FELSEFE, EDEBİYAT VE KAVRAMLAR
“Edebiyat eserleri, etik ve değerler eğitimi için bir hazinedir.” Ioanna Kuçuradi
15 Aralık 1971 tarihli Barış dergisinde Bedrettin Cömert şunları yazar: “Diyor ki Tahsin Yücel: Bir romancı çıksa, bir kuru taşı anlatsa, konusu insan değildir diye sanat eseri olmayacak mı yazdığı? Bezirci’nin söylemek istediği de bu zaten. Elbette sanat eseridir ama konusu taş değil, insandır.” Biz de edebiyat eserlerinde konu edilen olay, kavram, konu, soru ve sorunların felsefeyle doğrudan bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz. Augustinus’un deyişiyle insanlığın tacı olan felsefenin edebiyatın içinde olmaması düşünülemez. Afşar Timuçin’e göre: “Kısacası edebiyat da bir tür felsefedir ama bir tür felsefedir. İnsanla ilgili tüm duyarlıkların felsefesidir.” (s.17)
Felsefe, edebiyat, bilim, din ve sanat insanlığın ortak bilinç biçimleridir. Felsefe insan, toplum, doğa ve evren üzerine en genel soru ve sorunları özgür ve eleştirel bir tarzda ele alırken edebiyat; duygu ve düşünceleri estetik bir dil ve üslupla ifade eder. Felsefe denince aklımıza öncelikle kavramlar gelir. A. Çüçen’in dediği gibi: “Filozoflar kavramlarla konuşur.” Varlık, bilgi, değer, ahlak, güzel, erdem, mutluluk, iyi, vicdan, Tanrı kavramlarının felsefenin en temel kavramları olarak kabul edilmesi, sistemli felsefenin ilk ortaya çıktığı günden bu yana sürekli ele alınıp tartışılır olmalarındandır.
Felsefenin aklı temel alarak genele, edebiyatın ise yaratıcı düşünmeyi temel alarak özele hitap ettiği düşünülür. Edebiyatın daha kolay anlaşılabilen halkın dilini kullandığı, felsefenin ise daha güç anlaşılabilecek bir terminolojiyi kullandığı günlük yaşamda karşılaştığımız yakınmalardan biridir. Kimi yazarlar felsefeyi edebiyatla bilim arasında bir yere konumlar. Denemenin, edebi- yatla felsefe arasında bir köprü olduğu görüşü de oldukça yaygındır. Felsefe ve edebiyatın en çok klasik dönemlerde birbirine yaklaştığını kabul edenler olduğu gibi felsefe ve edebiyat arasındaki ilişkiyi antagonist (karşı, muhalif, düşman) bir ilişki olarak gören yaklaşımlar da vardır. Onlara göre felsefe herkese hitap ederken edebiyat öznel durumları dile getirir.
Türk yazın dünyasının toplumsal sorunları tartışmaktan felsefe yapmaya pek fırsat bulamadığı dile getirilen sorunlardan biridir. Bir toplum ya da dilde felsefenin gelişebilmesi ona verilecek değere, o dilin sözcük sayısına, olay ya da durumları ifade eden kavramların ve kültürün zen- ginliğine bağlıdır. Felsefi kavram, konu ve sorunların edebiyat eserlerinde işlenmiş olması önemlidir ancak felsefenin gelişmişliğinin göstergesi olması bakımından tek başına yeterli değildir. Dünyanın pek çok yerinde ve döneminde ara ara görülen bu sorunun çok çeşitli sebepleri vardır. Felsefe ile edebiyat arasındaki ilişkiyi “Defne Ormanı” adlı şiirinde dile getiren Melih Cevdet Anday’ın şu sözü ayrıca araştırılması gereken bu konuya işaret eder: “Türk toplumundaki felsefe eksikliğini Türk şiiri gidermiştir.”
Felsefi görüşlerini edebi bir dille aktaran yazarlar edebiyata felsefi bir zemin kazandırmışlardır. Yalnızlık, özgürlük, yabancılaşma, ölüm, tiksinti, başkaldırı gibi kavramları edebi eserler üzerinden gündeme getiren Camus ve Kafka gibi yazarlar bu nedenle ”Sanatçı filozoflar” olarak anılmışlardır. Justein Gaarder’in “Sofie’nin Dünyası” adlı eseri felsefe tarihini roman kurgusu içerisinde etkileşimli ve didaktik bir şekilde aktaran önemli eserlerdendir. Yazının devamında, incelenen eserlerde geçen kelime ya da kavramlar, bağlamına işaret edilmesini kolaylaştırması bakımından eserlerde yer alan birkaç cümle ile birlikte verilecektir.
