SARKAÇ VE SİS
‘’…. açlıktan kırılıp dökülmüşüm günlerdir
dibine vurmuşum , yasaklamışım aşka başkaldırmaları
geniş zaman yıkımlarına karşın kültleşmesine izin vermişim
kemiklerime işlemesine sancılarımızın
çocuksu yanlarıyla eşiğini aşındırmış yüzüm…’’
sus olmuşum sana köşelerinden dönerken yollarda
grikızıl suların içinde tende kırılgan veda mıyım ben
yüzümü okşayan bu ince meltem senin hangi şehrinden
nazlanılmamışım uzun ömürlü bir sevgi gibi
hangi öykünün tanrıçasıysan birazcık avut beni
oldum olası şiirlerimde boğuluyor şuramdaki susku
seni yanıma alıp da ölüp ölüp dirilmek başka bir utku
çığlık gibi sarılsın gölgelerimiz
unutmaları kemirsin tutsaklığımız
başka öykülerimiz vardır bizim
yolların, ışığın, şiirlerin sonsuzluğundan da başka
‘’… herhangi bir göçün çöl alevlerine saplanmış yolcusu muyuz şimdi
her geçen saatte başka umutsuzluklar kundaklar anılarımızı
altüst oluruz maveranın çığlıklarında…’’
vurup gitme zamanı artık, yüzümüzü seyrettiğimiz gecede
saklayarak adlarımızı bahar gölgeli o iki hecede