olayın tamamı değil de bir kesit anlatılır ama oraya kocaman bir hayat sığdırılır. Hemingway’a ait olduğu söylenen şu beş sözcüklü öykünün “Satılık bebek ayakkabıları. Hiç giyilmemiş.”, sayfalara sığacak bir romandan daha az bir etkisi olduğu düşünülebilir mi? 2024 yılı Dünya Öykü Günü’nde değerli yazar Ayla Kutlu’nun hazırladığı Öykü Günü bildirisinde de söylediği gibi “Doğmak ve yaşıyor olmak, tükenmeyen bir öyküdür.” aslında.  O yüzden ben elimden geldiğince öyküler yazmaya devam edeceğim. Yazdıklarımdan bir kitap çıkar mı onu da zaman gösterecek. İçime sinecek bir dosya oluşturmaya çalışıyorum. Beni tatmin edecek bir dosyam olduğunda, neden olmasın?

Ahmet Rıfat İlhan

Kendinize yakın bulduğunuz öykücüler, beğendiğiniz ve unutamadığınız öykü kitapları hangileri?

Sonat Şen

Listem oldukça kabarık benim. Saymakla bitmez. Ama Pınar Kür’ün “Bir Deli Ağaç”ını, Ali Teoman’ın “Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı”nı, Mine Söğüt’ün “Deli Kadın Hikayeleri”ni, Ayfer Tunç’un “Taş Kağıt Makas”ını, Onat Kutlar’ın “İshak”ını, Sema Kaygusuz’un “Sandık Lekesi”ni, Murathan Mungan’ın “Lal Masallar”ını, Karin Karakaşlı’nın “Can Kırıkları”nı, Hakan Şenocak’ın “Naj”ını, Berna Durmaz’ın “Bir Hal Var Sende”sini ve Ralf Rothmann’ın “Deniz Kenarında Geyikler”ini -aklıma ilk gelenler oldukları için- severek okuduğumu ve unutmadığımı söyleyebilirim. Sait Faik, Sabahattin Ali ve Orhan Kemal öykülerinin tamamına da kalbimi bıraktım desem abartmış olmam.

Ahmet Rıfat İlhan

Son olarak öyküde ilerlemek isteyen gençlere tavsiyelerinizi duymak da çok yararlı olacaktır.

Sonat Şen

Kendimi bu işe gönül verenlere tavsiye verecek yetkinlikte hissetmiyorum daha. Ama sorduğunuz için ben kendi çabamın nasıl işlediğini söyleyeyim. Kesinlikle en başta “OKUMAK” var. Okumadan yazmak olası değil. Bence gönlünüze uyan yazarınız olsun. Onun bıraktığı ayak izlerini takip edin. UMAG’dayken Mehmet Eroğlu “telefon rehberi yazsa, büyük bir zevkle okuyacağım yazarlar” derdi bazı isimler için. Böyle tutkuyla sevdiğim yazarlarımı takip etmeyi seviyorum ben de. Bir de yazarak kendime bir yol çizmek istiyorsam her gün mutlaka yazmam gerektiğini biliyorum. Biraz zaman geçtikten, yazdıklarıma yabancılaştıktan sonra, kendi satırlarımı okurken ne hissediyorum ona bakıyorum. Okurken beni tatmin eden o satırların üzerine gidiyorum. Oradan illa bir şey çıkıyor çalışınca…

Ahmet Rıfat İlhan

Sonat Hanım, bu güzel ve doyurucu söyleşi için çok teşekkür eder, bundan sonraki edebiyat yolculuğunuzun uzun ve zevkli olması dileriz.

Sonat Şen

Ben de size bu güzel sorularınız için çok teşekkür ederim. Edebiyat hepimizin yoldaşı olsun.