KİTAPLAR ARASINDA KAVRAMLAR
Homeros ve Hesiodos’un Antik Yunan mitoloji hazinesini yazıya geçirmesi insan, toplum, doğa ve evrenle ilgili sorunların felsefi olarak ifade edilmesinin önünü açmıştı. Thales ve Efesli Herakleitos gibi ilk filozoflar bu sorunlar üzerine düşüncelerini açıklarken şiir, öğüt, deneme, hitabet ve soru cevap gibi anlatım yöntemlerini kullanmışlardı. Aforizmaya benzer bir dili olma- sı nedeniyle diyalektiğin babası olarak bilinen Efesli Herakleitos’un adı karanlık filozofa çık- mıştı. Sokrates’in öğrencisi Platon eserlerinde yüz yüze sohbetlerle yapılan diyalog yöntemini kullanmıştı. “Filozoflar devleti ele geçirmedikçe ne devletin ne de yurttaşların dertleri biter.” diyen Platon’a göre insanları mutluluğa ulaştıracak zenginlik altın zenginliği değil, akıl ve erdem zenginliğidir. “Felsefenin gözden düşmesi onunla uğraşanların ona layık olmamaları yüzündendir. Felsefeye girecekler onun piçleri değil öz evlatları olmalıdır.” (s.258)
“Salaman ve Absal” adlı Antik Yunan anlatısından etkilenen İbni Sina ve daha sonra İbni Tufeyl “Hay bin Yakzan” adlı birer felsefi öykü yazarlar. Bu eserde doğal yaşam ortamı içinde büyüyen bir çocuğun sorgulamalarına keşif, icat, kâmil insan, hayat, doğru, iyi, dünya, güneş, evren, tabiat, Tanrı ve yaratma kavramları üzerinden verilen yanıtlar aktarılır. “Ceylan, sandığın içindeki çocuğu kendi yavrusu sanarak süt dolu memesini ağzına verir.” (s.84)
Thomas More “Ütopia” adlı eserinde, yaşadığı dönemin eleştirisi yanında, tasarladığı top- lumsal düzeni ortaklık, mülkiyet, meclis, adalet, doğal yaşam, eşitlik gibi kavramlar üzerinden ele alır ve “eşit ve haklı bir düzende insanların daha mutlu, uslu, uygar ve kibar” olarak yaşamasının yollarını gösterir. “Ütopia devletinin birçok özelliklerini şehirlerimizde görmeyi isterdim.” (s.105)
Tolstoy’un “İnsan Neyle Yaşar” adlı “İnsan Tanrısız yaşayamaz, Tanrı sevgidir, sevgi emektir.” temalı eserindeki öyküler Tanrı, barış, kötülük, vicdan, iyi niyet, toprak, mutluluk kavramları üzerine kurulmuştur. “İvan İlyiç’in Ölümü” adlı eserinde ise yaşanan olay ve durumlar ölüm, güç, öteki, sadakat, acı, yalan, yoksulluk kavramları üzerinden aktarılır. “Yükseldiğim ölçüde hayattan uzaklaşıyorum.” (s.74)
Votaire’in “Candide” (İyilik Üstüne) adlı eseri yazarın hem edebiyatçı hem filozof yönünü ortaya koyan bir eserdir. Çalışmak, emek, huzur, umut, aşk, doğal yaşam, alay, çıkar, ahlaksızlık ve yoksulluk kavramları etrafında yaşamın anlamı ve amacının konu edilir. “Şu kesinki insan yolculuk yapmalı” düsturuyla dünyayı gezen Candide’in başına gelmedik kötülük kalmaz. Candide sonunda huzuru İstanbul’da çiftlik hayatı süren yaşlı bir adamın sade yaşamından esinlenerek bulur: “Bahçemizi yeşertmek gerek.” (s.135)
Victor Hugo’nun “Doksan Üç” adlı eserinde geçen zincirlerinden kopmuş top, nesnelerin insan yaşamındaki bağlantısına işaret eder. “Makinenin özgürlüğe kavuşmasıdır bu.” (s.74) Fransız Devrimi günlerinde yaşanan olay ve durumlar yurttaş, köylü, ölüm, ihtilal, düşman, eski dünya, özgürlük, eşitlik, kardeşlik, sorumluluk, barış ve uyum kavramları üzerinden aktarılır. “Kartalın kırık kanadını iyileştiren onun pençelerinden de sorumludur.” (s.262)
Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre” adlı tiyatro eseri gerçekliği hicveden bir dille eleştirmenin yanı sıra, devlet, vatan, aşk, ölüm, insanın değeri ve lider kavramlarını sorgulayan anlatımlar içermektedir. “Mızıka savaş havası çalıyorsa biz de savaş türküsü söyleriz!”
Maksim Gorki’nin “Ana” adlı romanındaki olaylar, akıl, emek, sevgi, aydınlanma, eşitlik, iyilik, dava, inanç, özgürlük, adalet, düzen, mülkiyet, direniş, egemenlik, despotizm, kavramları üzerinden aktarılır. “Tüm üretim araçları, ege- menlik halkın olsun, çalışmak herkes için zorun- lu olsun. (s.460)
Refik Halid Karay’ın “Memleket Hikâyeleri” adlı öykü kitabında, doğa, görev, inanç, hilebazlık, eğlence, sohbet (vd.) kavramları üzerinden özellikle devlet memurlarının günlük yaşamları hicvedilerek aktarılır. “Doğa güzelliğine bu kadar çekingen durmak saçmaydı.” (s.11)
Hasan Ali Yücel “Dinle Benden” adlı eserinde, zenginlik, yoksulluk, aydın, özgürlük, refah, baskı, haksızlık, yolsuzluk, iftira, güven ve kurtuluş kavramları üzerinden kendisine yöneltilen haksız suçlamaları, toplumsal sorunların kaynağını ve gelecekten duyulan umudu dile getirir:
“Demokrasi yoluyla geçecek başa millet, yeniden kurulacak ikinci Cumhuriyet.” (s.104)
John Steinbeck “Fareler ve İnsanlar” adlı eserinde olaylar, yalnızlık, yurtsuzluk, umut, sa- dakat, eşitlik ve üretim kavramları üzerinden aktarılır. “Kitaplar işe yaramaz, insanların can yol- daşına ihtiyacı var.” (s.75)
Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” adlı romanında, insanların yaşadığı duygu durumları ve insan ilişkileri, aşk, sadakat, sevgi, hayat, empati kavramları üzerinden aktarılır. “Aşk, dağıldıkça azalan bir şey değildir.” (s.107) “Ses” adlı öykü kitabındaki insan halleri ise ölüm, intihar, gurbet, açlık, aşk kavramları üzerinden aktarılır. “Fakat bir insan kalbi bu şehirden daha karmakarışık, daha derin, daha uçsuz bucaksız değil miydi?” (s.67) “Sırça Köşk” adlı eserinde kimi toplumsal sorunlar vatanseverlik, üç kâğıtçılık, fırsatçılık, işkence, ruh kavramları üzerinden aktarılır. “Ruhumuzu kamçılattırmamak elimizdedir.” (s.134) “Kuyucaklı Yusuf” adlı eserinde ise olaylar hapishane, ayrımcılık, kendine güven, alevilik, iman, onur kavramları üzerinden aktarılır. “Herkes inkâr edilir ana inkâr edilmezmiş.” (s:196)
Yaşar Kemal “Yılanı Öldürseler” adlı eseri doğa, güzellik, yalnızlık, inanç, töre, cehalet kav- ramları etrafında şekillenir. Doğayla iç içe süren doğal yaşamların cehalet ve töre inancı nedeniyle nasıl alt üst olabileceği konu edilir. “Anavarza göğünde kanlı kartallar döner.”
Mahmut Makal “Bizim Köy” adlı anı-öykü eserinde köy yaşamı yurt sevgisi, köy, köylü, çocuk, Allah, kader, cehalet, emek, inanç, saygı, kadın, kültür, din, dinbazlık, cömertlik ve yalnızlık kavramları üzerinden aktarılır. “Allah kışı vermiş, kış için gerekli olanları da kendiniz bulun demiş.” (s.13)
FELSEFENİN SONU
Edebiyat, içinde yaşadığımız toplumun kültürü, olayları ve sorunlarını yaratıcı bir üslup ve dille aktaran edebi bir alansa, felsefe de bu kültür, olay ve sorunlar üzerine şekillenen düşünsel bir alandır diyebiliriz. George Gadamer’in “Felsefe ve edebiyat iç akrabadırlar.” sözünü bize ya- kından hissettiren bu eserlerde olay ve durumları izah etmek için kullanılan ya da üzerine fikirlerin inşa edildiği kavramları; özgürlük, aşk, savaş, köy-köylü, doğa, ölüm, yaşam, eşitlik, sorumluluk, inanç ve sevgi, yoksulluk, değer, emek, umut, eğitim, iyi, Tanrı, kâmil insan, cehalet ve sadakat şeklinde sıralayabiliriz.
Sosyalist literatüre göre “Üretim koşullarıyla birlikte sınıf karşıtlıklarının ve genel olarak sı- nıfların varlık koşullarının son bulması” (Marx, Engels; s.76) insanlığın kurtuluşu ve hayatın içinde varlığını sürdürecek olan felsefenin ölümü anlamına gelir. Belki de bu nedenle felsefeyi, sınıf savaşının en üst noktası olarak gören Cengiz Göndoğdu’ya göre “Sanat eseri gösterendir anlatan değil. Gerçekçi bir yazar karanlıkta bile aydınlığı görür.” Biz de bu yazıda edebiyat eserlerinde geçen kavramlar üzerinden karanlığın içindeki aydınlığı, özgürlüğü, aşkı, barışı, yaşamı ve umudu yakalamaya çalıştık.
Yaşasın edebiyat, yaşasın felsefe, yaşasın insanlık!